GÜNDEM
Salih Mirzabeyoğlu: 'Pişmanız deyip kurtulamazlar
İşte Salih Mirzabeyoğlu'nun Akit gazetsine verdiği röportaj:
Akit: Hoş geldiniz. Nasılsınız?
Salih Mirzabeyoğlu: Asıl siz hoş geldiniz. Ben uzunca bir süredir buradayım. Allaha şükrediyoruz iyi olmak için. Böylesine bir tutsaklıkta nasıl olunabilirse öyleyiz.
Akit: Yaşam koşullarınız nasıl?
Salih Mirzabeyoğlu: Dışarıdan bakılınca sorun yokmuş gibi görünüyor ancak göründüğü gibi değil. Heyetler gelip bakıyor, yaşam alanlarını, sosyal alanları inceliyor. Yeterli deyip gidiyorlar. Oysa öyle değil. Bu, elli kiloluk bir yükü taşımaya benziyor. Bu yükü bir dakika omuzlayan şahıs ooo hafifmiş, ne var ki bunda diyebilir ama devamlı taşıyan kişi ancak zulmün ağırlığını anlayabilir. 10 yıldır hücrede yaşıyorum. Kimsesiz bir ortam... Duvarlarla çevrili daracık bir odada tecrit altında tutuluyorum.
BAŞINDAN SONUNA BİR TİYATROYDU
Akit: İsterseniz direkt kamuoyunun merak ettiği hususlara girelim. Nasıl gözaltına alındınız? Çatışma ortamı diye yazıldı çizildi o dönem. Doğru mu?
Salih Mirzabeyoğlu: (tebessüm ediyor) Bu mevzuya çok da girmek istemiyorum aslında. Yani çocuklarımın üzerinden anlatılmak da anlatmak da hoş değil, istemiyorum. 28 Aralık 1998de öğle sıralarında gözaltına alındım. Bir okulun önünde çocukları beklediğim sırada birkaç sivil otomobil hızla gelip önümde durdu. Otomobilden inen kişiler hiçbir kimlik göstermeye dahi gerek duymadan hadi gidiyoruz dedi. Ellerimi kelepçeleyip, gözümü bağlayıp beni İstanbul Terörle Mücadele Şubesine götürdüler. Terörle Mücadelede günlerce gözaltında kaldım. Sorgudan geçirildim. O dönem İstanbul İl Emniyet Müdürü olan Hasan Özdemir ve savcı olduğunu tahmin ettiğim dördüncü bir kişi de sorgu sürecine katıldı. Bizim gözaltı ve yargılama sürecimiz başından sonuna tiyatroydu. Zaten bunu açıkça da ifade ettiler.
Akit: Kim ifade etti?
Salih Mirzabeyoğlu: Sorgucular arasında bulunan ve isminin Bahri olduğunu öğrendiğim komiser. Komiser Bahri Aslanım, kimse senin kitaplarını okumayacak. Buradan savcının önüne ne giderse odur. Başka bir şey yok diyerek, bu sorgulamanın asıl amacını izah etmiş oldu. Bizi hiç tanımadıkları sordukları sorulardan belliydi... O güne kadar yazdığım onlarca kitabın birini bile okumamışlardı. İBDAnın ne olduğunu bile bilmiyorlardı.
BELLİ BİR SÜRE SONRA NE OLACAKSA OLSUN DİYORSUNUZ
Akit: Sorgunuzu biraz daha açar mısınız?
Salih Mirzabeyoğlu: Ramazanda gözaltına alındım. Korkunç bir baskı altında devam etti sorgu. Tabii adı sorgu. Aslında niyet belli: İşkenceyle istenilen sonucun alınması.
Kimi zaman 14 saat aralıksız sorguda kalıyordum. İrademi kırmaya çalışıp, tüm suçları kabullenmem isteniyordu. Durum öyle bir hal almıştı ki ifademi yazıya döken Komiser Bahri, yanında bulunan diğer polise dönerek Bir şey çıkmaz bu ifadelerden. Araya İBDA-C falan sıkıştırmak lazım şeklinde yönlendirmelerde bulunuyordu.
Günlerce süren baskı dolu polis sorgusuna oruçlu ve uykusuz nasıl dayanabilirsiniz. Belli bir saatten sonra Artık ne olacaksa olsun. Bu iş bir an önce bitsin diye düşünüyor insan. Emniyet savcılık ve daha sonra o ibretlik yargılama süreci başladı.
Akit: Örgüt liderliğinden ceza aldınız değil mi?
