SENDİKA
Yüreği, Kavgası, Sevdası ve Kalemi Güzel Adam
Büyük ve üstün insan üç değişiklik gösterir.
Uzaktan bakılınca ciddi, yaklaşılınca yumuşak görünür.
Konuştuğu zaman sözleri ikna edicidir.
Tzu-Hsia
Kültürlü, özverili, olgun, çalışkan ve erdemli insanların kendilerine özgü bir havaları vardır. Ölümünün ikinci yılında anmadan geçemeyeceğim Erol Battal Ağabeyimiz de, kendine özgü duruşu olan ve herkesin hakkını teslim ettiği bir değerdi. Onun yakınına kadar sokulmayan ve birikimine şahit olmayan ondan çekinebilir ama entelektüel yapısını bilenler özellikle onu konuşturmayı seçerlerdi.
Şube Başkanlığı yaptığım dönemde genel merkez bülteni geldiğinde yönetimdeki birçok arkadaş Erol Battal yazısı var mı diye bakınırdı. Yazılarının tiryakileri oluşmuştu adeta. Sendikacılık yapmayıp, şirretlikle yol alacağını sananlara, sendikacılığı halkın inançları ve değerleriyle kavgalarına alet edenlere, laiklik sopasıyla mütedeyyin kitleyi dövmeye yeltenenlere, darbelerin oyundaşı ve ırgatı olmaya çalışanlara adrese teslim kurşun gibi yazılar yazar ve yaşananlara tepkilerinden dolayı yüreği daralanlara oksijen pompalardı.
“Yarasalar Karanlığı Sever”, “Vantuz Bir Asalaktır”, “Kobra Bir Sürüngendir”, ”Üskül Tuzu Kokutmuştur”, “Bize Yabancı Olan Üslubun Uzağında Kaldık, Uzağında Kalacağız”, ”Hayalleri Bile Yaptıklarımıza Yetişemeyecek”, ”Fırtınalara Direnmek”, “Bir Aksiyoner Olarak Sendika Yöneticisi”, ”Birlikte Başaracağız; Yarın, Bugünden Daha Güzel Olacak” başlıklı yazıları, onun yazılarını okuyanların olduğu gibi benim de satır satır aklımda.
Bahattin Yıldız’ı, Ahmet Yıldız’ı, Mehmet Salih Akdoğan’ı o yazmıştı. Sağlığı el verseydi Ateş Soylu Kelimeler’in yazarı Şuayip Keskin’i, Ökkeş Dere’yi, Ertuğrul Özdemir’i de o yazardı. Teşkilatı bilen ve yazılarıyla yön veren güçlü bir yanı vardı. Adı duyulduğunda herkes saygı besliyorsa, bu, teşkilata gönül ve ömür vermesi dolayısıyladır.
Yarına ilişkin umudu olan, rüyasını gördüğü gerçeği yakınlaştırmak için çalışan biriydi o. “İnanıyoruz ki, birlikteliğimizle yarın, bugünden daha güzel olacaktır” diye bitirmişti bir yazısını.
Keşke bugünleri görseydi. İki yıl içerisinde mücadelemizin aldığı sonuçlara birlikte sevinebilseydik. Kamu çalışanlarına dayatılan 1982 model antidemokratik yönetmeliğin ıslahı için ortaya konulan kararlılığı, 12 milyon 300 bin imzayı, ‘Sivil İtaatsizlik’ eylemimizin yedinci ayında kamuda çalışan kadınlara yönelik “başı açık” dayatmasının kaldırılışını ve destansı mücadelenin, öğrencilere tek tip kıyafet dayatmasındaki anlamsızlığı bitirişini görseydi; liselerde, ortaokullarda öğrencilerin inançları ile yönetmelik arasında sıkışıp kalmasına isyanın yankı bulmasına, başörtüsü yasağının kaldırılışının sevincine tanıklık edebilseydi; yüreğini koyduğu mücadelemizin aldığı mesafeye şahit olabilseydi; kamu çalışanı erkeklerin saç, sakal, bıyık, favori uzunluğu, kravat takma mecburiyeti, kazağının yakası, pantolonunun kumaşı ile ilgilenen, “bıyık üst kimlik olan üst dudağı ihlal edemez, alt kimlik olan alt dudağı ise taciz edemez” diyecek kadar komikleşen yönetmeliğe karşı kararlılıkla sürdürdüğümüz sivil itaatsizliği görebilseydi. Çoğunlukla takmadığı, taktığındaysa boğazında eğreti duran kravatla ilgili özgürlük talebine Erol Battal kadar kravat da sevinecekti...
“Eğitim, insanın kendisini yaşayabilmesi için gerekli zihni birikimleri elde edebilmenin yoludur” derdi. “Bu insan; kim olursa olsun, hangi dünyayı yaşarsa yaşasın, hangi değerler sistemini kabul ediyorsa etsin sonuç değişmemelidir. Evet, eğitim, insanın kendisi olabilmesinin aracı olmalıdır. Eğitimi bunun dışına taşıdığımızda, bir ideolojinin dayatılmasının, ezberletilmesinin aracı haline getirdiğimizde, eğitim çok beyefendi tavırlarla hatta iyi niyetlerle bir zulmün aracı olabilir; devlet eliyle, kanunlar marifetiyle haksızlıklar, hukuksuzluklar yaşatılabilir. Hatta komiklikler en ciddi tavırlarda sunulabilir” demişti, Eğitim-Bir-Sen adına katıldığı 2006’daki SHP Eğitim Kurultayı’nda.
