KÜLTÜR
Medreseden darağacına uzanan bir ömür
Cumhuriyet'in ilanından sonra yapılan inkılâpların en önemlilerinden biri de hiç şüphesiz şapka inkılâbı olmuştur. Her alanda "Batılılaşma" amacı taşıyan değişim sürecinde, kılık-kıyafet hususu da göz ardı edilmemiştir. Batı medeniyetinin bir bütün olarak benimsenmesinden yana olan Mustafa Kemal Atatürk, yapacağı bu inkılâbın ilk işaretini aslında Erzurum Kongresi öncesinde vermiştir.
ŞAPKA İÇİN İLK İŞARET ERZURUM KONGRE'SİNDE VERİLMİŞTİ
Mazhar Müfit (Kansu) Bey'in hatıralarında naklettiğine göre, Mustafa Kemal Paşa, 7-8 Temmuz 1919'da "Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir." demişti. Bunun için de şartların olgunlaşmasını beklemiş, zamanı geldiğinde ise tatbik mevkiine koymak için harekete geçmişti. Şapka inkılâbının gerekçesini ise, yıllar sonra Nutku'nda şöyle açıklayacaktı:
"Efendiler, milletimizin başında, cehil, gaflet ve taassubun ve terakki ve temeddün düşmanlığının, alamet-i farikası gibi telakki olunan fesi atarak onun yerine bütün medeni âlemce serpuş olarak kullanılan şapkayı giymek ve bu suretle, Türk milletinin medeni hey'et-i içtimai'yyeden, zihniyet itibariyle de hiçbir farkı olmadığını göstermek bir lâzıme idi."
İşte bu amaçla ilk olarak hükümet, ordu için 1925 yılı ilkbaharında "siper-i şems" adı verilen ve aslında şapkadan başka bir şey olmayan, başlığın giyilmesine dair bir karar aldı. Böyle bir ortamda kılık-kıyafet devriminin ilk adımı atıldı ve Mustafa Kemal Paşa, 24 Ağustos 1925'te Kastamonu'ya gitmek üzere yola çıktı. Şehre girişinde halkı başı açık olduğu halde elinde bir panama şapkasıyla selamladı. Artık sosyal alanda yapılacak inkılâp ve değişimler başlıyordu. Şapkayı, Türkiye'yi batı uygarlığına yaklaştıracak ve onu medeni kılacak bir vasıta ve yüksek bir amaç olarak gören Mustafa Kemal Paşa, İnebolu'da yaptığı konuşmasında:
"Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir"
"...Bu gidiş zaruridir. Bu zaruret bizi yüksek ve mühim bir neticeye isal ediyor. İsterseniz bildireyim ki bu kadar yüksek ve mühim bir neticeye vusul için lazım gelirse, bazı kurbanlar da verelim. Bunun ehemmiyeti yoktur. Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir. O, gafil ve itaatsizler hakkında çok bi-amandır..." Diyor ve "Medeni ve beyne'l-milel kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir. Ayakta iskarpin ve fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siper-i şems-i serpuş. Bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Buna caiz değil diyenler vardır. Onlara derim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim. Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz?" sorusunu yönelterek şapka giyimini kamuoyunda tartışmaya açıyordu.
