GÜNDEM
Mağrur çok, mağlup yok
Türkiye’de seçimlerin neredeyse tümünün ortak özelliği mağlubunun olmamasıdır. Sandıktan başarılı çıkamayan partiler/adaylar öyle çok, kapsamlı ve ikna edici argümanla durum değerlendirmesi yaparlar ki sanki onlar galip çıkmış sanabilirsiniz. Mağluplar ne mi yapar? Mesela:
1)Varsa diğer mağlupların durumunu daha ön plana çıkarıp kendilerini “daha az mağlup”, buradan hareketle “gizli galip” gösterirler.
2)Sandıkta kazanan tarafın seçim öncesi beklentilerini abartılı bir şekilde tarif ederek, esas hedefine ulaşamadığını, hayal kırıklığı yaşadığını, dolayısıyla aslında hiç de galip olmadığını, tam tersine kaybettiğini ileri sürerler.
3)Kazanan taraf siyasi iktidarı zaten kontrol ediyorsa, seçim sürecindeki adaletsizlikleri, eşitsizlikleri, hukuksuzlukları, hile iddialarını her şeyin önüne koyup, bu şartlar altında gösterdikleri performansı başarı olarak tasvir eder, kendilerini “galip sayılır bu yolda mağlup” ilan ederler.
4)Tabii bir de doğrudan ya da dolaylı olarak seçmeni suçlarlar. Daha önceki seçimlerin ardından, kazanan tarafın karşıtları durumu sık sık Aziz Nesin’in o veciz sözüyle izah etmeye çalışmışlardı. Bu seçimin ardından da benzer yorumlar yapıldı ama fatura daha çok oy kullanmayan seçmenlere kesilmek istendi.
İhsanoğlu’nun kabahati yok
Sonuncudan başlayalım: Daha ortada kimlerin, hangi gerekçelerle pazar günü sandığı gitmediği, gitmiş olsalardı hangi adaya oy verecekleri belli olmadığı halde, çatı partilerinin sözcüleri, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en azından ikinci tura kalmamasından oy kullanmayanları sorumlu tuttular. Velev ki dedikleri doğru olsun, katılım oranının yükselmesi halinde Erdoğan’ın yüzde 50’nin altında kalacağı kesin olsun, bunun sorumlusu oy kullanmayanlar mıdır, yoksa onları sandığa gelmeye ikna edemeyenler mi?
Özellikle Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçim kampanyasının sönük ve heyecansız geçtiğine hep birlikte tanık olduk. Bunda herhalde en az İhsanoğlu’nun kabahati vardır. Açıkçası kendisini aday gösteren partilerden muazzam bir destek almamasına, üstelik Erdoğan ile taraftarlarının her türlü saldırısına maruz kalmasına rağmen ayakta kalabilmesi bile başlı başına başarıydı. Çatı partilerinin yöneticileri, en azından, çatı adayı fikrinin hiç de parlak bir buluş olmadığını; siyasi yönü bu kadar baskın olan bir seçime siyasete bu kadar uzak ve kamuoyunun tanımadığı birini ortak aday göstermenin bir bakıma yenilgiyi baştan kabul etmek anlamına geldiğini itiraf etmeliler.
İhsanoğlu’nun adaylığının ilan edilmesinin ardından kendi adaylarını çıkarma cesaretini gösteremeyen CHP’nin ulusalcıları eğer bugün Kemal Kılıçdaroğlu’na meydan okuyorlarsa bunun ana nedeni CHP yönetiminin, daha önceki seçimlerden sonra da yaptığı gibi, hatalarıyla samimi bir şekilde yüzleşmekten kaçınmasıdır. Lakin CHP yönetimine meydan okuyan bu isimlerin, geçersizliği defalarca kanıtlanmış klişeler dışında Erdoğan ve AKP’ye nasıl meydan okuyabileceklerini kestirebilmek epey zor.
Demirtaş örneği
Aslında Selahattin Demirtaş, çatı partilerinin her türlü bahane ve mazeretini tek başına geçersiz kıldı. İhsanoğlu’nun aksine siyaset yaptı; yine onun aksine AKP ve Erdoğan’ı doğrudan eleştirdi ve tabii ki İhsanoğlu gibi statükoyu korumayı değil tamamen değiştirmeyi vaat etti. Tabii bütün bunları, arkasına sayısı ve niteliği her geçen gün artan bir kitle desteğini ve parti örgütünü alarak yaptı. Bu açıdan bakıldığında Erdoğan’ın gerçek ve belki de tek rakibi Demirtaş’tı.
Yine Demirtaş’la, bütün hukuksuzluk, adaletsizlik ve eşitsizliklere rağmen doğru sözlerin doğru insanlar tarafından söylenmesi halinde bunun seçmen tarafından muhakkak kabul gördüğü de bir kez daha kanıtlanmış oldu.
Son söz: Her seçimden sonra kazananları ve onlara oy verenleri suçladığınız, aşağılamaya kalktığınız müddetçe hep kaybetmeye mahkumsunuzdur. Ruşen Çakır - vatan