Şükrü Kolukısa
Türkiye’de Sendikacılığın Serencamı (4)
SENDİKALARDA İDEALİZM-REALİZM SARKACI VE
İDEOLOJİLER
Sendikacılık sosyolojik tabirle baskı grubu niteliğinde bir yapılanmadır. Dolayısıyla sendika; çağın gidişatına müdahil olan, zarif bir mücadele stratejisi izleyen, yapıcı, eleştirel dili isabetli kullanan bir ruha sahip olmalıdır. Sendika için vaz geçilmez bir unsur olan eleştirel düşünce de geçmişi günümüze aktaran tarihsel bir izleği takip etmelidir.
Var olan sistemi, yegâne mümkün olan çalışma düzeni, en iyi toplum yönetimi, insanlığın en normal hâli olarak sunma ve dahası bunu dayatmagayretlerine karşı her zaman toplumsal kodlara uygun alternatifler sunmak, sendikacılığın toplumsal devinim açısından en başat ödevlerinden biridir. Bunu besleyecek, düşünceleri damıtacak güçte; eleştirel akıl kültürüdür.Eleştirel akıl kültürünün gelişmesi ve yerleşmesi için demokratikleşme şarttır bu minvalde demokrasi mayasına bir beherde sendikalar katkıda bulunmalıdır.
Sendikal
düşünce, tarih boyunca ezilen ve sömürülen insanların eşitlik, adalet, özgürlük
için yürüttüğü mücadeleyi kendi mücadelesine aşılayarak direnme hafızasını
canlı tutmakla mükelleftir. Bu konuda GunterHolzmann deyimiyle: “Yarınlardaki
mücadele için, daha özgür, daha âdil, daha eşitlikçi, daha kardeşçe ve
dayanışmacı bir dünya için, mücadele hafızamızı canlı tutmalıyız.”
Ülkemizdeki hafıza sorunlarının başında gelen, yakın tarihe uzak; uzak tarihe daha yakın oluşumuzdur. Tarih yakınlaştıkça tarihe dair bilgilerde kapılar kapanmakta, çelişkiler artmakta ve çeşitli karanlık noktalar sezilmektedir. Bu tarihsizlik tarihi içerisinde; darbelerle gelişimi sürekli akamete uğratılan sendikalar köklerini ta kadim dönemlere kadar uzata bilmelidir.Evrensel aklın ürünü temel ilkelerle, sendikal tarihe mal olmuş argümanlar yerel mücadele alanıyla örtüştürülmeli, yerellikten evrensele uzanan ve evrenselden yerelliğe indirgenen bir med-cezirle akademik ve kültürel miras bugünden temlik edilmelidir.
Bu gün Türkiye’deki işçi sendikacılığı yıpranmış, gerilemiş, halk nezdinde itibarsızlaştırılmış, memur sendikacılığı da birçok meslek erbabı tarafından hala mahiyeti anlaşılmamış durumdadır. Türkiye sendikacılığı tarihsel bir yörüngeye girmeli, istikrarlı bir şekilde devinimini sürdürmelidir. Bundan sonra darbelerle, siyasi manipülasyonlarla, sosyal afetlerle yok edilebilecek, akamete uğratılarak tarihsel anlamda dününden kopuk, yarınından uzak, bilinç kaybına uğramış, her dönemde emekleyen, bir türlü ayakları üzerinde doğrulup yürüyemeyen makûs bir talihe duçar olmaktan kurtulmalıdır.
Sendikalar reel dünyadaki sorunlarla doğrudan bağ kurmalı, sosyal olaylara ve siyasi evirilmelere maruz kalan değil, etki edip yön veren olmalıdır. AntonioGramsci’nin ifadesiyle:“devrimci olan sadece gerçeğin kendisidir” tümcesinden hareketle sendikacılık idealleriyle, günümüz gerçekleri arasındaki durması gereken noktayı çok iyi tayin etmeli, olaylar ve olgular karşısında pozisyon sorunu yaşamamalıdır. Siyasi yalanlar ile sosyal gerçekler arasında orta bir yol tutmak yerine doğrunun ve gerçeğin yanında tereddütsüz saf tutmalıdır.
