SENDİKA
EBS'nin Eğitim ve Eğitim Çalışanlarına Yönelik Talepleri
Eğitim-Bir-Sen Genel Başkan Vekili Ahmet Özer, ontolojik kaygıları olan bir eğitim sistemine ihtiyaç bulunduğu ifade ederek, “Bu, bütün polislerden ve hastanelerden daha etkili, daha sıhhatli, maliyeti daha düşük bir yoldur. Eğitim ve öğretim işi bilgi bankacılığı değil, okul da bilgi bankası değildir. Toplumun dokusuna ve zamanın yapısına göre bu bilginin nasıl, nerede ve niçin kullanılacağı da önemlidir. Teorik ve görsel eğitimden ziyade uygulamalı eğitime ağırlık vermek, sadece göze ve kulağa değil, beyne, ele, bedene hitap ederek, eğitimin sanallıktan kurtarılıp gerçek hayata döndürülmesi gerekmektedir” dedi.
Ahmet Özer, Anadolu Platformu Koordinasyon Kurulu Başkanlığı’nca Gaziantep Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenen “8. Öğretmen Sempozyumu”nun “Yeni Türkiye’nin Eğitim Paradigması” başlıklı oturumunda bir sunum yaptı.
Oturum başkanlığını Eğitim-Bir-Sen Gaziantep Şube Başkanı Mithat Sevin’in yaptığı ve SETA’dan Zafer Çelik, Bülbülzade Vakfı’ndan İbrahim Özmantar’ın konuşmacı olduğu panelde Ahmet Özer, İmam Şafi’nin “İlim, ezber edilen şey değildir, ezber edilen ya da öğrenilen şeyden temin edilen faydadır” ve Yunus Emre’nin “İlim, ilim bilmektir/İlim, kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsin/Ya nice okumaktır” sözlerine dikkat çekerek başladığı konuşmasında, eğitimin yüzyıllardır işlevini kaybetmeyen, kaybetmediği gibi sürekli olarak kendine ihtiyaç duyulan elzem sosyal kurumlardan biri olduğunu kaydederek, şunları söyledi:
“Hiçbir boşluk onu dolduramaz. Onun kadar sihirli olanı pek azdır. Onunla başlamak lazım işe, tıpkı Kur’an-ı Kerim’in ilk emrinde olduğu gibi, oku. Ama neyi okumakla başlamak lazım. Gayemiz ne? Niçin okuyacağız? Niçin eğitim göreceğiz? Öğrendiklerimizi nerede ve nasıl kullanacağız? Bu sorular, Peygamber Efendimizin yaşamış olduğu ve sadece Kur’an’ın indiği 7. yüzyıl için geçerli değildir. Özellikle de insanın âleme niçin geldiğini unutmaya başladığı anda sürekli sorulması gereken bir sorudur. Bu soruları sürekli olarak kendimize sormak ve kendimizi sorumsuz dünyaya karşı hazırlamak durumundayız. Bu sorular hayati sorulardır, ontolojik sorulardır, inanmayanın bile yakasını bırakmadığı sorulardır.”
Eğitimde önceliğin, insanın hayatta varoluşuyla ilintilendirilmesi gerektiğini düşündüğünü belirten Özer, “Eğitimi, yaşamın gayesini unutmadan âlemi, gündelik hayatı kolaylaştıran ve kurumsallaştıran temel bir unsur olarak görüyorum. Bu yüzden Duncan Waite’nin deyimiyle eğitim adına en önemli sorun ‘ontolojik kriz’in yaşanmasıdır. Ontolojik güven, insanın, içinde bulunduğu evrenin, âlemin mutlak bir güç tarafından idare edildiğini, bu varlığa ve onun yarattıklarına karşı sorumluluk hissetmesi demektir. Teknoloji geliştikçe insanlar bedenen, sıhhaten daha güvenli olduklarını düşünüyorlar fakat artık çağımızda en büyük yoksunluk ontolojik güven sorununda yaşanmaktadır. Her şeyin parayla değerlendirildiği bir dünyada, eğitim de bundan nasibini alarak metalaşmakta, işletmenin ve verimliliğin vazgeçilmez bir parçası haline gelmektedir. Ontolojik güvenden arındırılmaya çalışılan bir yüzyılda yaşıyoruz. Küresel eğitim sistemi buna hizmet ediyor. Kapitalist ve sosyalist dünyanın birleştiği en önemli husus, sekülarizmdir. Ülkelerin neredeyse yarısı bu cenderenin içinde yaşadılar. Kendi tarihi tecrübemize baktığımızda, aslında Cumhuriyete kadar eğitim sistemimizde bu ontolojik güvenin güçlü olduğunu görürüz fakat laik eğitim sistemiyle birlikte bu değerlere meydan okundu ve gençlerimize ancak bilinçli aileler tarafından ontolojik güven dersi ya da bildiği kadarıyla eğitimi verildi. Bu yüzden 20. yüzyılı heba eden insanlığın, 21. yüzyılda kaybettiklerini telafi etmesi gerekmektedir. Sendika olarak eğitim sisteminden beklediğimiz en önemli hususlardan biri, bu alanda atılacak olan adımlardır. Biz eğitim sisteminde bu yönde yenilik bekliyoruz. Genelde dünyada özelde Türkiye’de eğitimde ontolojik güveni artırıcı ve onu sağlayıcı önlemlerin alınması gerekmektedir. Ontolojik güvenle yetişen bir öğrenci, doğal olarak sadece kendisine karşı sorumluluk hissetmeyecek, bencil hareket etmeyecek, aynı zamanda çevresine, ailesine, arkadaşına, canlı ve cansız olan her şeye karşı da sorumluluk hissedecektir. Maalesef günümüzdeki küresel eğitim sistemi tamamen çıkar ilişkisine göre işletilmektedir. Bu yüzden günümüz eğitim sisteminde değer krizi yaşanmaktadır, çünkü ontolojik güvenden mahrum bireyler yetiştiriyoruz. Bu güvenin olmadığı yerde ve öğrencilerde toplumsal fayda beklenemez, erdemli insanlar yetiştirilemez” şeklinde konuştu.
