GÜNDEM
Ömer Dinçer, Nabi Avcı farkı bunu gösterecek mi?
Kişinin kendi inancının yayılması ve tatmini için kamu görevi yapmasının basit ideolojik körlüğü ile kamu için kamu görevi yapanların açılımlı kapsayıcı aydınlığını net olarak ayırt etmenin zamanı gelmedi mi bu memlekette?
Ömer Dinçer, Nabi Avcı farkı bunu gösterecek mi?
Son uygulamalarına bakılırsa, sanıyorum Başbakan da ayırt etti bu ayırt etmezliğini. Ayırdına vardı denir buna. Vardı mı? Belli ki işin sonunda bir fark yaratmak istiyor gibi ama gibi mi, yaratacak mı?
Kısa süre birlikte çalışmasaydık, uzun süre yapacaklarıma, yaptıklarıma uzaktan çalımlar atarak ters girişimlerde bulunmasaydı, kaybetti ama haklı olduğum bir konuda beni dava etmeseydi, küçük fikirleri ile büyüklük taslamasaydı, kucağında bulduğu projeleri apar topar uygulaması fütürsuzluğunda olmasaydı bana ne Ömer Dinçerden derdim! Krizin parlamenter demokrasisinde bana ne ondan, kimin bakan, kimin başbakan olduğundan.
Fakat kamusal yaşamak insanı zorunlu olarak müdahaleci katılımcı hale getirir. Bireysel yaşamak ise kendi inancının yaygınlaşmasının körlüğü ile zorlayıcılığa, zorbalığa dönüşür.
Yeni Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, ilk tweetinde (yıl 2013) sorgulayan, şüphe duyan bir nesle ihtiyacımız var diyor.[Tkl]
Oysa Eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Beykent Üniversitesini kapattırmak pahasına (yıl 1997), Beykent Üniversitesinin misyon cümlesini inançlı mezun yetiştireceğiz olarak kuruyordu. YÖKe göndereceğimiz raporun içine koyuyor, zorlayıcılıkla sürekli Mütevelli toplantısına getiriyordu. İki üç kez karşı çıktık, ama direndi. Haksızlık yapmamak için Ömer Dinçerin o olmazsa olmaz zorbalığı ile empoze etmek istediği cümlesinin tamamını sunayım da okuyun, çünkü uzunu daha da şenlikli daha da anlamlı, daha da açılımlı: Üniversitemiz çağdaş ilimle mücehhez, eleştiri gücü yüksek, modern, bilgili ve inançlı mezun yetiştirmek amacına sahiptir (Tkl). Ne var bunda mı, görürsünüz biraz sonra.
Bir üniversiteye öğrencisini inançlı yapmak misyonu yükleyerek, bu amacını kurnazlıkla, çağdaş ilim ve eleştiri gücünün yüksekliği ile yan yana koymak ne demektir, oturun milli eğitimi bir buçuk yıl kadar emanet ettiğiniz kişinin muktesabatı ile düşünün. Ancak bu cümleye bu eleştiri çok yüzeysel kalır.
Bir de şöyle okuyun bu amaç (misyon) cümlesini: Nüfusunun % 99nun Müslüman olduğu, en azından hepsi olmasa da kahir ekseriyetinin en azından kültürel Müslüman olduğu bir ülkede, üniversiteye gelmiş çocuğa, sen inançsızsın, anan baban yetiştirmemiş seni, biz seni inançlı yapacağız demek değil mi bu cümle? İslam açık bir beyan yoksa, kişinin inancına karışmak şöyle dursun, inancı soran bir din mi? Okula gelen öğrenciyi illâ inançlı yapacam diye kurduğunuz kamu düzeni, toplumun direği saydığınız aileyi küçümsemek olmuyor mu? Kim size dedi, ben inançsızım diye de ona inanç aşılayacaksınız? Kamu hizmetini dönüştürmekle yükümlü ve görevli olan bir müsteşarlık da yaptı bu yaklaşımda olan Ömer Dinçer.
Bir de şöyle okuyun: Tamam inançlı yetiştireceksin, anladık, elinizde turnosol kağıdı var, şıppadanak anlıyorsunuz kimin inançlı kimin inançsız olduğunu, lakin kimi yetiştireceksiniz ve hangi inançla? Hıristiyan olarak, Yahudi olarak o okula geleni de mi? Ata/esti de daha fazla inançlı yetiştireceksen, felaket bir iş yapmış olmaz mısın?
Ömer Dinçerin niteliği budur. Yaklaşımı ise zorba bir inanç dönüştürmesi tarzına sahiptir.
Son bakanlar kurulu tadilatı ile bu nitelikten hepten kurtulduk mu, bilemiyorum.