Cehennemin en karanlık noktasının kriz anında tarafsız olanların olduğunu unutmamalıdır. Çoğu zaman sorunun büyümesi, kötülüğün yayılması yanlış duruş içinde olanlar ve tarafsız kalanların eliyle olduğu bilinmelidir. Her yapılanmanın sosyal döngü içerisinde mutlak yerine getirmesi gereken bir rolü vardır, sendikalar günümüze sıhhatli bir demokrasi, adil ve eşitlikçi bir çalışma ortamı için vazgeçilmezdir. Bu bağlamda sendikacılığın misyonu mesleki alanda veya ülke gündemindeki, var olanı eşeleyip-deşelemek, görünür ve anlaşılır kılmak, oradan hareketle de dönüştürmeyi ve değiştirmeyi potansiyel bir olasılık haline getirmektir. Başka türlü söylersek, sendikal düşünce her zaman alternatif düşüncedir, mevcut yapıyı aşmayı amaçlayan diri düşüncedir.
Bu rollerin sağlıklı bir şekilde yerine getirilebilmesi için sendikalar sürekli olarak kendini yenileyebilmeli, kurum içi demokrasiyi aksatmadan işletebilmeli,üyelerinin eleştirilerine kulak vererek onların nabzını iyi tutmalıdır. Kendi üyelerinin evi, potansiyel üyelerinse her an sığınabileceği bir sığınak olduğu gerçeğini bilinçlere işleyebilmelidir.
Bugün her ne kadar sendikalar üst kurumlarla (konfederasyonlarla) temsil kabiliyetlerini üst seviyede tutsalar da, ülkenin derin sorunlarına neşter vurma, geleceğe dair büyük adımlar atma gibi büyük olgular bir yana ortak bir basın bildirisi hazırlama, bir günü ortak kutlamanın basın bildirisinin paragraflarında anlaşma konusunda bile sorun yaşamaktadırlar. Bu tabanda her ne kadar rahatsızlık yaratsa da bu rahatsızlık üst yönetimleri rahatsız edecek düzeyde gerçekleşmemektedir. Bunun başlıca sebepleri;sendikaların geçmiş dönemlerde darbelerle kapatılması, sindirilmesi, budanması, dernek statüsüne indirgenmesidir. Ağır bedeller ödemiş bu oluşumlar siyasi kriz dönemlerinde ayrıştırılarak, kaotik olaylarla birbirine düşman hale getirilmiştir. Siyasi tarihi kökenleri itibariyle birbirinden kopmuş bu yapılar, temsilprofilleri açısından henüz bir birine yaklaşmadığı, asgaride olsa ortak bir mücadeledili oluşturamadığı için yakınlaşmadan daha ziyade kaçınma sendromu yaşamaktadır.
Bu uzak durma-yanyana gelmesendromu sendikalar arası rekabette acımasızlığa, basın açıklamalarındaysa kaba bir dilin kışkırtıcılığıyla yaftalamaya dönüşmektedir. Sendikalar birbirlerini aynı suçlarla itham etmekte, kavgayı doğru adrese yönelterek kazanım elde etmeyi değil kavgayı büyütüp sağa-sola sıçratarak üye devşirme yolunu tercih etmektedir.
Bazı sendikalar bazı siyasi partilerle organik ilişki içindeyken, toplantılarını parti binalarında yapıp, her eylemi birlikte planlayıp sahada birlikte uygulama yaparken kendi burnunun dibindeki merteği görmezden gelerek başkasının gözündeki çöpe söz getirip; kendisinden siyasa bakımından çok daha bağımsız bir sendikayı “yandaşlık”la suçlayabilmektedir.
