SENDİKA
EBS Diğer Sendikaları Samimiyetsizlikle Suçladı
Üstad Necip Fazıl Kısakürek, ‘Sakarya Türküsü’ şiirindeki “Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir” mısraında, tarih, insan ve fikri yıldız ve suyun akışkanlığıyla tanımlar.
İlk insandan bugüne, yeryüzünden milyarlarca insan gelip geçmiştir. Tarihte, herhangi bir zaman diliminde yaşayan her insanın bir kişisel tarihi bulunduğu gibi, ait olduğu cemaatin/cemiyetin de toplumsal tarihi bulunur. Tarih her şeyi kaydeder; kayıtların kimisini arşive, kimisini de vitrine koyar. Göz önünde bulunan, önemli bir yer işgal eden ya da dikkat çekici bir alanı kapsayan kişilerin ya da kurumların tarihi vitrindedir, bu yönüyle her an yargılanmaya açıktır.
Tarih, yaptıklarımızı kaydettiği gibi, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı da kaydeder. Hiçbir şey yapmamış olmak, değerlendirmeye tabi tutulmamayı gerektirmez. Bir şey yapılması gerekirken hiçbir şey yapmamış olmak bir değerlendirme kriteridir. Bu çerçevede, yaptıklarımızla ya da yapmadıklarımızla tarihin huzurundayız. Önemli dönemeçlerdeki tutumumuz bizim asıl kartvizitimizdir.
Örgütleri insanlar oluşturur, insanlar yönetir. Yönetenlerin ilgi, kaygı ve refleksleriyle örgütler tanımlanır; ilgi, kaygı ve reflekslerin anlık olmaktan çıkıp alışkanlık olmasıyla ve tarihsel bir süreçte tekrarlanmasıyla örgütlerin kimliği oluşur.
Türkiye’de sendikal eğitim örgütlenmeleri, üzerinde değerlendirme yapmayı ve sağlıklı sonuçlara ulaşmayı sağlayacak ölçüde bir geçmişe ve örgütsel kimliği çözümlemeye yarayacak davranış analizleri yapılabilecek vaka silsilesine sahiptir. Demokratik işleyişini çok uzun zaman önce yerleştirmiş, devleti doğru tanımlamış, devlet-vatandaş ilişkisini her kesimin kabul edebileceği bir düzleme taşımış, mesela, Kuzey Avrupa demokrasilerinde kırk yılda bir yaşanabilecek gelişmeler, devletin kuruluşunun artçı sarsıntılarının bile hâlâ devam ettiği Türkiye toplumunda neredeyse günlük yaşanmaktadır. Bu gelişmeler karşısında ilkeli, kararlı, tutarlı bir tutumun savrulmadan sürdürülmesi, örgütlenmeler açısından da tanımlayıcı olmaktadır. Aynı zamanda ait olduğumuz medeniyetin yüzyıl önce derleyici, toparlayıcı, ayar verici bir üst yapıyı yitirmesi; büyük bir coğrafyada Müslümanların küçük oyuncaklar şeklindeki devletçikler halinde her türlü zulme açık hâlde bulunması karşısında ortaya koyduğumuz ya da koymadığımız duyarlılık da bir medeniyet kaygısına sahip olup olmama açısından belirleyici bir tutum olmaktadır.
Vakalar karşısındaki tutum alış, bir medeniyet kaygısına sahip olup olmama, tarihsel süreçte oluşturduğu gelenek değerlendirildiğinde, bugün, pozitivist örümceklenmeye uğrayıp değerlerine düşman olmamış bütün eğitim çalışanlarının tam bir itimatla ve gönül rahatlığıyla bünyesinde yer alabilecekleri eğitim örgütlenmesi Eğitim-Bir-Sen’dir. Eğitim-Bir-Sen, olaylar karşısında hiç savrulmamıştır. Eğitim-Bir-Sen, daima milletin yanında yer almıştır; tutarlıdır, 1992’deki inancı, söylemi ve eylemiyle 2014’teki inancı, söylemi ve eylemi arasında hiçbir fark yoktur. Eğitim-Bir-Sen’in en büyük sermayesi samimiyetidir. Diğerlerinden en büyük farkı da samimiyetidir.