29. Başkanlar Kurulu Sonuç Bildirgemizde yer verdiğimiz için tartışma alanına oturan 28 Şubat bakiyesi ‘Karma Eğitim’ mecburiyeti hakkında; karma eğitimin tek seçenek olarak dayatılmasındaki amacı hiçbir şekilde algılayabilmenin mümkün olmadığını söylerdi. Mezkûr kurultayda, “Bugün dünyanın referans gösterilen birçok ülkesinde terk edilen bu uygulama, ülkemizde, özellikle 1999 yılında çıkarılan bir genelgeyle birçok komikliği ardı sıra sürükleyerek, eğitimin olmazsa olmazı haline getirildi. Bu konuda en küçük bir eleştirinizde gazete manşetleri hazır. ‘Bu çağda bu kafa, haremlik selamlık istiyorlar’ gibi anlamaktan uzak bir değerlendirme biçimi. Sonra İzmir Kız Lisesi’ne erkek öğrenci alma mecburiyeti, İstanbul Erkek Lisesi’ne kız öğrenci alma zorunluluğu. “Kızım nereden mezunsun” sorusuna, “İstanbul Erkek Lisesi’nden” cevabı. Halk eğitim merkezlerinde açılan kurslarda, kursun mahiyetine bakılmadan erkek ya da kız öğrenci alma zorunlulukları. Nakış kursuna katılacak erkek öğrenci arayışları. Evet, 20 kız kursiyere açılacak nakış kursunun açılabilmesi için mutlaka en az bir erkeğin bulunma mecburiyeti. Bu anlayış, ne niyetle olursa olsun, toplum tarafından art niyet taşıyor diye algılandığından, toplumu bölmenin bir aracı olarak işlev görmekte ve eğitimin bir sorunu olmanın ötesinde toplumsal uzlaşının bir sorunu haline gelmektedir” demişti.
İttihat ve Terakki’den bugüne devam eden jakoben, dayatmacı, tek tipçi CHP zihniyetine haykırmış, toplum mühendisliği yapan ‘Beyaz Türkler’e hitaben, “Ülkemizin yakınılan sorunlarından biridir, kız çocuklarının okutulmaması konusu. Bazı insanlar kızlarını niye okutmazlar? Kötü, akılsız, yobaz ebeveyn olduklarından mı? Dışarıdan akıllı insanlar, her türlü tehlikeyi göze alarak, bu kötü ebeveynlerin çocuklarını düşünürler, onların okuması için çabalar sarfederler; ancak o malum babalar çocuklarını okutmamak, onların geleceklerini karartmak için direnirler. Cidden gerçek bu mudur? Yoksa karma eğitim anlayışını ideolojik bir sopa gibi dayatan zihniyetin karşısında, kendisi olabilmenin savaşında olan ebeveynin bulabildiği yegâne çare midir, bu davranış biçimi? Genel için aynı yargıyı paylaşmam şüphesiz mümkün değildir, ancak yakinen tanıdığım ve kızlarını en az bu dayatmayı yaşatanlar kadar seven babalar da, bu kendileri için bırakılan tek çare ızdırabıyla karşı karşıyadırlar” diye haykırmıştı.
Yine aynı kurultayda, “Kendilerini her şeyi bilen, düşünen, toplumun ve fertlerin giyim kuşamlarından yaşam biçimlerine kadar her şeyi tayin etme yetisinde görüp, ‘haddini bilmez yobazlar’ diye bağırarak; kendilerini aydınlık yüzlü, çağdaş, laik, modern, Avrupalar görmüş insanlar olarak değerlendirip bu bağnazlığı, bu kendini bilmezliği ortadan kaldırabilmek için, ‘bunların köklerine kibrit suyu’ deyip sorunu ortadan kaldırma çabası olarak onları, okullarından atıp ülkemizin çağdaş görüntüsünü yeniden oluşturdukları için, herhalde ülkenin geleceği adına bu çaba içerisinde bulunanlara şükranlarımızı sunmalıyız” diyerek ironik bir şekilde haddinizi bilin demişti jakobenlere.
Biliyor musun, seni kaybettiğimiz gün, yani 28 Eylül’de Hürriyet Gazetesi senin olmadığın iki yıl içerisinde çoğu özgürlük için atılan 10 adımı “Eğitimi Sarsan 10 Değişiklik” diye verdi. Kemal Gürüz ve Kemal Alemdaroğlu’nun başlarına basılarak polis otosuna bindirilme resmini yorumlayan sen; üniversite kapılarında gözyaşları pınar olan, ikna odalarında imha işkencelerine tabi tutulan ve başları öne eğilen başörtülü kızların ahı olarak değerlendirmiş ve ilahi adalet demiştin. Hayatta olsaydın, senin olmadığın iki yılda gerçekleşen, Hürriyet’in büyük puntolarla verdiği, çoğu insanı merkeze alan özgürlükleri “411 El Kaosa Kalktı” manşeti gibi sunan 28 Şubatçı medyanın yaklaşımlarını nasıl yorumlardın onu merak ediyorum.
Yüreği, kavgası, sevdası ve kalemi güzel adam. Seni ölümünün ikinci yılında rahmet, minnet ve şükranla anıyor, yazımı senin bir yazını bitirdiğin cümleyle bitiriyorum: “Gelecek güzel günler, bizim gayretlerimizle şekillenecek.”
Ruhun şad olsun.
Ali YALÇIN
EĞİTİM-BİR-SEN Genel Başkan Yardımcısı