SENDİKA
MEB Torbalaması Ne Anlama Geliyor?
Eğitim ve eğitimcilerin bütün sorunları çözülmüş olduğu için dershane gibi “küçük” bir ayrıntıyı ortadan kaldırmak ve teşkilat içindeki paralelleri süpürmek için çalışılan torba kanun meclisten geçti. Hep destekçi BİR sendika ile aktif dershaneci olan dışında tüm sendikaların iş bırakma eylemine konu edilen taslak meclisteki ateşli tartışmaların ardından iktidar milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi.
İdarecilerinden hoşnutsuz olan eğitimciler TARAFINDAN “müdürümden kurtulacağım” neşesiyle karşılanan bu torbadan ASLINDA ne çıktığına birlikte bakalım:
Kanuna göre, Milli Eğitim Bakanlığı merkez teşkilatında, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı ve Üyesi, Müsteşar Yardımcısı, Genel Müdür, Strateji Geliştirme Başkanı, İnşaat ve Emlak Grup Başkanı ve Grup Başkanı kadrolarında bulunanlarla bakanlık taşra teşkilatında İl Müdürü, İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı ve İlçe Milli Eğitim Müdürü kadrolarında bulunanların görevleri, düzenlemenin yayımı tarihinde hiçbir işleme gerek kalmaksızın sona erecek. Korunaklı tek makam taslağın mimarı MEB müsteşarıdır.
Okul ve kurum müdürleriyle müdür başyardımcısı ve yardımcılarının görev süresi 4 yıl ve daha fazla olanların görevi 2013-14 Eğitim-Öğretim Yılı sonunda başka bir işleme gerek kalmadan kendiliğinden son bulacak. Diğerlerinin görevi ise 4 yılı doldurduklarında aynı şekilde sonlanacak. Bu durum özellikle kazanılmış haklar kapsamında hukuksal bir garabettir. Bir kısım idarecinin de yeniden atanacağını, siyasi kriterlerin liyakatin önüne geçeceğini öngörmekteyiz.
Yasa ile bundan sonraki süreçte okul idarecilerinin atamasını valiler yapacak. Bu düzenlemenin amacı açık olmakla beraber, aslında bugüne kadar alenen yapılmış olan kadrolaşmanın kanuni bir hal kazanması ve devlet olma geleneğinden son derece tehlikeli bir şekilde sapılması sonucunu da doğurmuştur.
Kanun kapsamında, yurtdışına devlet tarafından gönderilecek öğrencilerin seçimindeki ölçüt olan “yazılı ve/veya sözlü” ifadesi, bundan sonra liyakat yerine kimlik temelli bir seçimin gerçekleşeceğini açıkça ortaya koyuyor. Buna göre yazılı sınav yapılsa bile nasıl seçileceği aşikâr olan komisyon, idareci atamalarında örnekleri yaşandığı gibi “benim adamım” ilkesizliğine göre seçim yapabilecektir. Ayrıca bu yazılı sınavın dahi yapılmadan sadece sözlü sınavla öğrenci belirlenmesinin de önü açılmıştır. Yurt dışı dönüşünde kadroların hazır olduğu ve eğitim süresince geçecek zamanın da memuriyete sayılacağı hükmü de düşünüldüğünde her bir kontenjanın değeri ve bunların o günkü iktidar yanlıları arasında paylaşılacağı su götürmez bir gerçektir.
Dershanelerin okula dönüştürülmesinde kolaylık sağlamak amacıyla Milli Eğitim Bakanlığına ait olan okul binalarının ve bunların salon, ek bina ve açık alanlar gibi ilavelerinin “pazarlık” usulüyle kiralanmasının da önü açıldı. Bu durumda devlet kendi okullarını sermayeye terk ederek eğitimin parasallaşmasının destekçisi olurken, sosyal devlet ilkesinden bir adım daha uzaklaşılmıştır.
Dershanelerde çalışmakta olan öğretmenlerden en az 6 yıl sigorta pirimi ödenmiş olanların KPSS şartı aranmaksızın MEB öğretmen kadrosuna geçişlerine onay verildi. Bu durumda tercihini devletten yana kullandığı için dershanede çalışmayıp KPSS’ye hazırlanmaya odaklanmış ya da bu nedenle dershanelerde geçici çalışarak 6 yıllık sigorta primini tamlayamayan öğretmenler için KPSS zulmü devam edecektir.
Bundan sonra öğretmen olabilmek için bir eğitim fakültesinden mezun olmak ve ardından da KPSS’de başarılı olmak yetmeyecek. Bir yıllık stajyer öğretmenliğin ardından performans değerlendirmede başarılı olanlar ayrıca yazılı ve sözlü sınava girmeye hak kazanacaklar. Bundan başarısız kabul edilenlere bir yıllık çalışma hakkı daha verilecek. Ancak başka bir il veya ilçede geçecek ikinci çalışma yılının ardından da aynı yazılı ve sözlü sınav öğretmenin karşısına bir daha çıkacak. İkinci kez de başarısız kabul edilen öğretmenin unvanı elinde alınacak ve memuriyetle ilişkisi kesilecek. Yine sözlü sınav adı altında resmi torpilin ve bizden olmayanlar bertaraf olurun önünün açıldığı ortadadır.
Öte yandan, “özel okullarda görev yapan öğretmenlerin haftalık ders saati sayısının 30 saati geçemeyeceği hükmüyle özel okullarda yöneticilik ve eğitim öğretim hizmeti yapanlara, kıdemlerine göre dengi resmi okullarda ödenen aylık ile sosyal yardım kapsamındaki ek ödeme tutarlarından az ücret verilemeyeceği” yönündeki mevcut hüküm de tarih oldu. Bu durum gittikçe sermayenin elinde oyuncak edilen eğitimin, yine sermayenin istediği şekilde “az ücretle çok iş” yapan çalışanlarla doldurulmasının önünü açmıştır.
Yasa’nın tek olumlu yanı fiilen delinmiş olan özür grubu yer değiştirmelerin yaz dönemi ile sınırlandırılmasından vazgeçilmiş olması. Şubat döneminde de başvuru alınmasının tayin demek olmadığını, il ve ilçe emri hakkı tanınmamış özür gruplarının yine mağdur olacaklarını da biliyoruz.
Sonuç olarak, siyasi gölgelerden arınmış bir eğitim sistemi ve teşkilatı yerine boğazına kadar siyasallaşmış bir bakanlık dönemine girmiş olduk. Bakanlık bürokratlarından müdür yardımcılarımıza kadar, kazanılmış haklar da gasp edilerek “siyasi taraf olma” baskısını yaşayacağımız aşikâr. Öğretmen atamalarındaki adaletsizlik ve devlet olanakları ile özel okullaştırma çabasını da kamu zararı hanesine yazıyoruz. Bir kanunla baş etmenin yollarını yine yasal çerçevede zorlayacağız. Tarafımız eğitimden ve eğitimcilerden yanadır.
Anadolu Eğitim Sendikası