Öğretmen Yetiştirme Politikamızı Sil Baştan Ele Almalıyız
Türkiye’deki eğitim sisteminin Cumhuriyet’ten bu yana çevreden merkeze doğru yapılanmayı değil, merkezden çevreye doğru inşa etmeyi tercih ettiğini dile getiren Özer, şöyle devam etti:
“Bir başka ifadeyle, tepeden aşağıya doğru işleyen bir mekanizma vardır. Hiçbir inşaata tepeden başlanmaz, temelden başlanır, zemine göre plan ve proje geliştirilir. Fakat Türkiye’de maalesef merkez-çevre tartışması içinde hep merkezi davranıldığını görüyoruz. Bu yüzden devlet hep korumacı, temkinli ve teyakkuz halinde olmayı tercih etmiştir. Yeni yüzyıla girerken devletin de artık korumacı, bencil, kapalı toplum ve devlet anlayışı yerine demokratik, şeffaf, taleplere açık olduğunu göstermesi gerekir. Öğrenciler ve öğretmenler, ideolojik devletin kullanacağı çakıllar ve malzemeler; toplumsal mühendisliğin bir parçası olamazlar. Eğitim, devlete göre değil, topluma, kültüre ve zamana göre şekillendirilmeli ve eğitim politikaları buna göre geliştirilmelidir. Eğitim, bir dönüşüm aracı değil, gelişim aracı olarak kullanılmalıdır. Küreselleşmenin, çok kültürlülüğün, çok dilliliğin, farklı dini ve ideolojik görüşlerin yaşandığı bir dünyada tek tipçi, despot, esnek olmayan, başka insanların yaşam tarzına saygı duymayan anlayıştan uzaklaşılması gerekmektedir. Devlet, eğitimi ve eğitim hukukunu buna göre dizayn etmeli, tarihin paslı küfelerinden kurtulmalıdır. Bu bakımdan, tevhidi tedrisat kanunu gibi kullanım değeri kalmamış yasalardaki maddelerin kaldırılması gerekmektedir. Eğitimle ilgili yasalar baştan sona tekrar gözden geçirilip kullanım süresi bitenlerin rafa kaldırılması, tıkanan eğitim sorunlarının önünü açacaktır. Yasalar kadar bir başka önemli değişim ihtiyacı, biz eğitimcilere düşmektedir. Bizler, sadece sınıfların içinde, okulun içinde ve çevresinde kalarak dünyada olup bitenleri anlayamayız, ancak bu sınırları aşarak, dünyadaki değişimi yaşayarak anlayabilir ve dış dünyaya derdimizi anlatabiliriz. Bu yüzden, saydığımız nitelikleri haiz öğretmen yetiştirmeliyiz. Öğretmen yetiştirme politikamızı sil baştan ele almalıyız.”
Eğitimde İşletme Mantığına Karşı Durmalıyız
Ahmet Özer, günümüz okullarında bilginin meta haline dönüştürüldüğünü, bu nedenle de terbiye eğitiminden, insan merkezli eğitim politikalarından ziyade kalkınma politikasına endeksli eğitim anlayışının hâkim olduğunu vurgulayarak, “Öğrenci, eğitimi sürekli bir çıkar alanı olarak görmekte ve ‘ben bu eğitimi aldıktan sonra ne kadar kazanacağım’ kaygısı, öğrencinin eğitimine ve geleceğine şekil vermektedir. Kariyer odaklı eğitimden vazgeçilmelidir. Çünkü sadece bilgi değil metalaşan; aynı zamanda, öğrenci-öğretmen de metalaşmakta ve ticari akıl ön plana çıkarak tüketimin nesnesi haline gelmektedir. Eğitim, sadece para için yapıldığında sıradanlaşır, değer yoksunu bir forma dönüşür, sürekliliği olmaz ve sürekli değişim gösterir. Paradan sonra, değerler ve insan arasında bağ nasıl biterse ve başka arayışlara geçerse, eğitimin para ve çıkar endeksli kurulumu da geçmiş ve gelecek arasındaki bağı koparacaktır, değerlerle insan arasındaki ilişki de aniden bitecek ve bir sorumluluk hissetmeyecektir. Sadece kötü olanlar değil, paraya dönüştürülemeyen iyi ve olumlu alışkanlıklar ve uygulamalar da kaybolacaktır. Örneğin, eğitimin bir boyutu da terbiyedir. Fakat terbiye eğitimini kapitalist sistem kendine karşı yapılmış bir hareket olarak görecektir ve buna pek müsaade etmez. Bu yüzden terbiyenin kapitalist sistemde yeri yoktur, hatta engelleyici bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern eğitim sisteminin terbiyesi yok, metotları ve teknikleri vardır” diye konuştu.
