KAMU
Kıdem tazminatını kaldırmanın sakıncaları
Türkiye’de çalışma yaşamında en çok tartışılan konulardan biri, 1936 yılında kabul edilen 3008 sayılı İş Kanunu ile getirilen ve daha sonraki yıllarda birçok değişikliğe uğrayan kıdem tazminatıdır.
1975 yılına kadar kıdem tazminatına hak kazanabilmek için iş yerinde en az üç yıl çalışmış olmak gerekiyordu ve her bir çalışma yılı için ödenen kıdem tazminatı miktarı, giydirilmiş brüt ücretin 15 günlük tutarıydı. 1975 yılında yapılan değişiklikle, iş yerinde bir yıl çalışmış olmak kıdem tazminatına hak kazandırmaktadır ve kıdem tazminatı miktarı, iş yerinde çalışılan her yıl için 30 günlük giydirilmiş brüt ücret tutarındadır. Ancak 12 Eylül darbesi sonrasında getirilen kısıtlamayla, günümüzde bir yıllık kıdem tazminatı miktarının tavanı 3541 liradır.
“Kıdem tazminatının işçilerin eylem eğilimini dizginleyen bir boyutu da vardır. Mevzuatımıza göre kanundışı iş durdurmalarda işverenin elindeki en önemli silah, işçinin iş sözleşmesini kıdem tazminatsız olarak feshedebilmektir.”
İşçiler açısından kıdem tazminatı hâlâ önemli bir birikimdir. 20 yıl çalışan bir işçi yaşlılık aylığına hak kazanıp emekli olduğunda 70 bin lirayı aşan bir toplu para almaktadır. Ayrıca kıdem tazminatı iş güvencesinin unsurlarından biridir. İşverenler işçi çıkarırken bunun kıdem tazminatı yükünü dikkate almaktadır. Diğer taraftan, kıdem tazminatının işçilerin eylem eğilimini dizginleyen bir boyutu da vardır. Mevzuatımıza göre kanundışı iş durdurmalarda işverenin elindeki en önemli silah, işçinin iş sözleşmesini kıdem tazminatsız olarak feshedebilmektir.
Kıdem tazminatına hak kazanabilmenin önkoşulu, iş yerinde sigortalı olarak çalışmaktır. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarları döneminde kaçak işçilikle etkili biçimde mücadele edildi. 2002 yılında sigortalı işçi sayısı 5,2 milyondu; bu rakam günümüzde 13,5 milyon dolayındadır. Çeşitli çapraz sorgulamalar ve denetlemeler ve artırılan yaptırımlar sayesinde kaçak işçi çalıştırma ciddi biçimde azaltıldı. Böylece devletin vergi ve Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) da prim gelirleri artırıldı. Ancak bu düzenleme işverenler açısından hem vergi ve sigorta primi, hem de kıdem tazminatı yükü getirdi. Bu nedenle işverenlerin kıdem tazminatını azaltma talepleri önem kazanmaya başladı. Diğer taraftan derinleşmekte olan ekonomik kriz işçi çıkartmaları artırdı. Kıdem tazminatı hem toplu iş çıkartmalar, hem de işletmelerin kriz nedeniyle küçülen işletme sermayelerine bağlı olarak daha büyük bir sorun oluşturmaya başladı. Diğer taraftan işçilerin çok büyük bölümü son yıllarda gelecekte elde edecekleri gelirleri tüketici kredileri ve kredi kartları aracılığıyla önceden harcadılar. Bu borçların geri ödenmesinde günlük gelirler yetmeyince, kıdem tazminatını alarak iş yerinden ayrılma ve kıdem tazminatıyla borçları ödeme eğilimi de güçlendi.
Tüm bu etmenler kıdem tazminatının günümüzde giderek daha da önem kazanmasına yol açtı.
Fon sistemi tartışmaları
Türkiye’de kıdem tazminatı fonu tartışmaları 1950’li yıllarda başladı. Kıdem tazminatına ilişkin temel düzenleme, 1971-2003 döneminde yürürlükte bulunan 1475 sayılı İş Kanununun halen yürürlükte bulunan 14. maddesindedir. Bu maddeye 1975 yılında yapılan bir eklemeyle, bir kıdem tazminatı fonu kurulması öngörüldü. Ancak 1975 yılından günümüzde kadarki 40 yıllık süreçte 15-20 tane kıdem tazminatı fonu yasa taslağı hazırlandıysa da, bu konuda bir düzenlemeye gidilmedi ve kıdem tazminatı fonu uygulanamadı.
2008 yılına kadarki kıdem tazminatı fonu yasa taslaklarında öngörülen düzenleme, devletin kontrolü ve işçi/işveren/hükümet temsilcilerinin yönetiminde bir fondu. AKP’nin 2008 yılında gündeme getirdiği ve 2012 yılı Temmuz ayında bazı değişikliklerle yeniden tartışmaya açtığı kıdem tazminatı fonu yasa taslağı ise bireysel emeklilik sistemine benzeyen, devletin denetiminin ve yönetiminin söz konusu olmadığı, fonun yönetiminde işçilerin, işverenlerin ve hükümetin temsil edilmediği bir yapıdır. Ayrıca kıdem tazminatı ödeme koşulları işçiler aleyhine değiştirilmekte, kıdem tazminatı miktarı düşürülmektedir. Günümüzde gündeme getirilen ve açıklanan yeni bir kanun taslağı olmadığına göre, 2012 Temmuz taslağının geçerli olduğu düşünülebilir.
