Prof. Dr. Osman Köse
Tırlar ve Savcılar
17 Aralık’tan sonra Türkiye’de çok garip gelişmeler olmaya başladı. 12 yıllık Ak Parti hükümeti döneminde “itimada şayan” olan bir kesimin arkasında olduğu söylenen, devlet içinde kümelenmiş dış güdümlü bir yapının hükümeti devirme ve kaos çıkarmaya yönelik her gün bir vukuatına şahit olmaktayız. Elbette zaman ilerledikçe, yaygın ifadeyle kullanılan “paralel yapı” hakkında daha teferruatlı bilgiler öğreneceğiz. Her halükarda 17 Aralık’tan sonra yaşanan süreç devlet için alçaltıcı ve küçültücüdür. Her gün “gizli bir gücün” ortaya koyduğu bir sansasyon yaşamaktayız fakat Ocak ayı başında “2 tır” ve evvelki gün yaşanan “ 7 tır olayı” devleti yönetenleri artık derinden düşünmeye sevk etmelidir.
Türkiye’nin yanı başında komşumuz olan Suriye’de yaşanan iç savaşta Türkiye’nin tavrının açıktan Suriye Ulusal Konseyi etrafında toplanan muhalefetten yana olduğunu dünyada bilmeyen yoktur. Bu ülkeden kaçan Suriyeli mültecilerin çoğu da Türkiye’ye gelmiş bulunmaktadır. Türkiye, muhalefetin zalim Esed rejimine karşı ortaya koyduğu savaşı siyasal anlamda uluslar arası siyasi arenada desteklerken ve savunurken bir yandan da askeri olarak onlara yardımlarda bulunmaktadır. Bu nedenle Ocak ayı başında Reyhanlıda ve birkaç gün önce de Ceyhan gişelerinde durdurulan ve aranan tırlar bu kapsamda Suriye’ye gitmektedirler. Zaten devlet, tırların Suriye’ye gittiğini resmen açıklamış bulunmaktadır.
Tırlar, devletin inisiyatifi ve Türkiye’nin takip ettiği politika çerçevesinde yollarda olduğundan içinde ne olduğu bizce önemli değildir. Gıda maddesi de olabilir mühimmat da olabilir. Kontrol ve sorumluluk tamamen devlete aittir. Araçların içlerinde görevli olanlar Türkiye’nin istihbaratı MİT’in personelleridirler. Buna rağmen arama emri veren savcıya tırların devletin bilgisi dahilinde görevli olarak Suriye’ye gittiği söylense de dinlemek istememiştir. Aramayı yapan Adana Cumhuriyet Başsavcısı polisten destek alamayacağını bildiği için operasyonu Jandarma Bölge Komutanı aracılığıyla 500 askerle yaptırmıştır. Bir savaşa gider edasıyla bu kadar askerin 3 tır için pers edilmesi akla durgunluk vermektedir.
Her haliyle ortada bir garabetin olduğu açıktır. MİT’in ve devletin bilgisi dahilinde bir operasyonel görev için farklı bir ülkeye giden Türk tırlarının yine Türk savcısı tarafından zorla aranmak istenmesi, başbakanın, devlet kurumlarının, devlet sırlarının ve devlet adabının ters yüz edilmesi nasıl açıklanacaktır? Halk arasında “bir kimsenin kendi kendine yaptığını dünya bir araya gelse yapamaz” diye bir söz vardır. Türkiye’nin kendi içinde, kendi savcısı, jandarması ve polisi tarafından dünya kamuoyu önünde düşürüldüğü durumu başka ülkeler aylarca ve yıllarca uğraşsalar yapamazlardı. Devleti yöneten başbakan ve gizli devlet bilgilerine vakıf MİT olduğuna göre savcılar bu emri, cesareti ve cüreti kimlerden ve nereden almaktadırlar. Türk devletine mi yoksa başka yerleri mi hizmet etmektedirler? İddia edildiği gibi “paralel yapı” içinde bir haberleşme sistemine sahip olarak emirleri yargı dışından bir yerlerden mi almaktadırlar?
17 Aralık’tan sonra milletin kafası karışıktır. Bu sorulara herkes farklı cevaplar verebilir. Fakat bu soruların sorulması bile artık “güven” unsurunun ortadan kalktığını göstermektedir.
Eğer tırlar gerçekten devlet emri ile görev ifa ediyorlarsa ve uyarılara rağmen savcı arama ve engel olma cüretini göstermişse bu ihanetten başka bir şey değildir. Türk tırlarının Suriye’ye gönderilmesi devletin “ali menfaati” gereği ise savcılar “kimlerin menfaati” için görev yapmaktadırlar? Ortada büyük çelişkiler ve garabet vardır. Bu gelişmelerin ileriki zamanlarda elbette hükümet tarafından bir açıklaması yapılacaktır.
Bu zamana kadar ortaya çıkan manzara anlaşıldığı kadarıyla şu şekildedir: Devlet içinde farklı bir yapılanmanın olduğu muhakkaktır. Bu yapı, Ergenekon süreciyle tasfiye edilen “derin devlet”in yerini almıştır. Son operasyonda görüldüğü gibi ortaya çıkan bu “paralel yapı”nın dış istihbarat ağlarıyla derinden ilişkili olduğu sanılmaktadır. 17 Aralık’ta başlayan süreçle hükümeti devirmeyi hedefleyen bir operasyon için düğmeye basmışlar ve süratle Ak Parti’yi iç ve dış kamuoyunda zayıflatmaya çalışmaktadırlar. Dış dünyaya karşı Ak Parti’nin ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gerçekte Suriye Ulusal Konseyi’ne değil de radikal terör örgütleri El Kaide ve IŞİD’e yardımlarda bulunduğu imajını vermeyi hedeflemektedirler. Adana yolunda durdurulan tırlarla da dış dünyaya radikal örgütlere giden silahların savcılar tarafından durdurulduğu fakat Başbakan tarafından engellendiği görüntüsü verilmek istenmiştir. Bu çevrelerin Başbakana bir savaş açtığı kesindir. Yargı yoluyla bir darbe planı hayata geçirilmek istenmektedir. Devlet içinde örgütlenen bu yapı görünürde Başbakana karşı savaş açsa da gerçekte Türk devleti yıpranmaktadır.
Bu gelişmeler Türkiye için ürperticidir. Sadece basında ve Başbakanın söylemi ile mevcudiyeti bilinen “paralel yapı”nın varlığı resmen ortaya çıkarsa Türk tarihinde görülmemiş bir ihanet olacaktır.
Temennimiz böyle bir şeyin olmamasıdır. Son dönemde ortaya çıkan organizeli yapının bir örgüt işi değil bireysel gelişmeler olması arzumuzdur.
“Paralel yapı” söylemi ile ilişkilendirilen “hizmet hareketi”nin bu organizeli yapı ile ilişkisinin olmaması en büyük isteğimizdir. Yoksa yaşanılan kırgınlık küçük bir dalga etkisi ile başlar ve bir tsunami gibi gönülleri tahrip eder.
Türkiye’nin son bir ayda yaşadıkları ve kayıpları ülkeyi seven herkesi tedirgin etmektedir.
Fakat Yaşanılan bu sıkıntıların Türkiye’nin büyüme ve kendini zararlı unsurlardan temizlemesi için güzel bir fırsat olacağı görünmektedir.
Bu günler de elbette geçer.
Her şeye rağmen Türkiye’yi güzel günler beklemektedir.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek geleceği iyi görmüş:
“Yarın elbet bizim elbet bizimdir
!
Gün doğmuş gün batmış ebed
bizimdir ! “