Şükrü Kolukısa
Türkiye’de Sendikacılığın Serencamı (I)
SENDİKAL GELİŞİM: SANAYİ
DEVRİMİ-DEMOKRASİ-HUKUKİ ZEMİN
Çalışanların, çalışma
yaşamına ilişkin sorunlarını çözmek, ortak çıkarlarını ve haklarını korumak,
geliştirmek için kurdukları bir örgüt olan sendikalar; üyelerin diline, dinine,
rengine, siyasi görüşüne bakmaksızın bütün çalışanları kapsaması gereken, ortak
hak ve çıkarlar söz konusu olunca koro halinde aynı şeyi söyle(yebil)en, çıkış
noktası olarak ekonomik hakları temele alan, yönetim ve ifade biçimi
demokrasiye dayanan, bir sınıfı veya meslek grubunu çatısı altında toplayan, devlete,
siyasi iktidara, partilere karşı bağımsız bir birliği etkin bir güce dönüştüren
organizmadır. Başka bir söyleyişle; yeryüzünde
ilk yenen hakka, ilk çiğnenen hukuka karşı duruşun kadim dalgasının, tarihin
sarmalından süzülerek günümüze ulaşan en etkin uyarlamasıdır.
Avrupa ülkelerinde köklü bir geçmişe sahip olan sendikacılık, sanayileşmenin başlamasıyla daha çok üretim daha çok çalışma ve daha az maaş anlayışının çalışanı sömürmesi, kapitalizmin azgın iştahının tahribatının artarak çalışanı mağdur ve mahrum etmeye başlamasıyla ilk filizlerini veren, sonra birçok badire atlattıktan sonra gerçek kimliğini bulan, çalışanları koruyucu ve kollayıcı bir mevzuata ve hukuka ancak kavuşan sendikacılığın Türkiye’de ki seyri, ülkenin her alanında olduğu gibi siyasi çalkantı ve darbe dönemlerinde akamete uğrayarak güdük kalmış, budanmış, bir türlü fışkın verme iklimi bulamamış bir serüveni vardır.
Türkiye sendikacılığının bu günkü bulunduğu
özgürlükler kavşağı noktasındaki koordinatlarını doğru tayin edebilmemiz için,
Türkiye’de sendikacılığın ilk çıktığı noktadan hareketle içinde bulunduğu o
günkü şartlarıyla birlikte değerlendirerek mecrasını titizlikle takip etmeden
bu noktaya nasıl geldiğini (sürüklendiğini)
anlamak pek mümkün olmayacaktır.
1830 yılında
Osmanlı Döneminde ilk işçi hareketi olarak sayılabilecek, tarım işçileri
direnişi çok sert yaptırımlara maruz kalıp “nizamnameler” ile bastırıldı ve bu eylemler(üretimi
durdurma) vatan hainliği olarak damgalandı. Bu topraklarda sendikacılık daha ilk uç verdiği günlerde “deli gömleği”
giydirilerek olumsuz nitelendirmelerle sindirilen; kutsal sayılan devlete
karşı, hak aramak gayrı meşru bir eylem olarak addedildi ve hafızalara anarşizm
olarak kazındı. Devlet söz konusu olunca kaderci bir duruş, “devlet ne derse
doğrudur, devletin bir bildiği vardır, devlete sırtını daya, gerisi ne yana”
mantığınca egemen güçlere sunulan kurbanlar ve onlara yakılan gizli ağıtlar, bu
dramları yaşayan şahısların kişisel tarihlerinden çıkıp ta bir türlü sendikal
hafızayı oluşturacak resmi tarihe kavuşamadı.
Tam bir tarih verilememesine rağmen genellikle 1871’de İstanbul’da Ameleperver Cemiyeti’nin kurulması ve bundan 1 yıl sonra 1872’de tersane işçileri grevinin yaşanması Türk sendikacılık hareketinin başlangıcı kabul edilir. Türkiye’de sendikacılık başlarda sadece işçileri ilgilendiren, kamu çalışanlarının dışarda tutulduğu, memurlarının devlete karşı örgütlenmesinin akıllara dahi getirilmediği dönemlerden geçti. İşçi sendikacılığına uygulanan sindirme politikalarının da etkisiyle Türkiye’de memur sendikacılığı geç dönem bir sendikacılıktır. Avrupa ülkeleriyle Türkiye arasında yaklaşık yüz yıllık bir fark vardır. Anayasasında memurlara örgütlenme hakkı tanımayan ülkelere göz attığımızda sadece üçüncü dünya ülkelerini ve yakın bir zamana kadar Türkiye’yi görebiliyorduk. Sürekli kendisini Avrupalı olarak lanse eden ama Avrupalılığı özenti bir hayatı dayatmanın dışında hiçbir alanda yaşatamayan ülkenin bu açmazının elbette siyasi ve sosyo-politik bazı sebepleri var.
Not: “TÜRKİYE’DE SENDİKACILIĞIN SERENCAMI” yazı dizisi devam edecek.
Gelecek yazı: Türkiye’de Sendikacılığın Siyasal İklim
Geçişleri.
Bu yazının tüm hakları GazeteKamu.com'a aittir. "www.gazetekamu.com" biçiminde bağlantı kurulabilir, açık kaynak gösterilmek kaydıyla içerik kullanılabilir.