Mustafa Kır
MEB Bakanı Avcı'ya Maruzatımdır
Jurnalcilik ve dalkavukluk dünyanın en eski ve en iğrenç mesleklerinden biridir. İşleri; kendi arzularına uygun bir işe sahip olmak veya kendilerine tanınan bir imkanın devamını sağlamak için yönetimi elinde tutanlara ve yüksek mevkii sahibi olanlara yalakalık, dalkavukluk ispiyonculuk yapmaktır.
Özelliklerine gelince; kolay
makas değiştirirler. Haklının değil güçlünün yanında yer alırlar. Dün ak dediklerine
bu gün kara derler. Çıkarları için en yakın dostlarını, yol arkadaşlarını bile satarlar. Kaos ortamını ve dumanlı havaları çok
severler. Sevgilerinin ve arkadaşlıklarının ömrü çıkarlarının ömrüne bağlıdır.
Gözlerini şöhret hırsı bürümüş, gönüllerini
makam ve mevki hırsı
kaplamıştır. Zamanları kendilerini methetmekle ve elde etmek istedikleri makam ve
mevki sahiplerini karalamakla geçirirler. Kendilerini oldukları gibi değil,
nasıl olunması gerekiyorsa öyle göstermede mahirdirler. Çünkü
makam ve mevkilerin çalışmakla ve hak etmekle değil, yalakalık, dalkavukluk ve
jurnalcilik enstrümanlarını kullanarak elde edilebileceğine inanırlar.
Jurnalcılık
karakter bozukluğu ve toplumsal bir hastalıktır.
Jurnalcılık ve dalkavukluk bir karakter bozukluğu ve bir toplumsal hastalıktır. Bu tür insanlar söylemde sureti
haktan görünüp, eylemde ahlaki ve manevi
kuralları tanımazlar. Her şeyi kendi lehlerine döndürmek için her yolu mubah
görürler. Bunlara her dönemde ve her çağda rastlamak
mümkündür. Bunların istidat, kabiliyet, liyakat ve ehliyet sahibi oldukları
şüpheli, fakat şahsiyet sahibi olmadıkları konusunda asla tereddüt yoktur.
Şahsiyetli insanları karalamak suretiyle kendilerini pazarlama gayreti içinde olan jurnalcıların her dönemde varlığını doğal karşılamak mümkündür. Doğal olmayan şey bu tür muhteris ve düzenbazların sözlerinin muteber ve mutemet sayılarak namuslu ve şerefli idarecilerin görevlerinden uzaklaştırılmasına dayanak teşkil etmesidir.
Yönetimin
talibi değil, matlubu olmak esas kabul edilmelidir.
Artık günümüzde hak etmedikleri halde
çeşitli entrikalarla kendi arkadaşlarını
iteleyerek makam ve mevki kapmaca
oyunlarının itibar görmesi, toplum düzenini
sarsan, dini ve sosyal hayatta tedavisi
güç, derin yaralar açan bir hastalık haline geldiği sağduyu sahibi herkes
tarafından bilinen bir gerçektir. Unutulmamalıdır ki, bir ülkede
dalkavukluk ve yalakalık getirisinin değer kazanması o ülkenin sonunun
gelişinin en büyük işaretidir.
Oysaki yönetim işleri dünyada en önemli vazifelerden birisidir. Zira toplumun huzur ve güveni, maddi ve manevi alanda kalkınmışlık düzeyi yöneticilerimizin nitelikleriyle doğrudan ilgilidir. Yönetim işleri yönetici atamada yetki sahibi olanlar ve yetkililer adına yetkili kılınanlar tarafından yandaşlara, gammazlara, döneklere, dağıtılan bir ulufe değildir. Bilakis toplum içinde temayüz etmiş ilim, ahlak, liyakat, ehliyet, dirayet, basiret ve şahsiyet sahibi olanlara verilmesi gereken ağır bir mesuliyettir. Onun için yöneticilerin tayin edilmesinde yönetime talip olanların istekleri değil, işin özelliğine göre, yönetime talip olanın veya önerilenin işe göre liyakat ve ehliyet sahibi olup olmadıkları dikkate alınmalıdır. Hatta yönetimin talibi değil, matlubu olmak esas kabul edilmelidir.
