Hamza Yürekli
Sendikaların 1 Mayıs ve 15 Mayıs Hesapları
1 Mayıs işverene karşı, işçilere daha iyi çalışma şartları oluşturmak adına emek ve dayanışma günü olarak kutlanır. Özellikle Batı ülkelerinde, çalışma saatlerine karşı başlamış olan işçi eylemleri, sermayeye karşı çalışanlarında insan onuruyla yaşama hakkını elde etmeye yönelik mücadeleyi esas alır. Ancak süreç içerisinde bu anlayış siyasallaşarak, belli mihraklar tarafından, iktidarlara karşı işçileri muhalefetin taşeronu konumuna düşürmüştür. Üzülerek belirtelim ki işçilerin bu kutsal mücadelesi, emek temsilcisi olduğunu söyleyen sendikalar eliyle bu noktaya indirgenmiştir
Yine 15 Mayıs ise, 25 Haziran 2001 yılında çıkan, 4688 Sayılı, Kamu Görevlileri Sendika Yasası doğrultusunda, o yılki yetkili sendikanın belirlendiği, mutabakatların imzalandığı tarihtir. Her iki tarih arasında 15 gün gibi kısa bir zaman dilimi olur. Birinci tarihte bir haykırış, bir mücadele, bir hak arama, bir alın teri ve bir insani duruş sergilenmesi esas olmalıyken, ne yazık ki kutsal alın teri mücadelesi, işçilerin elinden alınmıştır. Öyle ki; sokak gösterileri hak aramak şöyle dursun, esnafa, millete, devlete ve geleceğimize saldırıların merkezi halini almış. 1 Mayısların işçilerin “bayram!”ı olmasından, bayram etmesinden vazgeçtik, milletin kâbusu haline dönüştürüldüğü bir realite olarak yıllarca sürmektedir.
Diğer taraftan memur sendikaları 1 Mayısları, 15 Mayısların hesapları ile geçirmeyi yeğlemektedirler. Mevcut iktidarların yakınında duran bir sendika için “görev tamamdır, 1 Mayıs eylemlerine alternatif oluşturabildik ve 15 Mayıs mutabakatlarında yetkiyi biz aldık” deme fırsatı olarak kullanılmaktadır. Bu A iktidarı ve sendikası, B iktidarı ve sendikası fark etmiyor. Hep aynı. Zira kadrolaşma tutkusu iktidarlarla sendikaları ya yandaş ya da karşıt olarak bir araya getiriyor yada getiremiyor.
15 Mayıs muhalif sendikalar için de farklı bir anlam taşımıyor. “Kadroları kaybetsem de yine büyüdüm, ensenizdeyim veya ilk günkü gibi dimdik ayaktayım” diyebilmenin ötesine geçmiyor.
Oysa sendikalar, işverene karşı, işçinin haklarının korunması ve geliştirilmesi ana temasıyla kurulmuş kurumlardır. Bir başka değişle; sermayeye karşı alın terini, beyazlara karşı zencileri, burjuvaya karşı halkı, efendilere karşı köleleri, en net ifadesiyle zalime karşı mazlumu savunmak ve korumak için kurulmuşlardır. Sendikalar, asgari ücret ile 4-5 çocukla geçinme mücadelesini veren gerçek emekçiye sahip olamamanın burukluğunu, yüreğinin en derin kısmına kadar hissetmelidir. Hasta olan bir çocuğun tedavisine para yetiştiremeyen anne ya da baba emekçinin, o ruh haliyle hâllenebilmelidir. Kış günlerinde parçalanmış ayakkabıyla, adeta dünyanın yükünü çantasına sığdırmış ve sırtlanmış olan o yavruların sırtındaki yükü almaya talip olmalı değil midir sendikalar???
Memur sendikacılığı sendikal ontolojinin neresinde? Böyle bir soruya tüm sendikaların acilen cevap aramaları gerekir. Aksi takdirde iktidarlar gibi bir gün muhalefet bir gün iktidar olursunuz. Ama sendika olamazsınız. Kemiyeti değil keyfiyeti merkeze alın artık. Unutmayın ki bugün size yetkiyi kazandıran çalışanlar, yarın bir başka sendikaya aynı çalışanlar yetkiyi verecektir. Fakat sermayenin ezdiği, köleleştirdiği asgari ücretliler değişmeyecektir. Bu anlamıyla ülkemizde ya sendikalar yok, ya da asgari ücretliler. Asgari ücretlilerin sayıca milyonlarla var olduğu bir gerçek. Peki ya sendikalar?
Bu yazının tüm hakları GazeteKamu.com'a aittir. "www.gazetekamu.com" biçiminde bağlantı kurulabilir, açık kaynak gösterilmek kaydıyla içerik kullanılabilir.