Nabi Avcı ise, yöntemden bahsediyor. Sorgu ve kuşku bir yöntemdir. İnanç ise bir durum veya olgu. İnançla bir yere varamazsınız; bulunduğunuz yerdeki kendinizi güçlendirerek, kişisel geleceği (belki de cenneti) güvence altına alırsınız, aldığınızı zannedersiniz. Oysa kuşku ve sorgu ile ilerlersiniz. Her yaptığınızdan kuşku duymak, sorgulamak; her yapılana kuşku ve sorgu ile bakmak, insanı kamusal olarak sorumlu ve emin yapar. İnançlı olsanız da, olmasanız da kuşku ve sorgu sizi hep ilerletir. İşte Dinçer ile Avcı arasında ayırt edilmesi gereken bu noktadır.
İnançlı, imanlı olmak ne demektir? Kuşkucu, şüpheci kimdir?
Bugünlerde retorik malum: Mümin (dindar) kuşaklar yetiştireceğiz... İnancı işe katmayan Nabi Avcı, Ömer Dinçerden daha az mümin olmasa gerek.
Peki, kime mümindir Avcı, kime mümindir Dinçer? Şeyhe, lidere, insana, akraba-ı taalukata, ağaya, beye, paşaya mı? Yoksa, akla, doğaya, mantığa, kamuya, eşitliğe, adilliğe ve ortaklığa mı?
Mesele (neye değil) niye iman edeceğinizdir. Niye-tiniz nedir? Bilim nedir, eğitim nedir, eminlik nedir? El aman ne demektir? Ne şeyhtir, liderdir. Niye mantıklı, adil, eşitlikçi, kamusal, doğal, aklî olduğundan. Farkı fark ettiniz mi? Ayırdına vardınız mı?
Bu soruları soran ve cevaplarını bilen biridir Nabi Avcı. Bırakın cevaplarını, bu sorulardan bile bihaberdir Ömer Dinçer. Nereden mi biliyorum? Her ikisi ile de, kısa kısa da olsa bilebilecek kadar birlikteliğim oldu. Her ikisinin de kitaplarını okudum. Birisine iş teklif ettim, diğeri beni mahkemeye verdi. Mahkemeye verenin işvereni oldum.
Beykent Üniversitesinin kuruluş aşamasında, kurucu olarak, Liverpool John Moores University-Beykent İleri Eğitim Kurumu süreci içinde Nabi Avcıya yeni kurulmakta olan Beykent Üniversitesinde hocalık ve bölüm başkanlığı teklif etmiştim. Prensipte de anlaşmıştık. 1997 yılında YÖKe gönderdiğimiz Beykent Üniversitesinin ilk Mütevelli Heyeti kararının ekinde, Sinema ve Televizyon bölümündeki öğretim üyeleri arasında ikimizin ismi alt altadır.
Ben korsan üniversitede çalışmam diye abuk sabuk bir bahane uydurarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tayyip Erdoğana danışmanlığa başlayarak Beykent İleri Eğitim Kurumunu terk eden ilk Mütevelli Heyeti üyesi Ömer Dinçer (1994) o sıralarda (1997) anlayamadığım nedenlerle yine Beykent koridorlarında ve Adem Çelikin odasında görünmeye başlamıştı. Mütevelli Heyet danışmanı olarak Misyon-Vizyon raporları kaleme alıyordu. Yukarıda aktardığım inanç meselesini bir yöntem öğretmekle yükümlü üniversiteye empoze etmeye çalışıyordu. İşte tam da bu döneme rastlamıştı Nabiye hocalık teklifim. Çeşitli nedenlerden gerçekleşmedi. Merak ederek daha sonra sorduğumda, Nabi bana kibarca yol çok uzaktı istemedim demişti. Sanki asıl nedeni biliyordu. Daha sonra Adem Çelikten işi kurcalayınca,Nabi Avcıyı istemeyen kişinin şimdiki selefi olduğunu anladım. Şimdi de istenmeyen konumda Ömer Dinçer oldu. Hayatın cilvesi mi dersiniz, mendakkadukka dünyası mı, size kalmış... Cumhuriyet tarihimizde Ömer Dinçer Milli Eğitime tek yakışmayan kişiydi kanımca. Korsan üniversitenin Mütevelli üyeliğinden, Tayyip Erdoğana danışmanlığa, Başbakanlık müşteşarlığına, oradan da milletvekilliğine ve Bakanlığa taşıyan nedir Dinçeri bilemem ama Başbakanı bu son ve çok geç kararı nedeniyle kutluyorum. Demek ki yapılan işe önem veren biri Başbakan. Geçmiş ne derse desin. Yöntemi tercih etti, durumu değil. Hoşgörü bilgeliğini tercih etti, zorbaca kişisel inancı kamusal yapma yaklaşımını değil. Baksanıza, Putine, bizi Şangay Beşlisine alın, AByi unutalım diyecek kadar kılıçlaşan bir Başbakan var karşımızda. Durumcu değil, yöntemci olduğunu, Dinçeri görevden aldığı ertesi günkü bu tür açıklamalarında kanıtladı bu durumu. Ben promtursuz Başbakanı beğeniyorum.
Ancak burada meselem bu kişisel deneyimlerimi sizinle paylaşmak veya irdelemek değil. Nitelik farkını ayırd edin diye size ampirik veriler sunuyorum. Sadece tarihe dipnot düşmek de diyebilirsiniz. Karanlıkta kalmayalım diye.