İşte bu tartışma döneminde, henüz kanun çıkmamışken Fatih Dersiamı İskilipli Atıf Hoca bazı dostlarının da teşvikiyle "Frenk Mukallitliği ve Şapka" isimli 32 sayfalık risalesini kaleme alarak Maarif Vekâleti yani Milli Eğitim Bakanlığı'nın izni ve onayı dâhilinde Kader Matbaası'nda bastırdı. 12 Temmuz 1924 tarihinde tamamlanan bu risalesinde Atıf Hoca "taklit" ve "mukallit" kelimelerini açıkladıktan sonra "Şer-i şerif nazarında mutlak bir surette taklidin caiz olmadığını, taklit edilmesi gereken biri var ise bunun Hz. Muhammed (S.A.V) olduğunu onun sünnetine uymak lüzumunu ifadeden sonra "Hülasa kelam-ı bidat-i kabihada, münkirat ve menahide ve şer'i şerife muhalif olan usul ve muaşerat-ı medeniyette hiçbir kimseye taklit asla caiz değil, nerede kaldı ki şiar-ı küfürde milel-i gayr-i Müslimeye taklit caiz olsun bu katiyen caiz olmaz. Şu halde bir Müslüman'ın şiar ü alamat- u küfür addolunan bir şeyi bila-zarureten giymek veya taşınmak suretiyle gar-i Müslimlere taklidi ve kendisini onlara benzetmesi şeran münhi ve memnudur. Bu hususa icma-i ümmet de itikad eylemiştir. Bunda şek ve şüphe yoktur. Zira Resulü Zişan (S.A.V) efendimiz buyurmuşlardır ki: "Bir kavme benzemeye çalışanlar o kavimdendir." Demekteydi. Başta İstanbul olmak üzere Anadolu'nun çeşitli yerlerinde de satılmaya başlanan bu risale, basımından 1 yıl sonra, 25 Kasım 1925 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan "Şapka İktisâsı Hakkındaki Kanun"un TBMM'de kabul edilmesiyle yasaklandı. Toplatılarak dağıtımı durduruldu.
Davada savcının talep ettiği cezalar...
ŞAPKA KANUNU UYGULAMAK İÇİN İSTİKLAL MAHKEMESİ KURULDU
Sonraki günlerde "Şapka Kanunu" aleyhine başta Erzurum, Sivas ve Rize'de olmak üzere birçok şehirde isyanlar görüldü ve bunlar süratle bastırıldı. "Kel Ali" ismiyle bilinen Afyon Mebusu Ali Çetinkaya başkanlığında derhal bir İstiklal Mahkemesi teşkil edilerek dolaştırıldı. Delile ihtiyacı olmayan ve temyiz hakkı bulunmayan bu mahkemelere olağanüstü yetkiler verildi. Süratle yargılamalar devam ederken isyanların çıktığı şehirlerde yapılan aramalarda İskilipli Atıf Hoca'nın "Frenk Mukallitliği ve Şapka" isimli risalesi bulunup, tutuklanan bazı sanıkların ifadeleri doğrultusunda gizlice dağıtılmak suretiyle okunduğu iddia edildi. Bunun üzerine İskilipli Atıf Hoca tutuklandı ve Ankara İstiklal Mahkemesi'ne sevk edildi.
İskilipli Atıf Hoca'nın idam edildiğini haber veren bir gazete kupürü
Yargılama süresince risalenin dağıtımı ve satışını gizlice yapmakla suçlandı. İskilipli Atıf Hoca, tüm bu suçlamaları ret ederek, kanunun çıkışı sonrasında bunları yapmadığını, zaten risalenin 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'nın izniyle basıldığını ifade etti. Ayrıca yargılama ile hiçbir alakası olmadığı halde 31 Mart Vakası, Teali İslam Cemiyeti Başkanlığı gibi konular gündeme getirilerek yapılan asılsız suç isnatlarını delilleriyle çürüttü. Nihayet 3 Şubat 1926'da yapılan celsede Savcı Necip Ali Bey, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde şapka giyilmesi yüzünden bazı olayların çıkmasına sebep olmalarından dolayı tutuklanarak İstiklal Mahkemesi'ne verilen sanıklardan Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca'nın idamını, içlerinde İskilipli Atıf Hoca'nın da bulunduğu on sanığın üç senden on beş seneye kadar