Salih Mirzabeyoğlu: Mahkeme safahatı zaten biliniyor. Hakimi değişti. Sedat Karagül gitti, yerine Metin Çetinbaş geldi ve karar açıklandı. Karar metnindeki ifade aynen şöyle: Kumandan Salih Kod Salih İzzet Erdişin örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tespit edilememiş olmakla beraber... Lidersiz bir örgüt düşünülemediği gibi örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlerden de örgüt liderinin sorumlu tutulmaması eşyanın tabiatına aykırı düşer. Bir tiyatroya dönüşen yargılamanın kararı ancak böyle verilebilirdi ve verildi.
ASIL HEDEF DAVAMI İTİBARSIZLAŞTIRMAK
Akit: 9 klasör mahkeme evrakı inceledim. Suç işlediğinizi ortaya koyan, sizi doğrudan suçlu duruma düşürecek, örgüt lideri olduğunuzu belgeleyecek bir tek delil göremedim. Buna rağmen idam ya da müebbet almanızı neye bağlıyorsunuz?
Salih Mirzabeyoğlu: Hedefleri tamamen itibarsızlaştırmaktı. Asıl hedef ben gibi görünsem de en önemli amaçları benim kanalımla davamı itibarsızlaştırmaktı. Fikir hareketini bitirmek için böyle bir operasyona giriştiler. Gözaltına alınıp tutuklanmamla sonuçlanan sürece kadar ne yaptıysam şu anda da aynısını yapıyorum. Yazıyorum, düşündüklerimi yazıyorum.
Ben bir Müslümanım ve buna göre şekillendirdiğim düşüncelerimle yazıyorum. Dedim ya; hedef ben değilim, hedef düşüncelerim.
Akit: Mesela yargı sürecinde ilginç bir durum yaşanıyor. Ele geçirilen ruhsatlı av tüfeği rejimi yıkmak için kullanılacak silah, ortak olduğunuz fırından aldığınız aylık 150 lira da örgütün finansmanı olarak nitelendiriliyor.
Salih Mirzabeyoğlu: Şimdi olay şöyle: Ben bir yazarım, neşriyatla uğraşıyorum. Ticaretle işim olmaz. Arkadaşlar fırın açmak istediler. Bana da Gel sen de para koy, 3 ortak açalım. Sen sadece koyduğun para kadar elde edeceğimiz gelire ortak ol dediler. Ben de gücüm nispetinde ortak oldum ve cüzi bir kâr payı aldım fırından. Olay tamamen bu. Sizin de tespit ettiğiniz bu durum dahi yargılamanın nasıl bir mantıkla yapıldığını ortaya koymuyor mu?
KAÇARKEN, YAKALANMIŞIM GİBİ GÖSTERDİLER
Akit: Dönemin egemen medyası hakkınızda çok yazdı çizdi. Bu da itibarsızlaştırmanın bir parçası mıydı?
Salih Mirzabeyoğlu: Kesinlikle öyle. Dava sürecinde medyanın yazıp çizdikleri bu durumun bariz örneği. Ben Tuzlada, evimin yakınındaki okulun önünde gözaltına alındım. Fakat buna rağmen televizyon kanalları gözaltına alınmamı çok farklı bir şekilde verdi. Mesela yanlış hatırlamıyorsam Show TV Hücre evine baskın başlığıyla duyurdu gözaltımı. Düşünsenize sanki firari bir kaçaktım da beni kaçarken yakalamışlar. İtibarsızlaştırma ve halkın aldatılmasına dönük yayınlar bununla da bitmedi. Yakalandığımız yer de bir güzel kurgulanmıştı. Adeta koyun ağılı gibi, hayvan barınağı gibi bir yerde yakalanmışız gibi gösterdiler haberlerde.
Akit: Saadettin Ustaosmanoğlunu da gözaltına almışlar korumanız diye. Koruma olmak için biraz fazla ufak tefek gibi?
Salih Mirzabeyoğlu: (tebessüm ediyor) Güya korumammış. Daha önce bir defa Bursada görmüştüm. Ben İstanbulun bir ucunda ikamet ediyorum, o ise Fatihte. Ve buna rağmen benim korumam olduğu iddia edildi.
Akit: Nazik tavrınızdan aldığım cesaretle soruyorum. Silahlı mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Salih Mirzabeyoğlu: Silahlı mücadele ne reddedilebilir ne de kabul edilebilir bir şeydir.
BANA NİYE KUMANDAN DEDİKLERİNİ DİYENLER SÖYLESİN
Akit: Dava dosyasında sık sık zikrediliyor. Neden kumandan diyorlar size?
Salih Mirzabeyoğlu: 70li yıllarda arkadaşların kullanmaya başladığı bir ifade. Bu soruyu benden ziyade diyenlere sormak lazım. Bana kumandan diyenlere sorarsanız daha net cevap alırsınız.
