Alihan Çepnibeyi
Milli Eğitim'de Paçozlaşma
Ne çok acılı bir coğrafyada yaşıyoruz değil mi? Bu defa acının tarifini izah etmek daha da zor oldu. Ne kader, ne ceza, ne de mahkumiyet. Başka toplumlarda pek sık rastlanmayan bambaşka bir şey acı. Acılı olaylar, yaşantılar, aileler, acıların çocukları. “Acı var mı acı” demişti Reha Muhtar. Acı bu toplumun referansı olmuş. Yanlış olan nedir? Deprem, göçük, toprak kaymaları, sel, terör, cinnet, şiddet, trafik kazaları, sanırım sıra dışı ölümlere bizim kadar kabulkar başka bir toplum olmasa gerek. Sürekli şekilde acıları paylaşıyoruz. Göçük altında kalan ney di? sorusunun izahı da zor olmasa gerek. Alev Alatlı’ nın deyimiyle “kendi çıkarları için her yolu mübah sayan, küstah, beş para etmez, sokak kurnazı, zevzek, müptezel, basmakalıp, palavracı, rüküş, hoyrat, içtensiz, pespaye, nekes, terbiyesiz, aşağılık, ahlaksız, kalleş. Topluma musallat olan, iblis ayarlı bir yaşam anlayışı” Paçozlaşan bir Medeniyete doğru giderken başımızdaki bu belalara pek de şaşmamak gerekir.
Suçlu arama telaşı beyhude bir çaba . Kim suçlu, kim değil ki? Yanan kömür, çöken tavan, üreten işçi, pazarlayan işletmeci mi suçlu? Öfkesini ambulansa saldırarak çıkaranlar mı sedyede üzerine örtülü battaniyeyi yıkatıp teslim eden işçi mi suçlu? Acıyı, ayağındaki marka ayakkabısıyla molotofla, taşla,sapanla etrafına zarar vererek tadan genç mi yoksa son anda kurtulmasına rağmen sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkarmaya kalkan madenci mi suçlu? Günlerce uykusuz arama kurtarma çabasında bulunanlar mı, çekim uğruna göçüğün içine girmeye çalışan kameraman mı suçlu? Yayınlarındaki dezenformasyon ve manüplasyonlarla rant peşinde koşan medya mı, haberi ajitasyon sanıp toplumda travmaya neden olacak yayın peşinde olan medya mı suçlu? Yarayı kapatmaya çalışan iktidar mı yarayı deşmeye çalışan muhalefet mi suçlu? Mağdur insanların yanında olduğunu reklam eden ünlüler mi yoksa kendisine yardım edecek misiniz diye sorulduğunda “o işler gizli olur” diyen Didier Drogba mı suçlu? Hepsi yada hiçbiri, ne önemi var biz buyuz. Ne farkımız var birbirimizden. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Ne yaşadığımız toprakların bıraktığı kültür mirası ne de mensubu olduğumuz dininin öğretileri aklımız ve kalbimizin tercih alanına girmemiş. Belli ki referansımız olmamış. Eğitim sistemimiz doğru insanı üretememiş. Medeniyetimiz göçük altında kalmış.
Bu ülkenin bir an önce insanı başat aktör haline getiren eğitim politikalarını oluşturması gerekiyor. Okulları derslik binalarından ibaret görüp, gençlerimizin yaşam alanlarını daraltırken, bilginin çok hızlı yer değiştirdiği ve yenilendiği bir çağda sadece bilişsel başarıya hizmet eden ve gençlerimizin yaratıcılıklarını öldüren sınava dayalı eğitim sisteminden henüz kurtulamadık. Yasama yürütme yargı arasında yersiz bir üstünlük kavgası yaşanıyor. Yargı, yasama ve yürütmeye rol biçerken, verdiği kararlar şüphe ile karşılanıyor. Mahkum olmuş insanlar, daha sonra itibar sahibi olabiliyor. Bu ülkede yargının tüm kademelerinden ceza alan bir kulüp başkanı kitleleri peşinden sürüklerken, kulübü ceza almış bir başkan Federasyonu yönetebiliyor. Böyle bir toplumuz. Günü de kurtaramıyoruz artık.
Kapitalizmin sömürü mantığının kaldırılıp çalışma ve üretimin çağdaş normlara uyarlanması gerekiyor. Paçozlaşmaya giden yapının değiştirilmesi gerekiyor. Mevcut paradigma değiştirilmediği sürece başımıza daha çok belaların geleceğini ve acı paylaşımı içinde bulunacağımızı söylemek için müneccim olmaya gerek yok.
"Bir toplumun bireyleri kendi benliklerini değiştirmedikçe, Allah o toplumun halini değiştirmez."(Ra’d:11)
Bu yazının tüm hakları GazeteKamu.com'a aittir. "www.gazetekamu.com" biçiminde bağlantı kurulabilir, açık kaynak gösterilmek kaydıyla içerik kullanılabilir.