EĞİTİM
Paranoyak Şura
GAZETEKAMU / ÖZEL HABER -SOKAK SAVCISI
Milli Eğitim Bakanlığı'nca Antalya'da düzenlenen 19'uncu Milli Eğitim Şûrası'nda, dört ana başlık altında, dört gün süren toplantıların ardından, 200 civarındaki tavsiye kararı Genel Kurul'da oylandı. Demokrasinin nimetlerinden olan şura toplantısına Cumhurbaşkanı ve Bakanımızın yanında, akademisyenler, okul müdürleri, öğretmenler, öğrenciler, veliler ve bakanlık bürokratları olmak üzere yaklaşık 600 kişi katıldı.
Katılımdaki çoğunlukta belli bir kesimin ağırlığı hissedilmiş olsa da, toplantıya bazı eğitim sendikalarının davet edilmeleri unutulmuş(!) olsa da, toplumumuzun aydınlık geleceği için, ışık tutacak kararlara imza atılacak olunması nedeniyle harcanan milyonlara acınılsa da, kimi basının akredite engeline takılması söz konusu olmuş olsa da, bazı sendika genel başkanlarının, şura başlamadan, şura kararlarını tanımadıklarını ve diğer katılımcı sendikalarının ‘şuradan çekilmeleri’ gerektiği çağrısında bulunmuş olsa da, bir kaç köşe yazarının şura ile ilgili olarak ‘Darbe Şurası’, ‘Din Şurası’ vb. başlıklarını atmış oldukları gözlense de, iyisiyle kötüsüyle , içinde bulunduğumuz şartlar çerçevesinde yaşanması gerekenlerin yaşandığı bir eğitim şurası oldu.
Tavsiye kararları görüşülmesi esnasında, öğretmenlerin özlük hakları ile ilgili iyileştirme önerilerinin yer almış olması, dünyada neredeyse demode olmak üzere olan, Mentör kavramının ülkemiz eğitim politikası içinde nihayet dillendirilmesi, öğretmen ve yönetici atamalarındaki mülakat uygulamalarının tümüyle reddedilmesi, üstün yetenekli öğrencilerin yetiştirilmesinde okul öncesinden geçerli olacak program üzerinde çalışılmasının gerekliliği gibi hususlarda, katılımcılar arasında görüş birliği içerisinde olmaları, şuranın seyri açısında umut verici idi. Öyle ki, mutabık kalınan konularda, kamuoyunun henüz kurulda onaylanmamış bir taslağı, basından kabul edilmiş bir karar gibi, öğrenmesi bunun göstergesiydi.
Şurada mutabık kalınan konuların yanında, kamuoyunun bazı hususlarda, sansasyonel konu başlıkları ile, an be an, haberdar olabilmesinde sendikaların etkisini unutmadan belirtelim.
Bu yazımızda sendikaların şuraya katkılarında çok, ülkemizde sendikacılığın hangi düzeyde olduğunu, ileri demokrasi adına ne tür katkılar sağlayabildiklerini ve bir tür sivil toplum örgütü olan bu sendikaların evrensel değerleri ne kadar benimseyebildiklerini irdeleyeceğiz.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin ilkokul birinci sınıftan itibaren zorunlu hale getirilmek istenmesiyle, basında dindar neslin yetiştirileceği haberlerinin çıkması bir oldu. Bu türden tepkileri hangi düşüncedeki sendika ve sivil toplum kuruluşlarının gösterdiğine bakıldığında, kendisini sol düzeyde tanımlayan kuruluşların olduğu görülüyor. Oysa dünyada, merkezine insanı ve insan haklarını alan bir sol algısı varken, ülkemizde manzara hiçte öyle görünmüyor. Özü itibarıyla herkesi iyiliğe, güzel ahlaka, ezilenin yanında olmaya davet eden din olgusu, yine özü itibari ile özgürlük, dayanışma ve demokrasi değerlerini benimseyen sol kavramıyla, ne yazık ki zıt düşüyor. Diğer taraftan dindar veya sağ düşünce olarak tarif edeceğimiz sendika ve sivil toplum kuruluşlarının şark kurnazlığı ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin Sünni-İslam inancı ile yoğunlaştırma gayretleri, güzel ahlaka sığacak bir çaba olmadığı söylenebilir. Onun için dini değerlere sahip olduğunu söyleyen sendikanın ve gerçekten dindar olanların İslam’ı özünden uzaklaştırabilecek gayretlere gerekli dersi vermesi beklenir.
Din canlı-cansız tüm varlıklara saygıyı ifade ederken, sol düşünce insan ve hayvan haklarına hatta doğaya karşı katliamlara sessiz kalmamayı tercih etmektedir. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin 1.2.3 sınıflarda da zorunlu olarak okutulabilmesinin önü açıldığında, sol düşünceden yana olan sendikalar yanılgıya düşerek, dindar görünen her kesimin uygulamalarını gerçektende İslam’mış gibi algılayıp refleks göstermektedir. Böylelikle de aydınlama düşüncesinin ve değerlerinin tamamı bir anda reddedilmiş oluyor. Oysa özünde, ne sol değerler, nede dini duygular kötüdür. Süreçte üzücü olan, evrensel değerlerden nasibini alamamış sendika temsilcilerinin, çıkarları doğrultusundaki gayretleridir.