Yetki yarışının sonunda üç büyük konfederasyonun üçü de yetkili olarak masaya oturmuş, hepsi sözleşme(görüşme) yapmanın türlü hallerini tecrübe etmiş olmaları itibariylebirbirine tecrübe aktarımı yapıp üyelerine çağ atlatacak kazanımlar elde etmek yerine sataşma, süreci akamete uğratma, “masadaki kaybetmiş olsun ki sahadaki benim olsun” gibi güdük bir amaca teşne olmaktadır.
Hâlbuki kendi yetkili sendika oldukları dönemlerde “yasanın yasa olmadığı için (toplu görüşme yasası) masanın da masa olmadığı” gerçeğini çok iyi bilenler olarak; kendisinin de aynı gerekçelerle rica minnet masasından boş kalktığını iyi bilip, bu düzen böyle devam etmemeli diyerek, yetkili sendikaya destek olup, onun teklifi olan yasa değişikliğine gerekirse katkıda bulunarak, referandumda“evet” diyerek sendikacılığın en büyük sorunu olan yasayı düzeltmek yerine “hayır” da hayır vardır sloganıyla ve abisinin verdiği taktikle sahaya çıkıp sendikacılığın daha geniş bir hukuki zemine oturmasını baltalamış; bunu da vatanseverliğe saymıştır.
Kişisel ve kurumsal kimlikte Evet-Hayır dengesi ruhsal sağlığın göstergelerinden biridir. Uzmanlara göre sağlıklı bir sosyal duruş için kişilerde(kurumlarda) Evet-Hayır dengesi iyi ayarlanabilmelidir. Bu ben ve diğerlerinden oluşan iki kefenin sağlıklı bir salınımla, verimli bir ilişki kurmasını sağlayan önemli bir ölçektir. Ancak bazı sendikalar benliğini istila etmiş bazı ideolojik hastalıkları sebebiyle her şeye “hayır” demeyi muhalefet sanmakta, muhalefetin uyarıcı dilini tehdit, eleştirel dilini hakaret, yapıcı tarafını da kayıp olarak görmektedir. Olaylara, akıl, bilim, manevi iklim, sosyal kazanç ve istikrar bağlamından daha ziyade, husumet, kriz arayışı, yara deşici bir mantıkla yaklaşmaktadırlar. Bu da üye profili açısından sendikaları homojenleştirmekte tek tip üye çıkmazına sokarak farklılıkların zenginlik olarak algılandığı hoşgörü dünyasından çıkarıp farklılıkların ayrılık ve aykırılık olarak algılandığı yoz bir dünyaya sürüklemektedir. Oysa sendikalar siyaseti bir çözüm aracı, alternatif sunma erki olarak algılamalı siyasi partilere etiyle kemiğiyle angaje olup genel merkez ve il yönetimlerini bile belirleyemeyen bir yanaşmalıktan kurtulmalıdır.
Darmadağınık, birbirinden kopuk üstelik alt oyma, ayağından çekiştirme hamleleriyle bezeli, günü ve yeri geldiğinde ortak bir perspektife sahip olamayan, alternatif çözüm projesinden mahrum, sosyal hareketlerin, “sivil toplum örgütü” denilen taşı mobilize etmesi mümkün değildir. Mağduriyeti ikna edici bir haklılık diline dönüştürmek, kitle eylemleri arasında tutkal işlevi görmek, tümel bir perspektif sunmak, bütünleştirici bir politik proje ve örgütlülük tüm sendikaların temel sorumluluğudur. Zira sivil toplum söylemi dâhilinde faaliyet gösterenler, karşı oldukları, mücadele ettikleri, şikâyet ettikleri durumu yaratan gerçek nedenleri sorun etmeli, şeylerin gerçek nedenlerini sorun etmeden, bölük- pörçük, “kısmî” mücadelelerle bir şeyler kazanmak, taşı yerinden oynatmak mümkün değildir.