SENDİKA
Eğitimde 'ezbercilik' ne zaman bitecek?
Eğitim sisteminin boğuştuğu yapısal sorunları çözmek için ileri sürülen teknik ve yüzeysel hazır reçetelerin ötesine geçmemiz gerekmektedir. Yapılacak ilk iş, mevcut yapıyı esastan sorgulayacak bir sürecin başlatılmasıdır. Sosyal, kültürel, siyasal ve teknolojik dönüşümlerin baş döndürücü olduğu bir süreçte, eskiyi cilalayıp sürdürmenin imkânı yok.
Eğitim-öğretim sistemimize ilişkin yapılan değerlendirmelerde belirgin bir şekilde ön plana çıkan eleştirilerden birisi ezbercilik sorunudur. Ezbercilik eleştirisi, bir öğretim yöntemi olarak bugün de rahatlıkla kullanılabilecek olan bir metodu değil, eğitim sisteminde aktarılması-verilmesi istenen şey ile anlamlı, zenginleştiren bir bağ oluşturamayan geçici bellek odaklı bir yapılanmayı hedef almaktadır.
Ezbercilik eleştirisinin izlerini Osmanlı modernleşmesinde, yürürlükteki medreselerin işleyişine ilişkin değerlendirmelerde bulmaktayız. Medreselerdeki eğitimin yeniliğe kapalı, önceki dönemlerin bilgilerini sorgulama ihtiyacı hissetmeden öğrencilere aktarılmasını esas alan bir pratik üzerinden aktarıldığı belirtilmektedir. Medreselerin toplumsal değişim ve dönüşümü taşıyamadığı gibi tersine bu değişim ve dönüşüm karşısında kuvvetli bir direnç odağına dönüştüğü ileri sürülmektedir. Söz konusu direnci kırmak ya da beklenilen değişim ve dönüşümü sağlamak için modern okullar açılarak yaygınlaştırıldı.
KOPUŞ VE SÜREKLİLİK
Cumhuriyet ile birlikte modern okulların dışında yer alan eğitim kurumları barındırdıkları bilgi evreni ile birlikte tasfiye edildi. 1924 yılında yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrisat kanunu başta olmak üzere pek çok yasal düzenleme ile eğitim sistemi planlaması, yürütülmesi ve denetlemesi ile devletin tekeline alındı. Modern okullar, devletin ideolojisinin en işlevsel taşıyıcısı, üreticisi olarak konumlandırıldı. Toplumun temel kültürel birikimin sistematik bir biçimde yok sayılması ve radikal bir biçimde modern batılı bir yaşamın temellendirilmesi için yapılandırılan sistemin temel misyon taşıyıcısı olarak okullar öne sürüldü.
Okul-cami, öğretmen-imam gibi karşıtlıklar üzerinden eskinin itibarsızlaştırılması ve yeni olanın tahkim edilmesi için hegamonik bir söylem inşa edildi. Kendi varlığına ilişkin meşruiyet arayışını eskinin şiddetli eleştirinde temellendirmeye çalışan Cumhuriyet okullarının, medreselere yönelttiği eleştiriler ile sürekli karşı karşıya oluşu oldukça ironik durmaktadır. Bu durum, eğitim sisteminin iddialı bir kamusal söylemin gölgesine sığınmasına rağmen, özünde eski ile karşıtlığını yüzeysel bir yaklaşıma dayandırdığının göstergesidir. Sistemin oluşturulması, kullanılması ve yaslandığı ideolojik-politik söylem biraz kazındığında eskinin yapısal özelliklerinin bütün hayatiyetiyle devam ettiği rahatlıkla görülmektedir. Toplumun kültürel devamlılığının keyfi müdahaleler üzerinden keskin dönüşümlere uğratılması çabası, umulan neticeyi doğurmadığı gibi tarihsel-kültürel damarın canlanmasına dönük olası restorasyon çabalarını da imkansız kılmıştır. Yeni olan yaşam bulmadığı gibi canlandırılacak bir eski de kalmamıştır. Bunu yaşamın değişik kademlerinde görmek mümkün olduğu gibi, bariz bir şekilde kültürün en temel unsuru sayılan dilde çok daha belirgin bir şekilde görmekteyiz.
EZBERİN NEDENİ
Osmanlı'nın sön döneminde olduğu gibi bugün de eğitim sistemine dönük eleştirilerin başında gelen ezberciliği tetikleyen temel unsurlar vardır. Bunlardan birincisi ve muhtemelen en önemli olanı, mevcut eğitim sisteminin gerek içeriği gerek yapılanması itibariyle sosyal-kültürel-politik ve teknolojik dinamiklerle kısacası toplumsal yapı ile olan uyumsuzluğundan kaynaklanmaktadır. Eğitim sistemi, yapı itibari ile esneklikten uzak aşırı muhafazakâr bir yapıya sahip. Dinamik hayata karşı devletin ideolojik-politik direnç odağı hüviyetinde bulunmaktadır.
Dolayısıyla eğitim sistemi ile insanların sosyal-kültürel aidiyetleri arasında bir karşıtlık oluşmakta ve öğrenciler farkında olsunlar ya da olmasınlar mevcut sisteme ilişkin güçlü çekinceler geliştirmektedirler. Bir taraftan insanların yaşam pratiklerinden kopuk olan, diğer taraftan insanların anlam dünyalarına ilişkin bir karşıtlıkla yol alan eğitim sistemi büyük çoğunluk için katlanılan bir şeye dönüşmektedir. Yaşamdan kopuk, ilgi çekmeyen bu bilgi, ilgi çekici olmaktan uzak ancak eğitimin yasal zorunluluğu ve toplumsal yaşam içerisinde sunduğu imkânlar dolayısıyla kerhen yürütülen bir şey olmaktadır. Öğrenciler sınıflarını geçmek için mecburen bu bilgiye daha doğrusu bu sürece katlanıyorlar. İnsanlar diplomaya, sertifikaya, belgeye sahip olmak için hayatın sevimsiz gerçeğine boyun eğiyorlar.
Eğitimin hem zorunlu oluşunun hem de mevcut yapılanmasının belirleyici özelliği sanayi döneminin ekonomik beklentileri ve katı ulus devlet yapılanmasının siyasal talepleri üzerinden şekillenmiş olmasıdır. Sistemin temel konumlanışını sorgulama ihtiyacını hissetmeksizin meseleyi bilgisayar, akıllı tahta, ders sayısının arttırılması gibi teknik detaylar üzerinden başarıya ulaştırma çabası derin bir kavrayıştan uzaktır.
EZBERCİLİK AŞILMALI
Eğitim sisteminin boğuştuğu yapısal sorunları çözmek için ileri sürülen teknik ve yüzeysel hazır reçetelerin ötesine geçmemiz gerekmektedir. Yapılacak ilk iş, mevcut yapıyı esastan sorgulayacak bir sürecin başlatılmasıdır. Sosyal, kültürel, siyasal ve teknolojik dönüşümlerin baş döndürücü olduğu bir süreçte, eskiyi cilalayıp sürdürmenin imkânının olmadığını görmek gerekmektedir. Bu sürecin farkına varan esaslı bir arayış, karşımıza hiç şüphesiz pek çok alternatif çözüm getirecektir.
Yeni Şafak