Oysa sol düşüncedeki sendikalar, yukarıda din derslerinin okutulma konusunda olduğu gibi, okullarda türban ve ibadethane konularında da, kendilerini ifade edebilecekleri tarihi bir fırsatı kaçırıyor olmaktadırlar. Sol düşünce sistemi, okullarda türban ve ibadethane konusunda kendisini ifade edememiş ve adeta statükonun temsilcisi durumuna düşmüştür. Bizatihi bu hususlarda hazırlıksız oldukları ortaya çıkmıştır. Bu bilgiler ışığında sol içerisindeki Atatürkçülük anlayışının anlattıklarımızla hiçte ters düşmeyeceği ortadadır. Zira Atatürk sevgisinin, yurttaş sevgisi olduğu, kişilikli ve sağlıklı bireyleri yetiştirebilme çabası olduğu, akılcılığın ve halk egemenliğinin ön planda tutulduğu herkesce bilinmektedir.
Pratik bir şekilde düşündüğümüzde asıl olması gerekenin, sol sendikaların veryansın etmek yerine din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin içeriğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda dinler tarihi, etik, akıl vb. kavramlar ile güncellenmesini talep etmek olmalıydı. Böylelikle de bir kesimin, ‘din düşmanı’ yakıştırmalarına maruz kalmamış ve evrensel değerler üzerine yol katetmiş olacaklardı. Yine geçen süreçte türban ve ibadet konularında da evrensel bir perspektiften bakabilmek mümkün olmadı. Laik eğitimin temeline dinamit konulacağı yaklaşımı yerine, örtünmenin kimseye bir zararı olmayacak insan hakkı olduğu benimsenebilseydi, dindar nesil tartışmalarının önü açılmayacaktı. Hakikaten de sol düşünce için mücadele türbanın serbestliği konusunda değil, türbanın müdür, müdür yardımcısı, şube müdürü atamalarında istismar edildiği noktada başlamalıydı. Keza dinin istismar edildiği ve çıkar amaçlı kullanıldığı yerde gerçek dindarlarında bu türden durumlara tepki göstermesi beklenir. Nasıl ki Yahudi bir yurttaş, inancı gereği faullerini uzatabiliyorsa, ülkemizde de yurttaşların inancının gereğini yapabilmelinin, yaşayabilmenin önünü, sol değerlere sahip sendikalar açılabilmeliydi. Zira, herkese ne kadar özgürlük tanınırsa, cumhuriyet rejimi o kadar ferdini içine alacaktı.
Benzer tartışmaların okullarda mescit hususunda da yaşandığını görüyoruz. Elbette olması gereken okullarda mescit değil, okul yakınlarında cami, cem evi, sinagog yapabilmek olmalıydı. Ne var ki toplum ve birey olarak sistematik düşünmeyi ve yaşamayı başaramadığımızdan dolayı, bir nevi bir parçayı, bir başka parçaya eklemler gibi, küçük, ışık almayan merdiven altlarında mescitler meydana getirildi. Ve bu yamama duruma ne inanlar, ne de inanmayanlar insanlık adına itirazda bulundu. Sol sendikacılar özgürlükçü ve yenilikçi olduklarını unuttu, sağ sendikacılarda nemli, köhne bölümleri büyük bir lütufmuş gibi sundu. Bu küçük düşürülüşe hiçbir kesim karşı çıkmadı. Oysa medeni toplumlarda, kervan yolda düzülür mantığı yerine, yeteri kadar üniversite, hastane, park, köprü, ibadethane şehir kurulmadan önce planların, insanlığın hizmetine sunulur. İlkel bir toplum gibi sonradan eklemelerle meydana getirilmezler.
Hafızalarımızı yokladığımızda ANDIMIZ’ın kaldırılışı esnasında da aynı sahnelerin yaşandığını hemen hatırlayacağız. Hassasiyet gösteren kesim kıyameti koparırken, evrensel değerler bir türlü düşünülmedi. Bu türden antların gelişmekte olan ülkelerde, bir taraftan ülke içerisindeki muhalefete bir taraftan da ülke dışındaki dış güçlere karşı gövde gösterisi yapmak olduğu hiç akıllara gelmedi. Hatta her gün okunan andımızın gittikçe artan tembelliğimize, güvenilmezliğimize, yoksulluğumuza neden faydası olmuyor şeklinde düşünülmedi. Kültürde, sanatta, teknolojide çalışkanlığımızla elde ettiğimiz başarılarımızı kitaplara sığdıramadık (!)
Tekrardan 19'uncu eğitim şuarasına döndüğümüzde ‘Osmanlıca’ nın ve ‘Değerler Eğitiminin’ ders olarak okutulması talebi karşısında yukarıdaki tepkilerden farklı olmayacak nitelikte Arapca ve Din Dersi ile bağlantısı kurulurken, bir taraftan Osmanlıca değil Osmanlı Türkçesi olduğuna dikkat çekilemedi diğer taraftan da farkında olmadan Sümerceye ,Hititceye karşı gelindi. Ayrıca değerler eğitimi almış bir bireyin ilerleyen yıllarda herhangi bir mülakat haksızlığında neler hissedeceğinin hesabı sorulamadı. Karma eğitimin kaldırılması gerekliliğinin ifadeleri karşısında ise toplantının terki yerine, bu teklifi sunanların 28 Şubat Sendikacılığı yaptığını ve acilen psikolojik nevroz rahatsızlığı nedeniyle doktora başvuru yapmaları gerekliliği söylenemedi.
Neticede ülkemizdeki eğitim sendikacılığının durumunu şu şekilde özetlemek mümkün görünüyor. Güçlü takıma sahip sendika , sürekli top çevirerek güzel oynadığını zannederken, rakip sendika oyuncuları da sürekli ofsayta düşmektedir.
Saygılar
Sokak Savcısı ([email protected])