Birkaç aydır bazı eğitim sendikalarının tek derdi, tek gündemi var;‘'okullara müdür atamalarında sözlü sınavı yapılacak olması.'' Adeta müdür atamaları ile yatıp müdür atamaları ile kalkar olduk.
Tüm Türkiye'de (tahmini olarak) beş bin münhal müdürlüğe yapılacak atamanın en hayati mesele şeklinde gündeme getirilmiş olması oldukça düşündürücüdür. Yönetmelik gereği bu beş binin üç katını aldığımız zaman toplamda on beş bin eğitimcinin sorunudur müdürlük atamaları. Bir milyon çalışan, on yedi milyon öğrencinin bulunduğu bir camia on beş binin gündemine hapsedilmeye çalışılıyor. Bunun için eylemler bile yapılıyor. Oysa yürürlükteki yönetici atama yönetmeliğine baktığımızda mülakatın belirleyiciliğinin oldukça sınırlı olduğunu görmekteyiz. Yazılı sınav ve Ek1 den sonra mülakatın toplam atamalara etkisi %10 bile olmayacak.
Bahse konu olan eylemlerde kullanılan kavramlara baktığımızda adalet, liyakat, ehliyet, dürüstlük kavramlarının geçmiş dönemler unutularak fütursuzca sıralandığını görüyoruz. Hafifbir tebessümle gülümseyip hafızamızı biraz yokladığımızda; daha düne kadar yapılmış olanatamalara göre bu kavramların neyi ifade ettiğine bir bakalım.
İşte, bu kavramları dillerinden düşürmeyenlerin hüküm sürdüğü dönemin zihinlerde yer eden tanımları:
ADALET; Kimsenin haberi olmadan, zamana bağlı kalmaksızın üç kişinin bilgisinde müdür ataması yapabilme becerisidir. Bir başka tanımda ise; bir gecede faksla yüzlerce yöneticiyigörevden alıp, yerine yenilerini atayabilmektir.
LİYAKAT; Samimi dindar insanlara mürteci yaftası vurulup dışlandıktan sonra, geriye kalan asilzadelerin vazgeçilmez, sorgulanamaz, doğuştan gelen özelliğidir.
EHLİYET; Yüksek öğrenim hatta orta öğrenim görmüş olmanın zorunlu olmayıp, yüksek manevra kabiliyetine ve dahi üstün niteliklere sahip, koltuk sadakati yüksek, tekerlekli koltuk tanitelikli ve dengeli simülatif sürüş becerisidir.
DÜRÜSTLÜK; Yapılan her türlü iş ve işlemlerde tamamen duygusal davranıp, işi kitabınauydurabilme sanatıdır.
Bu kavramların insanların hafızasında böyle yer etmesi acı bir durum. Değer ifade eden her şey derin donduruculara hapsedilmiş, yerine yeni tanımlamalar getirilmişti. Kavramların anlamı aslına rücu ettiyse bu sevindirici ve gelecek adına ümit verici bir durumdur. Yok, eğergünü kurtarmak adına pir-i faninizin dediği gibi; “dün dündür bugün bugündür” diyorsanız,hafızaların hâlen silinmediğini bilmeniz gerekir.
Oldukça sınırlı sayıda eğitim çalışanının sorunu olan koltuk hevesi için bu kadar çırpınan, ‘'Roma'yı da yakan'' sözüm ona sendikalar, yüz binlerin sorunlarını neden gündemlerinealmazlar?
Geçtiğimiz günlerde Kamu Baş denetçisi Mehmet Nihat Ömeroğlu'ndan çok yerindeaçıklamalar geldi. Milyonları ilgilendiren açıklamada; “Mesai saatlerine Cuma namazı ayarı yapılmalıdır.” denildi. Sayın Ömeroğlu, kendilerine gelen taleplerin başında mesai saatlerineCuma namazı ayarının yapılması isteğinin olduğunu ifade etti.
Aynı talep şüphesiz sendikalara da gelmektedir. Milyonlarca memuru ilgilendiren bu sorunun görmezden gelinip, koltuk savaşının canlı tutuluyor olması tabandan kopuşun ve sanal gündemlerin bir göstergesidir.
Hem iktidar sahiplerine kafa tutup hem de iktidara, bürokrasiye hâkim olabilme sevdasının sendikal muhalefet olarak nitelendirilebilmesi ancak Türkiye'de yaşanabilecek anakronik bir durumdur.
Celal DEMİRCİ