Kadının Sesi
Kadınlar Seçilme Hakkını Ne Zaman Kazandı?
Türk modernleşme projesinin kadınlar üzerinden
yürütüldüğü , modernleşmenin yada bunun
karşıtı olan geri kalmışlığın göstergesi
olarak kadın kıyafetinin kabul edildiği bir geçmişe sahibiz. Kadınların kendi
arasında kategorize edildiği , üst ve alt sınıf ayrımına tabi tutulduğu bu
anlayış bugün de hala varlığını korumaktadır. Yıllarca’ modern-prezentabl’
kadın kimliği medenileşmede , ilerlemedeve dolayısıyla batılılaşmada
esas-ölçü alınmış diğer kimlikler ve
değerler buna göre makbul yada sakıncalı kabul edilmiştir.
Kıyafetlere indirgenmiş, çarpık bir anlayışın ürünü olarak kamusal alan adı altında yalnızca modern olanın tezahür etmesine izin verilen ve kadınlara yönelik her türlü yasakların ve tanımlamaların bu kavram üzerinden yürütüldüğü sanal bir alan oluşturuldu. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren başörtülü kadınlar, kamudaki tek tipli yapıyı aşındırma tehlikesi taşıdıklarından sakıncalı kabul edildiler. Dolayısıyla onlar Cumhuriyet elitlerinin ayrımcı kafa yapısına göre kesinlikle kamusal alanda tezahür etmemesi gereken kadın profiline sahiptiler. Yıllarca başörtüsü modern karşıtlığı, köylülük ve taşralılığın göstergesi olarak kamusal alanda asla var olmaması gereken bir simge olarak görüldü. Öyleki bu çarpık anlayış en alt düzeydeki memur kademesinden milletin temsil makamı olan Türkiye Büyük Millet Meclisine kadar sirayet etti. Kadın nüfusunun %70’ inin başörtülü olduğu ülkemizde bu kadınlar yıllarca gerçek anlamda temsil hakkından mahrum bırakıldılar.
Esasında kendisi siyasal davranan,başörtüsünü siyasal simge olarak gören, başörtülükadınların dini veya geleneksel baskı ve dayatmalarla örtündüğünü kabul eden egemenlerin gözden kaçırdığı husus ; bugün artık çoğu bir değil iki üniversite mezunu yada yüksek lisans diplomalı olan bu kadınların annelerinden farklı olarak başörtüsünü taşralılığa, gelenekselliğe,baskıcı ve dayatmacı anlayışlara karşı, kararlı bir duruşa dönüştürmüş olmalarıdır.Bu kadınlar eğitim ve çalışma hayatına dahil olmak için verdikleri mücadeleler sırasında uğradıkları zulüm ve haksızlıklara rağmen güçlü ve öncü kadın rolü ile kimliklerini doğrudan, birinci elden temsil eden bireylere evrilmişlerdir. Bugün tüm kemalistlerin ve laiklerin anlaması gereken nokta budur.
Dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in , milletin kendisini temsil için seçtiği, başörtülü bir vekil olan Merve Kavakçı için söylediği ‘Şu kadına haddini bildirin, çıkarın bu kadını dışarı’ sözlerinin TBMM’ye düşürdüğü gölge ancak başörtülü milletvekillerinin hadlerini aşarak! serbestçe bu kuruma girdikleri 31 Ekim 2013 tarihiyle giderilmiştir. Gerçek anlamda kadınlar seçilme hakkına 5 Aralık 1934 değil 31 Ekim 2013 tarihiyle sahip olmuşlardır. Bu konudaki gerçek tarih budur. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti 1934 yılında değil ancak bu tarihten 79 yıl sonra 2013’te çağdaşlaşabilmiştir. Hepimiz ellerimizi vicdanlarımızın üzerine koyalım ve insaf edelim, kadınlarının %70’inin gerçek anlamda temsil edilemediği, çağdaşlıktan uzak ve geri görüldüğü, saplantılı bir şekilde kamu dışına itildiği bir ülke gerçek anlamda medeni kabul edilebilir mi?
Artık devletin otoriter bir tavırla bireyleri dizayn ettiği, çekidüzen verdiği bir dönemden bireyin merkeze alınıp hak ve özgürlüklerin esas kabul edildiği bir döneme geçmeliyiz. Devletin milletinden, milletin devletine geçme gerekliliği kadın konusunda da kendini göstermelidir. Bu anlamda 2010 Referandumundan sonra ülkemizde önemli ve ümit verici gelişmeler yaşanmıştır. Öncelikle üniversitelerde,genç kızlarımızı acımasızca kıskaç altında tutan, onların kimliklerini, kişiliklerini baskılayan yasaklamalarkaldırılmıştır. Ülkemizi saran özgürlük rüzgarıyla da bu dayatmacı uygulamalar 8 Ekim 2013’ te kamuda da tarih olmuştur. Siyasal temsil noktasındaki yasağın kalkmasıyla da zaten hukuken var olmayan önemli bir eşik aşılmıştır.
Şunu açıkça belirtmek gerekir ki kadın konusunda yapılacaklar bunlarla sınırlı değildir.Bu alanda atılması gereken pek çok adımvardır.
Toplumun yarısını oluşturan kadınlar başta siyaset olmak üzere hayatın her alanında daha güçlü ve etkin şekilde yer almalıdırlar
Kamusal veya özel alanda karar mekanizmalarında kadın sayısının çok düşük olması birçok konuda kadın bakış açısınıngözardı edilmesine ve bu durumdan kaynaklanan sorunlaraneden teşkil etmektedir.
Dini, etnik, siyasi ve cinsiyetçi hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan insanca yaşamak kadın, erkek bu ülkedeki her bir vatandaşın en temel hakkı ve beklentisidir. Devlet artık milletine kulak vermeli, gerçek anlamda medenileşmenin gerektirdiği çalışmaları hızlı, etkin ve kararlı bir şekilde yapmalıdır. Cumhuriyetin 100. kuruluş yılı olan 2023’e ulaştığımızda her alanda kalkınmış, ilerlemiş, müreffeh, insan hak ve özgürlüklerine saygılı özgür bir Türkiye hepimizin özlemidir. Bu ülkenin vatandaşları olarak her birimiz bu özlemin gerçekleşmesi için üzerimize düşenleri yapmalıyız. Unutmayalım ki insan haklarına saygılı, müreffeh bir ülkede hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmadan güven içerisinde ve özgürce yaşamak hepimizin hakkıdır.
Eğitim-Bir-Sen Kadın Kolları Başkanı
Safiye Özdemir