Akit: 28 Şubat döneminde sizi yargılayanlar, hakkınızda iftiralar kaleme alanlar, tankların arkasından kükreyip asılmanızı isteyenler şimdi sus pus oldu. Kimisi Evet bu ceza çok, kimisi ise Yargılamada hatalar yapılmış olabilir diyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
MÜSLÜMANLARA SALDIRANLAR HESAP VERMELİ
Salih Mirzabeyoğlu: Onlar o havanın adamları. Etki altında kalarak yapanlar, dönemin egemenlerinden çekinip bu kararları verenlerden ziyade bu eylemin fikir babaları, bizzat uygulayıcıları, zihin ve bedenlerini bu amaç için kullananların durumu değerlendirilmeli. Korkmuş susmuş, korkmuş tamam demiş, çekindiği için imza atmış. Bunlar önemsiz şahıslar ama diğerleri susarak, Pişman olduk, yanlış yaptık diyerek asla kurtulamazlar. Müslümanlara yönelik böylesine bir saldırıda bulunanlar hesap vermeliler. Korkarak, kaçarak kurtulamazlar. Ölümü göze almamış birinin öldürmeye de hakkı yoktur.
SOVYETLER HİÇ YIKILMAZ DİYORLARDI AMA...
Akit: Bu olayların arkasındaki kişiler çok mu güçlülerdi, yoksa çok mu cesur davranıyorlardı?
Salih Mirzabeyoğlu: Kurdukları küfürle dolu beşeri düzenin hiç yıkılmayacağını sanıyorlar. Zulüm ve baskı düzeninin hiç sarsılmayacağını düşündükleri için böylesine pervasız olduklarını sanıyorum. Bu durum biraz da Sovyetler Birliğinin durumuna benziyor. Romanyada bir talebem vardı. Sovyetler Birliği hiç yıkılmaz, sonsuza kadar devam edecek diyordu. Ama bunu söyledikten sadece 3 yıl sonra o devasa ülke koca balon gibi bir anda patladı. Aslında beşeri her yapı gibi Sovyetler Birliğinin de yıkılması mantık dahilindeydi ama öylesine bir algı, öylesine bir baskı ortamı vardı ki zayıflığı gözle görülmüyordu. Bugün bile Sovyetlerin neden dağıldığına net bir açıklama getirilemiyor. İşte Türkiyenin içinden geçtiği süreç de böyle bir süreçti. 28 Şubat döneminde böyle bir algı vardı.
AHLAKSIZ İŞKENCEYE KARTEL ÖVGÜSÜ
28 Şubatın belki de en ağır mağduru mütefekkir Salih Mirzabeyoğluydu. Postmodern darbenin sivil işbirlikçileri tarafından olmadık işkencelere maruz kalan Mirzabeyoğlu ve arkadaşları, tiyatroya dönüşen yargılamaya itibar etmeyince zorla götürülmelerine karar verildi. 25 Ocak 2000de sabaha karşı Metris Cezaevine olağanüstü bir operasyon yapıldı.
Devlet, Mirzabeyoğlunu zorla koyduğu cezaevinden yine zorla çıkardı. 1 kişinin öldüğü, çok sayıda kişinin de yaralandığı operasyon sonrası adliyeye getirilen Mirzabeyoğlu, 12 Eylül dönemini aratmayan bir uygulamaya tabi tutuldu. Saçı sakalı zorla tıraş edilmiş, yüzü yara bere içinde olduğu gözlenen Mirzabeyoğlu ayakta durmakta zorlanıyordu.
O dönemin kartel medyası ise kendi mahkumunu, mahkum ettiği yerden zorla çıkarmayı becerebilmiş yöneticileri İşte bu kadar, Metrisin üç aslanı yolunmuş tavuk, Kafasını jandarmanın copuna çarptı şeklindeki başlıklarla alkışlıyordu.
27 Ocak 2000 tarihli Star Gazetesi, cuntacıların Mirzabeyoğluna yapılan işkenceyi şu çirkin ifadelerle legalleştiriyordu:
1- Jandarma koğuşa dalınca uyanıp alnını ranzaya çarptı.
2- Sendeleyerek kalktı, ayağı kayınca burun üstü düştü.
3- Kalkayım dedi, uyku sersemiydi. Dipçiğe gözünü vurdu. 4. Kendini topladı. Kapıdaki askılığı görmedi, kulağını taktı. 5. Jandarma sıkı sıkı sarılınca boynuna kan dolandı. 6. Koğuştan çıkıyordu, kapıyı açık zannetti.