Sokak Savcısı
Sakın Arkana Bakma Müdürüm
Hadi gidiyorsun!
Yürekten kan gidiyor sen gidiyorsun
Her şey gidiyor
Gökte bulut, dağda kar, düzde kervan gidiyor
Solgun bir gül oluyor insan
Bir demet kır çiçeği ölüyor, sen gidiyorsun…
...ve birazdan ‘BAŞARILI’ okul yöneticilerinden biri daha ayrılacaktır okulundan. Oysa ne çok acıya tevazu göstermiştin… Saçlarını bu okulda çalışırken ağartmış, yüzündeki çizgiler emanet bırakılan çocuklarımız için, çalışırken derinleşmişti. Yirmili, otuzlu yaşları bu kutsal meslek için geride bırakmıştın. Evinde gün erken başlıyordu. Güneşin ışıkları, kasabaya henüz vurmadan, yatağından kalkardın. Vakit gelince, kapıyı çekip, çıkardın evden. Belki bir öğrenci erkenden gelmiştir, üşümesin diye, telaşlı adımlarla geçiyordun tek başına sokaklardan. Yine tek başına çıkıyorsun yolculuğa... Otogara döndü okulun bahçesi, uğurlamak için gelenlerle... Yanımdaki Mehmet öğretmen sanki sevdiğini yolcu ediyor bilmediği bir şehre... Gözyaşları karışmış birbirine. Zaman durmuş... Eski günler canlanıyor gözünde. Öğretmenler odasına girişin ve tiryakisi olduğun kahveyi, hem kendine, hem de öğretmenlere yapışın... Aklıma diğer fedakarlıkların geliyor apansız... Bu haksızlıktı. Öğrencilerin birçoğunun ayakkabı bağını bağlamış, yakalarını iliklemiş, dağılan saçlarını tokalamıştın. Yoksul olanların çeşitli ihtiyaçlarını karşılamış, onların minicik kalplerini fethetmiştin. Oysa bu kadar emek verdiğin, sevdiğin öğrencilerinin şimdi seni ‘başarısız müdür’ bilmelerini kabullenemezdin.
Sensiz okul, susuz değirmen misali... Okula erken gelişlerinin hemen ardından,”Günaydın öğretmenim.”diyen sesler yankılanıyordu koridorlarda. Ya kahve içememiş öğretmenler. On, on beş dakika sonra birer - ikişer gelmeye başlarlardı yanına.
Anlamıyorum neden feragat etmek zorundayız senden, anlamsız kalıyor sorular. Gideceksin birazdan, ileriye doğru bir adım atmanın bu kadar zor olduğunu bilmezdim hiç. Her gün yaptığımız bir şeydi oysa. Bir sınavdı bu, bir tür değerlendirme! Kahrolası bir sözlü sınav işte... Çok şeyi aldı götürdü bizden, okulumuzdan, yurdumuzdan. Donup kalıyor insan... Tanımlayamıyor, adını koyamıyor bu kopuşun. Yeni bir hayat var önümde diyemezsin... Çıldırırsın...
Kolay değil bir yalan bu
Yaralayan kanayan koca bir yalan
Yalan işte…
Dışarıda pırıl pırıl bir hava... Güneş, kasabayı ısıtmaya çalışıyordu. Havanın oksijeni sana yetmiyordu. Boğazın düğüm düğümdü. Birilerinin tesellisine nasıl da ihtiyacın vardı. Kocaman okul bahçesi sana ve bize dar geliyordu. Oysa, hani seni bu öğretmenler, bu anne babalar, bu öğrenciler seçecekti! Birileri vuslatı koparacaklardı ve BAŞARDILAR ‘başarı’ adına. Oysa daha dün, bu kasaba okulunun bahçesine girenlerin “Burası kolej mi?” diye sorduklarında nasılda heyecanlanırdın mutluluktan.
Dağ kasabasının şefkatli babası, bak en yaramaz öğrencimizin sözleri işliyor ciğerlerimize; ‘Öğretmenim, sizi çok seviyoruz. Sizden ayrılmak istemiyoruz’ diyor hıçkıra hıçkıra. Pencere kenarındaki çiçeklere bak. Onların bile boyunlarını bükük. Senin gözünde çiçekler, çocuklardan hemen sonra gelirdi. Çiçekler de aynı çocuklar gibiydi. Eğer onlara sevgiyle yaklaşır, ilgi gösterirseniz; emeğinizin karşılığını hemen veriyorlardı. O nedenle çiçekleri çok seviyordun. Nereye gitsen, önce çocuklar dikkatini çekerdi, sonra da çiçekler… Senin sanatçı ruhunun eseriydi hepsi.
Burada olduğun sürece bizleri temsil edişinle gurur duyduk. Burukluğumuzu belli etmemeye çalışsak da, saklayamadık. Onun için;
Sakın Arkana Bakma Müdür! Yoksa Bırakmayız...
Saygılar.
Bu yazının tüm hakları GazeteKamu.com'a aittir. "www.gazetekamu.com" biçiminde bağlantı kurulabilir, açık kaynak gösterilmek kaydıyla içerik kullanılabilir.