Prof. Dr. Osman Köse
Mekke ve Medine’deki Tahribat
29 Ocak – 11 Şubat tarihleri arasında bir grup arkadaşla beraber umre ziyareti için Mekke ve Medine’ye gittik. İslam tarihinin geçtiği yerler ile İslam dünyasının kalbi olan bu mekânlara bir tarihçi olarak giderken büyük heyecan duyduk fakat buralardaki tahribatı gördükten sonra da büyük üzüntü içinde kaldık. Bu vesileyle Mekke ve Medine izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Mekke, insanlık tarihinin ilk binası olarak kabul edilen Kâbe’nin Hz. İbrahim tarafından inşasından beri Araplar arasında hac ve panayır yeri olarak bilinmesine rağmen, asıl önemi İslam dininin bu şehirden dünyaya neşv ü nema bulmasından kaynaklanmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de “ümmü’l-kura = şehirlerin anası” olarak geçen Mekke, diğer adıyla “Bekke”, Hz. Peygambere ve Kâbe’ye hürmeten İslam âlemince her zaman saygı ile anıldı. Hz. Peygamber döneminden sonra gelen Emeviler ve Abbasiler ile Türk devletleri olan Selçuklular ve Osmanlılar da Mekke ve Medine’ye büyük önem verdiler; İslam dininin ilk çıktığı zamanlardan itibaren oluşan tarihi eserleri saygı ile muhafaza ettiler. Saygının bir tezahürü olarak Mekke her zaman “mükerreme” ve Medine de “münevvere” sıfatları ile beraber anıldı. Saygı sonucu olarak Osmanlı padişahları kendilerini “hadimü’l-haremeyn = Mekke ve Medine’nin hizmetçisi” olarak gördüler.
16. asrın başlarından I. Dünya Savaşına kadar bu bölgenin de içinde olduğu Arap yarımadasına Osmanlılar hâkim oldular. Osmanlılar döneminde Mekke ve Medine’deki tarihi doku korunmaya gayret edildi. Mekke’de hiçbir yapının Kâbe’den daha yüksekte inşa edilmesine müsaade edilmedi. Kâbe’nin korunması için yapılan ve Suudi yönteminin hala yıkmaya devam ettiği “Ecyad Kalesi” bile Kâbe’nin boyunu geçmeyecek şekilde bina edildi. Yine Medine’ye de gereken önem verilerek buradaki tarihi doku her zaman korundu. Osmanlı devleti, Birinci Dünya Savaşı ile bölgeden çekilince Vahhabi Suudi ailesi İngilizlerin yardımı ile buraya hâkim olarak 1926’da Suudi Arabistan Krallığı’nı kurdu.
Suud Krallığının mukaddes yerlere hâkim olması ile bu yörenin kaderi artık yavaş yavaş değişmeye başladı. Bu değişim hala devam etmektedir.
……….
Cidde Havaalanına inip Mekke’ye doğru giderken İslam tarihinin başladığı bu topraklarda geçmişten kalan bir ize rastlamak artık mümkün değildir. En son 400 yıl bu topraklara hâkim olan ve çok sayıda eser bırakan Osmanlılar sanki buralara hiç uğramamışlar gibi.
Mekke’ye girerken rehberimiz değerli arkadaşım Sami KESMEN hocanın bizi uyarmasıyla Kâbe’ye yaklaştığımızı ancak anladık. Batıda bir tarihi şehre girerken 17. 18. yüzyıldan veya daha eski dönemlerden kalma çok sayıda tarihi eseleri görmek mümkün. Fakat Mekke’ye girerken beton yığınları ile dolu bir şehre giriyorsunuz. Etrafta ne Osmanlı öncesi ve ne de Osmanlı dönemine ait bir eser yok. Kâbe’ye yaklaşırken, oteller ve alışveriş merkezlerinden müteşekkil devasa “zamzam tover” adlı gökdelenin burçları göze çarpmakta.
Kâbe’nin etrafı hep otellerle dolmuş. Dünyada bilinen tüm marka oteller burada da var. Kâbe, dev binalar arasında maket görünümünde kalmış. Çevredeki doğal yapılar tamamen ortadan kaldırılmış. Eğer Kâbe’yi görmezseniz, 20 – 30 sene önce kurulmuş ve inşaatı hala devam etmekte olan bir şehre geldiğinizi anlarsınız.
Kâbe’nin yanında ve revakların içinde kalacak şekilde “Miraç olayı”nın başlangıç yeri olarak bilinen ev artık yerinde yok. Bu ev, 1980’lerden önce çekilen Kâbe resimlerinde bulunmaktadır. Kâbe’nin etrafını kuşatan ve Kâbe boyunu geçmeyen Osmanlıdan kalma revaklar kaldırılıyor. Etraf biraz daha genişletilerek yapılan yeni revaklar Kâbe boyunu iki kat yukarı geçiyor. Yani Osmanlıların Kâbe’ye gösterdikleri nezaket ve saygıyı, Suud yönetiminde görmek imkânsız.