Yönetim işlerinin ehillere verilmelidir!
Diğer
taraftan idare bir emanet olup, ehil
olanlara verilmesi Allah'ın emridir. Yönetim işlerinin ehillere verilmeyip,
ulufe gibi dağıtılması ise emanete hıyanettir. İşlerin ve
görevlerin dağıtımı konusunda liyakatin önemine işaret eden Peygamberimizin "İş ehil olmayan kişiye
verildiği zaman kıyameti gözle." sözü inanan insanlar için çok önemli bir uyarı kabul edilmelidir.
Özellikle; Hz. Peygamber'in “Şu gök
kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebu Zer’den daha doğru sözlü kim olabilir?”
dediği Ashaptan Ebu Zer'in bir gün: “Ya Resulellah beni
vali tayin eder misin?” talebi üzerine Peygamberimizin; “Ey Ebu Zer! Sen zayıf bir adamsın. İstediğin vazife
ise büyük bir emanettir. Bu emaneti ehil olarak alan ve üzerine düşeni yapanlar
müstesna, bu vazife kıyamet gününde bir rezillik ve pişmanlıktır.”ifadesi, yine
Ashaptan Ebu Musa el-Eş’ari'nin
rivayetine göre “Amcam oğulları ile
birlikte Hz. Muhammed'in huzuruna gitmiştik.;«Amcam oğullarının Ya Resulellah!
İdaresini Cenabı Hakk’ın sana verdiği vazifelerden birine bizi âmir tayin et!”
demeleri üzerine; Hz. Peygamberin "Vallahi biz, talip olanı veya vazife
hırsı bulunanı yönetici yapmıyoruz!" buyurması bizler için yol gösterici
olması gerekir.
Elbette herkesin sorumluluktan
kaçması halkın işlerini yüzüstü
bırakması doğru bir yaklaşım tarzı olamaz. Kendisine bir vazife teklif edilen
kimse, eğer kendi liyakatinden eminse ve
etrafında kendisinden daha ehil birisi de yoksa, teklifi kabul etmesi takdire
şayan bir davranış olarak
değerlendirilir. Durum böyle olunsa görevinde ve yaşantısında ilmi, ahlakı,
basireti, feraseti, dirayeti, kabiliyeti ve kişiliği ile örneklik teşkil
edenlerin taltif ve takdir edilmesinin
önü açılmış dalkavukların da yolu kesilmiş olur.
Sorun
sadece dalkavukların dalkavukluğunda değildir
Sorun sadece dalkavukların dalkavukluk yapmasında değildir. Sorun;
dalkavukların dalkavukluğundan, hoşlanan, güç kullanmaktan, parmakla
gösterilmekten zevk alanlara yetki kullandırılmasındadır. Sorun zararlarından
emin olmak için Allah tarafından bir emanet olarak verilen bu görevlerin ehil olmayanlara dağıtılmasında, asıl ehil
olanların bu görevlerden uzak tutulmasındadır.
Hz. Ali'(r.a.) de "Sakın insanların kötüsü ile
iyisi senin yanında eşit olmasın. Zira eşitliğin böylesi iyileri iyilikten
soğutur, kötülerin de fenalığa meylini devam ettirir." sözü ile her konuda olduğu gibi özellikle yönetim
işlerinde de ehil olanların ehil olmayanlara tercih edilmesini önermektedir.