Kaçak işçiliğin yaygın olduğu koşullarda kıdem tazminatı alabilenler gerçekten işçilerin ancak bir bölümüydü. Diğer taraftan, sigortalı olmasına karşın iş yerinden kıdem tazminatını almadan ayrılan birçok işçi vardır. İş yerinde bir yılını doldurmadan çıkan veya çıkarılanlar, eylemler veya hatalı tavırlar nedeniyle tazminatsız atılanlar veya daha iyi bir iş bulduğunda veya başka nedenlerle kendi isteğiyle işi bırakanlar kıdem tazminatı alamaz. Fon uygulamasında bu kişilerin çalıştıkları süreler için kıdem tazminatları fonda birikmektedir. Ancak bireysel emeklilik sistemi benzeri bir biçimde işletilecek bir fonun sakıncaları, bu gibi yararlardan çok daha fazladır. Özellikle Türkiye’de geçmişte zorunlu tasarruf uygulamasında karşılaşılan sıkıntılar, işçilerin fon konusuna karşı çıkmalarının en önemli nedenlerinden biridir.
1975 yılında kıdem tazminatına hak kazanma koşulları işçiler lehine değiştirilirken ve kıdem tazminatı 15 günden 30 güne çıkarılırken kanun gerekçesinde Türkiye’de işsizlik sigortasının bulunmaması bir neden olarak gösterilmişti. 1999 yılında kabul edilen kanunla Türkiye’de işsizlik sigortası kuruldu ve çeşitli biçimlerde işsiz kalanlara işsizlik ödeneği ödenmeye başlandı. Ancak işsizliğin arttığı ve güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaştığı koşullarda, kıdem tazminatı önemini hâlâ korumaktadır.
“Bireysel emeklilik sistemi benzeri bir biçimde işletilecek bir fonun sakıncaları, yararlardan çok daha fazladır. Özellikle Türkiye’de geçmişte zorunlu tasarruf uygulamasında karşılaşılan sıkıntılar, işçilerin fon konusuna karşı çıkmalarının en önemli nedenlerinden biridir.”
Kıdem tazminatı fonu, iş yerlerinde iş barışını ve verimliliği olumsuz doğrultuda etkileyecektir. İşçilerle işverenler arasında çıkar çelişkisi ve çatışması vardır. Bu çelişkinin açık eylem veya direnişe dönüşmesini önleyen etmenlerden biri, yasadışı direnişlerde işverenin elinde işçiyi tazminatsız olarak işten çıkarma silahıdır. İşçi, kıdem tazminatının yanmaması için dikkatli davranmaktadır. İşçinin çalıştığı tüm sürelerin kıdem tazminatının fona yatırılması, işverenin elindeki bu önemli silahı ortadan kaldıracaktır. Fon, verimliliği düşürecek, işçilerin eylem eğilimini güçlendirecektir.
İşçi de işveren de karşı
Tüm bu nedenlere bağlı olarak, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu da, işçi sendikaları da hükümet tarafından gündeme getirilen kıdem tazminatı fon modeline sıcak bakmamaktadır. Ayrıca 2015 milletvekili genel seçimleri öncesinde böyle bir konunun gündeme getirilme olasılığı pek yüksek değildir. Birçok işçi ve hatta sendikacı, kıdem tazminatı fonu ile getirilmek istenen düzenlemeleri ciddi biçimde bilmemekte, kulaktan dolma bilgiyle tavır almaktadır. İşçi sendikalarının genel kurullarının toplanmakta olduğu koşullarda sendikaların kıdem tazminatı fonu karşısında tepkisiz kalmaları olası gözükmemektedir.
Kıdem tazminatı fonu taslağı bireysel emeklilik sistemi benzeri bir modelle gündeme gelirse genel grev yapılma olasılığı çok düşüktür. Ocak 2015 istatistiklerine göre 12,2 milyon işçiden TÜRK-İŞ'e bağlı sendikalarda örgütlü olanların sayısı 821 bindir. 301 bin işçiyi temsil eden Hak-İş’in böyle bir niyeti yoktur.DİSK’e bağlı sendikaların üye sayısı ise yalnızca 123 bindir. Bir genel grevin başarısının önkoşulu enerji, iletişim ve bankacılık sektörlerinde işin durdurulmasıdır. Türkiye’de enerji alanında yalnızca 16 Haziran 1975 günü Ege Bölgesi ile sınırlı bir kesinti yaşandı. Ayrıca TÜRK-İŞ’in 3 Ocak 1991 ve 20 Temmuz 1994 tarihlerinden beri bir genel grev girişimi olmamıştır. TÜRK-İŞ’in hükümete karşı açık tavır alıp eyleme geçme kararı alması ve kamuoyu gözünde iyice itibar yitirmiş olan TÜRK-İŞ çağrısının dikkate alınarak uygulanması olasılığı çok düşüktür. Hükümeti bu konudaki girişimlerden caydıracak etmen, eskiden beri sigortalı işçi çalıştıran büyük işverenlerin örgütlerinin fona olumsuz yaklaşmaları ve hak kaybına uğrayacak işçilerin seçimlerdeki tepkisi kaygısıdır.
Yıldırım Koç
kaynak: Al Jazeera