Mekke’de bulunan “Cennetül Mualla Mezarlığı” içler acısı durumda. Burada Hz. Peygamberin ilk eşi Hz. Hatice’nin kabri bulunuyor. Mezarlık tamamen düzlenmiş ve tarla görünümü haline getirilmiş.
Mekke’de Hz. Peygamber döneminden kalma ve sonradan tadilat geçirmiş çok sayıda mescid ve tarihi yapı bulunmaktaydı. Bunlarının tamamı artık tarih olmuş ve yerlerinde yok. Bu tarihi yapıların yerine betondan mescidler yapılmış durumda. Bu çerçevede Kâbe yakınında “Cin Mescidi”, “Şecer Mescidi”, Peygamberin doğduğu ev ve “Ebu Talip Mahallesi” gibi tarihi yerlerde artık beton yığınları görmeniz mümkündür.
Kâbe’nin hemen arka tarafında bulunan Hz. Peygamber’in doğduğu evin yerinde beton bir ev yapılmış ve kütüphane olarak kullanılıyor.
Ayın ikiye ayrılması mucizesinin geçtiği “Ebu Gubeys Dağı” ortadan kaldırılarak yerine krala saray yapılmış. Hz. Ebu Bekir’in evinin olduğu yere Hilton oteli ve Hz. Ömer’in evinin olduğu yere de başka bir otel yapılıyor. Hz. Ömer’in evinin yanındaki “Ömer Dağı” düzlenmeye devam ediliyor
Mekke’de bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Medine’ye 10 km yakın mesafede Uhud savaşının yapıldığı yer büyük tahribata uğramış. Savaşın olduğu mahal yerleşime açılmış. Hz. Hamza’nın mezarının da olduğu “Uhud Şehitleri Mezarlığı” tarla görünümünde düzlenmiş. Savaşın sonucunu etkileyen “Ayneyn Tepesi” büyük ölçüde ortadan kaldırılmış durumda. Ayı şekilde Medine’nin dış mahallelerinde kalan Hendek savaşının geçtiği mekânı tanımak artık mümkün değil; her tarafa evler yapılarak yerleşime açılmış.
Medine’de kalan tek tarihi görüntü Hz. Peygamber’in kabri bulunmaktadır. Aynı zamanda peygamberimizin evi de olan ve Mescid-i Nebevi’nin bitişiğindeki türbede Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in de kabirleri var.
Buradaki Hz. Bilal, Hz. Osman, Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali ve Gamame Camileri tamamen betondan yapılarak tarihi özellikleri ortadan kaldırılmış.
On binden fazla sahabenin, Hz. Ayşe dahil peygamberimizin eşleri, Hz. Osman, Hz. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Cafer-i Sadık gibi İslam büyüklerinin bulunduğu “Cennetül Baki Mezarlığı” doğal halinin dışında, tarla gibi düzlenmiş durumda.
Medine’de gördüğümüz tek hoşa giden şey Sultan Abdülhamid’in yaptırdığı “Hicaz Demiryolu Garı” ve yanında bulunan taşları Kütahya’dan getirilen Cami. Osmanlı’dan kalma bu eser de 2006 yılında Türk hükümeti tarafından restore edilerek ayakta kalması sağlanmış.
Vahhabi Suud yönetimi, İslam tarihinin geçtiği bu mukaddes yerlerde bilinçli ve maksatlı yok etme planını başarıyla uygulamış ve hala uygulamaya devam etmektedir. 1980’lere kadar hem Mekke ve hem de Medine’de tarihi yapıların büyük ölçüde ayakta durduğu ve bu tarihten sonra sistemli olarak yok edildiği herkesçe biliniyor.
Hatta uzun süredir buralarda yaşayanlar 1980’lere kadar bile Mekke’de Kâbe’den yüksekte hiçbir binanın olmadığını, çevredeki evlerin en fazla iki kat ve cumbalı olduğunu ifade etmektedirler.
İslam tarihine ait eserleri ortadan kaldırmak için büyük çaba harcayan Suud yönetiminin, Vahhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdulvahhab’ın ( 1703 – 1792) doğduğu ve öldüğü yerlerdeki tarihi eserleri korumaya büyük bir itina göstermesi büyük çelişkidir. Yine ülkenin değişik yerlerinde eski dönemlere ait tarihi kalıntıları ortaya çıkarmak için yapılan kazılar, İslam tarihine ait eserlerin planlı olarak ortadan kaldırılması ile hiç uyuşmamaktadır.
Mekke ve Medine’nin yönetim şekli artık İslam dünyasınca tartışılmalıdır.
Her şeye rağmen Mekke ve Medine’nin manevi havası insanı rahatlatmaktadır.