Unutulmamalıdır ki, makam ve şöhret sahibi
olmakta ihtiras sahibi olanların bir tek amacı
vardır. Oda bu dünyada güç sahibi olabilmek, herkes
tarafından tanınmak, normal hayatta göremedikleri saygıyı makamları
vasıtasıyla görebilmek, daha iyi
imkânlara kavuşmak, sahip olduğu imkânları da yine kendi nefsinin isteklerini
tatmin etmek için kullanmaktır.
Onlar
zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular
Günümüzde dostlarının omuzlarına basa basa yükselen,
bir yerlere geldiklerinde bastıkları
omuzları tepeleyenlere makam, mevkii, mal, mülk hırsıyla adeta birbirini
satan, gammazlayan, dostuna düşman ve düşmanına dost gözüyle bakanlara; Emevi
devletinin yıkılış sebebi sorulunca ünlü komutan Eba Müslim Horasani’nin şu
sözleri ne kadar dikkat çekici ve ibret vericidir.
Onlar
(Emeviler) zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine
bağlanmak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan
düşman, dost olmadı. Ama uzaklaştırdıkları dost düşman oldu. Herkes düşman
safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu..."
Amaç, düşman
üretmek değil, dost kazanmak
olmalıdır. Dostlukların devam etmesi için gerçek dost olanlarla iyi gün dostu
olanların seçiminde titiz davranılması
gerekir. "Dostunu, senden önceki dostuyla tanı!", "Denemeden
dostlara güvenme, "Düşmanlarınla düşüp kalkan dosttan vazgeç",
"Bir dost uzun zaman aranır, güç bela bulunur, güçlükle korunur.",
Gerçek dostlar, iyi günlerinizde davet edince sizi ziyaret ederler. Kara
günlerinizde davetsiz gelirler." sözleri hepimiz için ne kadar yol
göstericidir.
Asıl
Düşman düşmanlığını gizleyendir
Düşmanlara
gelince Hz Ali (r.a.) ın ifadesiyle düşman;düşmanlığını gizleyendir. Onların
dostluğu çıkar ilişkisine dayalıdır. Onun için
"Düşmanım dinimin düşmanıdır. O, cami yapsa ben bunu “Mescid-i dırar”
kabul ederim. Şerbet verse şaraptır derim.Panzehir verse zehir diyerek
reddederim." denilmiştir. Çünkü düşmanın iyiliği kasabın koyununa ot, balıkçının
balık oltasına yem vermesi gibidir.
17 Aralıkta gerçekleştirilen kolluk operasyonu
ile başlayıp hala devam eden Cemaat-Hükümet” tartışmasının arkasına gizlenerek kendi
menfur emellerine ulaşmak için; olağanüstü dönemler dahil, her dönemde arkasına, önüne sağına soluna bakmadan ve hiç
bir menfaat peşin düşmeden davayı omuzlayan
gönül ve dava adamlarının jurnalciler
ve dalkavuklar tarafından "bu da şucu"
, "bu da bucu " denilmesi üzerine
görevlerinden uzaklaştırılması veya sürgün edilmesi işin daha garibi, yerlerine
bir kısım dalkavukluk, jurnalcilik yapanların getirilmesi dalkavukluğun ve
yalakalığın pirim yaptığının göstergesidir. Bu
davranış içinde olanların sözlerinin belge kabul edilip hiç bir araştırma ve
incelemeye tabi tutulmadan buna göre
işlem yapılması sonra da "Pardon" denilmesi hangi dava ile, hangi
yönetimde ilkelilik anlayışıyla izah edilebilir?
Hayra delalet eden hayrı işleyen,şerre delalet eden de şerri işleyen gibidir.
Asılsız isnatlara kanarak haksızlıklara vesile olmak, bu fiili işleyen ahlaksızların ahlaksızlıklarına ortak olmanın yanında haksızlığın ve hukuksuzluğun yayılmasının da yolunu açmaktır. Unutmayalım ki,"Hayra delalet eden hayrı işlemiş gibi, şerre delalet eden şerri işlemiş gibidir." Saygılarımla arz olunur.