Murat Çelik
Bizler ve Diğerleri
( Beyazlar ve Siyahlar / İkisinin Arası Mıcheal Jacksın – Sonu Malum )
Kaldırın duvarları,
Yıkın gitsin hepsini,
Ne böyle zulüm olsun,
Ne de böyle şarkılar.
Demokratik toplumun en önemli özelliklerinden biridir toplumsal tabakalaşma, hele hele bir de toplumsal tabakalar arasında yatay ve dikey geçişler serbest ve hızlı ise tadından yenmez derler eskiler.
Amma velakin bu tabakalaşma kast sistemi gibi işletilirse (ki bizim ülkemizde yıllardan beri böyle) işte o zaman siyahlar ve beyazlar oluşuyor ister istemez ha bir de arada griler var onların haline Allah acısın.
Hastanelerde doktorlar ve diğer sağlık çalışanları, Üniversitelerde öğretim görevlileri ve diğerler personel, Orduda subaylar ve diğer silahlı kuvvetler çalışanları…. Listeyi böylece uzatmak mümkün.
Bizim konumuz Üniversiteler.
Üniversite çalışanları az buçuk bilir mevzuatın bu hakim dilini. İşin kötü tarafı o kadar da fazla kanıksanmıştır ki bu faşist yaklaşımı akademisyenler ( ! ) bile benimsemiştir. Hatta Bologna süreci kapsamında yapılan çalışmalara katılan akademisyenler uzun uzadıya akademik çevre tanımlaması üzerinde durduktan sonra Üniversitelerine döndüklerinde var olan mevcut düzeni devam ettirme konusunda herkesten daha fazla ısrarcıdır. Bu birazda akademik unvanını ilahlaşmanın hadi hafifletelim biraz ‘’ koskoca ‘’ olmanın aracı olarak kullanma dürtüsündendir. Bu unvanla ayrıcalık yaratmak zorunda bırakılmıştır çünkü toplumun ‘’ münevveri olmak zorunda olan akademisyen ‘’. Bu yüzdendir kendi aralarında bile klikleşmeler.
- Ha o mu ? Araştırma görevlisi canım,
- Okutmanlarda mı dahil edilmiş niye böyle bir şey yaptılar ki,
- O daha yardımcı doçent canım bir doçent olsun öyle konuşur,
- Memurlara ne oluyor, onlar da mı karışıyor artık bu işlere …
- Daha öğrencisin, haddini bileceksin, sana mı kaldı falancanın eleştirisini yapmak…
Odaların bile dizaynı farklıdır. Bir de cinsiyet ayrımcılığını eklerseniz, demokrasinin lokomotifi olması gereken Üniversitelerin toplumun bile gerisinde kaldığının fotoğrafı ortaya çıkar.
Dikkat edin şiddet içeren eylemlerde bile ‘’ Üniversite öğrencisi demokratik tepkisini ortaya koymuştur ‘’ yaklaşımını sergilemek aslında demokratik kültür karşısında ezilmişliğini ortaya koymaktan ibarettir. Hatta bu konudaki çifte standardının aleniyeti bile sorun yaratmaz. Örnek isterseniz gezi eylemlerine katıldığı için sınava giremeyen öğrencilere koşulsuz sınav hakkı tanınırken bu eylemlerden dolayı sınavına giremeyen açıköğretim fakültesi öğrencilerine YÖK kararına rağmen bütünleme hakkı verilmemesini gösterebiliriz.
Neyse konumuza geri dönelim.
2547 sayılı Kanunu baştan sona bir inceleyin. En son yapılan değişikliklerle benim değil mevzuatın tabiri ‘’ diğerleri ‘’ artık performans sisteminin dışında bırakıldı. Yani, Üniversitelerdeki genel sekreterler, daire başkanları, fakülte sekterleri, şube müdürleri, memurlar, işçiler, … performans sisteminden faydalanamıyor...
Bu insanlar Üniversite çalışanı değil mi?
Performans sistemi denilen sisteme yani Üniversitenin ürettiği artı değere katkıları mı yok?
Hocayla öğrencinin buluştuğu ortamları bu insanlar oluşturmuyor mu?
Sadece performanstan değil, bu insanlar Üniversite ödeneği gibi bir çok mali haklardan da yararlanamıyor. Ne olur yasa demeyin artık, var olan yasayı nasıl uyguladığınız da ortada. ( En iyisi bu konuda zorlamayın insanları konuşmaya… )
Öze bakarsanız Üniversite çalışanları şu anda emsallerine göre en düşük gelir grubunda ve her yönüyle kalifiye olması gereken bu insanlar üniversitenin bir çok nimetinden mahrum bırakılıyor.
Beyazlar ve siyahların en acımasız örneklerinden biri de aynı işi yapan farklı unvanlı insanların arasında statü ve mali haklar açısından korkunç uçurum. Yıllarca yasaların amir hükümlerinin hilafına Üniversitelerde memurun yapması gereken işler bile taşeron sistemi ile geçici çalışanlara yaptırılıyor. Bu insanlara, ‘’ geçici ‘’ deniyor ‘’ işçi ‘’ deniyor ama devlet memurlarının yapması gereken asli işlerin bir çoğunu bu insanlar yapıyor ama maaş aynı işi yapan çalışma arkadaşının yarısı, yıllık izin yok, fazla çalışma ücreti yok. Hatta ne kadar tuhaf değil mi bunlar her işi görmeye o kadar memur kabul edilmiş ki memur gibi fazla çalışma karşılığında takas izni kullandırılıyor. Soruyorsunuz 4857 sayılı Kanunun neresinde var fazla çalışma karşılığında takas izin kullandırma? Biz onların sözleşmelerine fazla çalışma yaptırılmayacak yazdık. Ne fazla çalışması Allah aşkına adamı 12 saat çalıştırıyorsunuz. Mesaiden sonra 4 saat çalışmak fazla çalışmadan sayılmaz ( ! )
Onlar mahkum buna, neden çünkü onlar siyah, çünkü onlar diğerlerinden. Koskoca bir profesörün yanında, koskoca bir daire başkanının yanında lafı mı olur matbaa da çalışan amelinin. Maraba kısmısı haddini bilecek…
Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılan Süleymaniye camiini bilmeyen yoktur sanırım işte bu camiinin yapımı sırasında yapılan bir uygulamayı son anekdot olarak paylaşacağım sizlerle. Anlayan anlar anlamayana sözümüz yok zaten.
Süleymaniye camiinin yapımı sırasında çini ustaları taş taşıyan hamallarla aynı parayı aldıkları için şikayetçi olurlar. Bizim işimiz zanaat, ince iş, göz nuru döküyoruz hamallarla aynı parayı alıyoruz böyle şey olur mu? Verilen cevap çok ilginç: Sizler bu işi 90 yaşına kadar yapabilirsiniz ama o taş taşıyan hamal yaptığı işi en fazla 10 yıl daha yapar.
Sayın Başbakanım bitirin artık şu 4-C’li geçici personel işini evet biliyoruz bu işin belki en masum tarafı sizsiniz, yılların sorunu bu ama en başta 4-C‘li çalışanlar öncelikle sizden bekliyor sorunlarının çözümünü, sizde ki ışığın nimetinden bu kardeşlerimizi de mahrum etmeyin ve 2013 yılının sonunu bu kardeşlerimiz için bayram edin.
Bu yazının tüm hakları GazeteKamu.com'a aittir. "www.gazetekamu.com" biçiminde bağlantı kurulabilir, açık kaynak gösterilmek kaydıyla içerik kullanılabilir.