Eğitim-Bir-Sen, toplumun vicdanını temsil etmektedir. Bugün toplum vicdanını inciten hangi gelişme yaşanmışsa, bunun acısını, öfkesini meydanlarda haykıran Eğitim-Bir-Sen’dir. Bunu örnekleyen yüzlerce olay Eğitim-Bir-Sen’in yayınlarından, basın yayın organlarının arşivlerinden derlenebilir. Diğerlerine bakıldığında, önemli dönemeçlerde hep kafaları kumdadır, gövde ise zaten hiç umurlarında olmamıştır. Bu açıdan, diğer sendikal örgütlenmelere bakıldığında şu manzara görülür: Ülkede demokrasi inkıtaya uğratılmak istenir, gövde çırpınır, kafa kumdadır; Müslüman bir toplum deprem felaketine uğrar, gövde çırpınır, kafa kumdadır; tsunami olur, sel olur, Müslümanlar aç, bîilaç kalır, gövde çırpınır, kafa kumdadır; Uzakdoğu’da Müslümanlar kıyıma tabi tutulur, gövde çırpınır, kafa kumdadır; Mısır’da alçak bir darbe yapılır, gövde çırpınır, kafa kumdadır; alçak darbeciler Müslümanları idama mahkûm eder, gövde çırpınır, kafa kumdadır.
Eğitim camiası, kafasını kuma gömen, bir şey yokmuş gibi davranan, küçük hedeflerin peşinde savrulan eğitim örgütlenmelerinden kurtarılmalıdır. Biz, Eğitim-Bir-Senliler olarak, sendikal sahada yalnızca bize mahsus bir güzelliğe sahibiz. Bunu bütün eğitim çalışanlarıyla paylaşacak gönül doygunluğuna da sahibiz. Doğru temsil edilmediğini gören, bilen; farklı gerekçelerle bu uyumsuzluğa rağmen üyelik bağını sonlandırmayan arkadaşlarımızı mutlaka, doğru ve nitelikli temsile, hissettiğini söyleyen, söylediğini eyleme döken duyarlılığa, tutarlılığa; Eğitim-Bir-Sen’e davet etmeliyiz.
Eğitim-Bir-Sen’in hedefi, 850 bin eğitim çalışanını bünyesine katmaktır. Daha çok çalışmak, daha fazla eğitim çalışanına ulaşmak zorundayız. Teşkilatlarımız, 15 Mayıs’a çokça yaklaştığımız şu günlerde çalışmalarını bu gaye perspektifinde gözden geçirerek, bir atılım daha yapmalı, daha güçlü Eğitim-Bir-Sen’in daha çok hak elde etmeye vesile olacağının bilinciyle yeni bir gayreti kuşanmalıdır.
Ehil olmayan, emanetten uzak duracak. Hak etmediği, Müslüman’a haramdır. Haddini bilmek İslami bir şiardır. Eğitim-Bir-Senliler olarak, şunun yüzde yüz bilincindeyiz ki, karınca misali her birimiz bu milletin, ümmetin ve insanlığın hayrına koşuyoruz. İşyeri temsilcisinden genel merkez yöneticisine kadar, teşkilat olarak bu millet için daha çok çalışacağız. Fert fert bunun gayretiyle kuşanacağız. Ve sonunda ya millet olarak tarih sahnesinin güçlü aktörlerinden biri olacağız ya da seyirci locasında dahi tokatlanan bir sünepe. Bizler bu sahnede kadim medeniyetimizin yeniden inşasının öncüleri olarak yer almak istiyoruz.
Bizler teşkilatçıyız. Teşkilatçı insan, sabrı elden bırakmadan eserin bitmiş halini sürekli zihninde canlı tutarak mesafe alır, başarılı olur. Onun için diyorum ki, yürümeliyiz, hiç durmadan yürümeliyiz. Muhammed İkbal’in deyişiyle, “Yürürsem varım, yürümezsem yokum; çalışırsam varım, çalışmazsam yokum.”
Bu düsturla her günümüze, 24 saatimize yön vermeliyiz.