Yokuşu Çıkmamızı Engelleyen Küfelerden Kurtulmalıyız
Anayasa başta olmak üzere, eğitimle ilgili tüm yasaların devletçi bir anlayışla değil, toplumcu bir anlayışla gözden geçirilmesi, ihtiyaç çerçevesinde yeniden yazılması ve uygulanması gerektiğini söyleyen Özer, “Yaklaşık 90 yıldır, çoğu zaman kendi değerlerimizle ve kültürümüzle çelişen, bizi yabancılaştıran tutumlara bilinçaltımızın alıştığına şahit oluyoruz. Bu alanlarda daha özgür bir ortam olsa bile, önceden istediğimiz değişimlere karşı bilincimizde engeller oluşmuş gibidir; örneğin, özel imam hatip okullarının ya da özel ilahiyat fakültelerinin açılıp açılmamasında olduğu gibi. Artık İHL’ler ve ilahiyatlar devletin belirlediği tek tip okullardan olmaktan çıkarılmalı, resmi din anlayışının ötesinde, dinin doğasına uygun müfredat programları geliştirilmelidir” ifadelerini kullandı.
Müfredat ve ders kitaplarının konu ve içeriklerinin yeniden masaya yatırılması, özellikle ilklerin ve enlerin Batı tarihine göre değil, gerçek tarihe göre yazılması gerektiğine dikkat çeken Ahmet Özer, eğitimde yapılması gereken diğer değişiklikleri şöyle sıraladı:
“Öğretmen yetiştiren fakülteler yeniden ele alınmalı, öğretmen yetiştirme politikası yeniden düzenlenmelidir. Aday öğretmenlerin eğitimlerinin ciddiyetle yapılması için özel uygulama alanlarının oluşturulması ve okullarda gerekli özenin gösterilmesi için farkındalık bilincinin artırılması gerekmektedir. Öğretmenleri teşvik etmek amacıyla verilen ödül sayıları artırılmalı, mümkünse il ve ilçe bazında her branştan başarılı öğretmenler belirlenerek onlara ödül verilmelidir. Bu uygulama teşvik edici olacaktır. Üniversite öğretim üyelerinin kreş ve anaokulu öğretmenlerine mentorluk yapmaları ve bunun ileriki yıllarda ilk, orta ve lise okullarında uygulanması; çok sayıda ders vermekten ziyade çocuğun beden becerilerini, kabiliyetini ve kendine güveni ortaya çıkaracak sosyal aktivitelerin bol olduğu derslerin artırılması yerinde olacaktır. Okul yönetim sisteminin yeniden ele alınması ve kendi bütçesi olan bir yapıya kavuşması uygun olacaktır. Ayrıca illerde il eğitim kurullarının kurulması gerekmektedir. Meslek okullarıyla sanayi kuruluşları birlikte entegre edilmeli, birlikte çalışmalarını sağlamak amacıyla illerde bulunan ticaret odaları ve iş adamları dernekleri öncülüğünde meslek okulları öğrencilerine hayatın içinden uygulamaların yapılması için fırsat tanınmalıdır.”
Ontolojik Kaygıları Olan Bir Eğitim Sistemine İhtiyaç Var
Özer, ontolojik kaygıları olan bir eğitim sistemine ihtiyaç olduğunun altını çizerek, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu, bütün polislerden ve hastanelerden daha etkili, daha sıhhatli, maliyeti daha düşük bir yoldur. Eğitim ve öğretim işi, bilgi bankacılığı değil, okul da bilgi bankası değildir. Toplumun dokusuna ve zamanın yapısına göre bu bilginin nasıl, nerede ve niçin kullanılacağı da önemlidir. Teorik ve görsel eğitimden ziyade uygulamalı eğitime ağırlık vermek, sadece göze ve kulağa değil, beyne, ele, bedene hitap ederek, eğitimin sanallıktan kurtarılıp gerçek hayata döndürülmesi gerekmektedir.”
Açılış törenine, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Rektör Prof. Dr. M. Yavuz Coşkun, Şahinbey Kaymakamı Uğur Turan, Şehitkâmil Kaymakamı Mehmet Aydın, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Gür, Anadolu Platformu Koordinasyon Kurulu Başkanı Turgay Aldemir ve çok sayıda öğretmenin katıldığı sempozyum iki gün sürdü.