kürek cezasına çarptırılmalarını istedi. Bunlar dışında kalan diğer sanıklar hakkında da sürgün, sınır dışı ve beraat talep etti. Aynı gün saat 10.00 da İskilipli Atıf Hoca da dâhil olmak üzere sanıkların müdafaaları dinlenip tetkik edildikten sonra İstiklal Mahkemesi, kararını alkışlar arasında verdi. Hukuk kurallarını hiçe sayarak "çıkan kanunların geriye dönük olarak uygulanamayacağı" esasını görmezden gelen mahkeme, savcının talebinden derece değil, içerik olarak farklı karara imza attı. "Frenk Mukallitliği ve Şapka" adlı risalenin çıkan isyanların sebebi ve tahrik unsuru olduğu, basımı ve dağıtımı için çalışıldığı, yeniliğe ve cumhuriyete daimi bir düşman vaziyetindeki adı geçen şahsın son isyan olayı ile manen ve maddeten alakadar olduğu" gerekçesiyle "Türkiye Cumhuriyeti Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu'nu tamamen veya kısmen tağyir... ve ifa-yı vazifeden men'ine cebren teşebbüs edenler idam olunur" hükmüne dayanarak İskilipli Atıf Hoca ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi'nin asılarak idamlarına oy birliği ile hükmetti. Diğer sanıklardan Şeyh Süleyman, Hasankale Telgraf Müdürü Halid, Uşaklı Köseoğlu Ahmet, Ayıntabî Salih, Yusuf Kenan, Suud'ül Mevlevi on sene küreğe, Sabuncu Süleyman, Kamilpaşazade Muhlis on beş sene küreğe, Merakib Ali, Hoca Osman, Hacı Bey, Hoca Mehmed, Kara Sabri, Erzurumlu mütekaid Yüzbaşı İsmail Efendi'ler yedi sene, Fatih Türbedarı Hasan Efendi beş sene hapse mahkûm edildi. Hoca Tahir, Hoca Fettah Efendi'lerin üç sene Adana'ya sürülmesine, Seydişehirli Hasan Fehmi Efendi'nin üç sene Isparta'ya sürülmesine, Erzurumlu Samih, Muhsin, Sabuncuzade Mustafa, Zühtü Efendi'lerin üç sene İstanbul'a sürülmelerine hükmedildi. Ayrıca Cafer, Mustafa Asım, Tevhid-i Efkâr yazarlarından Ömer Rıza(Doğrul), Hafız Osman, Yahya Cafer'in oğlu Muhiddin, İhsan Mahvi, Seyyid Tahir, İstanbul İmam Hatip Kâtibi Aziz Mahmud, Kitapçı Mihran, Yağlıkçızade Mustafa ve Hüseyin, Şeyh Ali Haydar, Berber Mustafa, Saatçi Nafiz, Gostivarlı Hasan, Mülazım Halid, Sürmeneli Hafız Ali, Tahir'ül Mevlevi ve Erzurumlu Cafer Bey'lere de beraat verildi. Ardından derhal infazlara geçilerek sanıkların sevki yapılırken, idama mahkûm edilen Atıf Hoca ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi 4 Şubat 1926'da gece sabaha karşı eski meclis binası önünde asıldı.
İstiklal Mahkemesi'nde üç Ali'ler yan yana...
Kılıç Ali, Atıf Hoca'nın boynuna ip geçirilirken, başına bir şapka geçirmiş,"giy domuz" demiş ve küfürler etmişti
İskilipli Atıf Hoca'nın idamında bulunan İstiklal Mahkemesi üyesi "Kılıç Ali, hocanın boynuna ip geçirilirken, başına bir şapka geçirmiş,"giy domuz" demiş ve küfürler etmiş"ti. Hoca'yı idam sehpasında görenlerden biri de aynı davada yargılanıp beraat eden Tahir'ül Mevlevi idi.
Tahir'ül Mevlevi sabah namazı sonrası eski meclis binasının önüne gelince, gördüğü sahneyi şöyle anlatmıştı: "Birdenbire gözüme ilişen manzara, beni olduğum yere mıhladı. Evet, eski meclis önündeki meydanın ortasına iki vücut çekilmişti. Elimde olmadan gözlerimden yaşlar akarken, dudaklarımdan da meşhur bir mersiyenin matlaı olan, "Uluvvün fi'l-hayati ve fi'l-memat/Le-hakkun ente ikdü'l mucizat"( Sen hayatta da, ölümünde de yücesin, Gerçekten sen mucizelerden birisin) beyti döküldü."
(Emre Gül / Dünya Bülteni)