Benim temel meselem, Avcı ile Dinçer arasındaki nitelik farkı. Bir Başbakanın her ikisini de nasıl yan yana tututtuğu ise, Türkiyenin meselesi! Yoksa, sadece konjektürden doğan sümmetedarik politik güç bağlamı mı, bütün bunlar? Baksanıza, yeni atanan bakanların üçünün seçim illerinde muhalefet çok güçlü olarak belediyede. Dinçerin cemaate ne yaptığı da malum.
Benim için Avcı, tanıdığımdan bu yana, geçenlerde Anadolu Üniversitesinin açılışı töreninde verdiği İlk Dersinde üniversiteye kendilerine karşı burhan-ı katıya başvurulmayacak muarrızlar gereklidir; bize sorgulayan ve kuşkucu nesil gereklidir diyen kişidir. [Bu konuşmasını mutlaka dinleyin: Akademi Politiğin Eleştirisine Katkı: (Tkl)]
Dinçer ise kişisel inancının ideolojik körlüğü ile inançlı mezun gibi yanlış, yanlış olduğu kadar da anlamsız ve düzeysiz bir amaca sahiptir. Mümin, yani imanlı nesil yetiştireceğiz. Mezunlar imanlı olacak ki, Ömer Dinçer gibi olsunlar demek vahimdir. Bence olmasınlar. İnancı öğretmek de, düzeyini belirlemek de olanaksızdır. İnanç sorgulama ve kuşku ile oluşmazsa, kör bir intikam ateşine dönüşür. Çünkü bu tür kör inançlı kişilerin müminliği kişilere ve organizasyonlara (kurum ve/veya tarikatlara) olur kuşkusu bende hep var olagelmiştir. Böyle bir kişinin müktesabatı ile değerlendirildiğinde, bir ülke genelinde onulmaz yaralar açacağı öngörülmelidir. Geç de olsa varmış ayırdına demek ki Başbakan.
Aynı dönemde, birisi Meclis Milli Eğitim Komisyonu Başkanı, diğeri Milli Eğitim Bakanı olan, Avcı ile Dinçer arasındaki ayrıntılara gelince, nitelik daha da ayırt edilebilir hale gelir. Medyada 4+4+4 diye bilinen (bence hiç bir sakıncası olmayan) sistemin Avcı tarafından geliştirildiği düşünülmektedir. Levent Gültekine göre, adam 4+4+4 sistemini kucağında buldu. Hatta başbakana acele ediyoruz birkaç yıl erteleyelim iyice hazırlık yapalım sonra getirelim dediği de biliniyor gibi bir durum da varsa, gelin gerisini siz düşünün.
Dinçer, bakanlıktan el-veda konuşmasında, Eğer çocukların daha iyi eğitim alması için gerekirse öğretmenler üzerinden, gerekirse yöneticiler üzerinden fedakarlıklar yapmak gerekiyorsa o fedakarlıkları çekinmeden yapmak için çaba sarf ettik. Tabi bunlar, mevcut statükonun değişimiyle alakalı konular; her zaman risklidir. Bunun üzerinden rahatsızlık duyan arkadaşlar olmuş olabilir diyen kişidir. Peki, sormazlar mı adama, çocuklara iyi eğitim verecek olan kim diye. Onlara fena muamele yaparak, nasıl iyi eğitimci yapacaksın be hey Ömer, demezler mi, kişiye.
Avcı ise, Ömer Dinçere bütün kibarlığı ile teşekkür ederek tenkit etmenin en güzel örneğini vermiştir, devir teslim töreninde: Sayın Bakanımız Prof. Dr. Ömer Dinçere, bugüne kadar bu Bakanlığı böyle başarılı hizmetlerle buraya kadar getirdikleri için çok teşekkür ediyorum. Özellikle Sayın Bakanım, size teşekkür ediyorum; çünkü gerçekten bize dirayetli yönetiminizle çok kısa sürede üzerine yeni değerler inşa edeceğimiz bir bakanlık devrediyorsunuz Kadim dostluğumuza güvenerek biliyorum ki, bundan sonra da milli eğitimin sorunlarıyla her başımız sıkıştığında sizin desteğinizi alacağımızı, sizin birikiminizden yararlanacağımızı biliyorum.
Üzerine yeni değerler inşa edeceğimiz bir bakanlık bana kalırsa eleştirinin en kibarca ifadesi gibidir.
Ben ise kuşku ile sorguluyorum: Doğru mu bunlar, Nabi? Ömer Dinçer için bu söylediklerine ben kuşku ile bakıyorum; bir de temenni de bulunuyorum, inşallah başın sıkışmaz.
NOT: Yukarıdaki kişisel yaşantımdaki deneyimlerimin arka planını kitaplarımda çok önceleri daha sert ifadelerle de yazdım, meraklısı okuyabilir, Internette de bulabilir.
www.adilmedya.com