GÜNDEM
Dershaneler konusunda gösterilen fütursuzluk
Üniversite camiasından dershaneler konusundaki yaklaşıma ve
yapılan tartışmalardaki üsluba ağır eleştiri...
26 Kasım 2013, Salı
14 Kasım 2013 Perşembe günü, ulusal ve yazılı bir yayın organı olan Zaman Gazetesi, dershanelerin kapatılması yönünde yapılması planlanan bir yasal düzenlemeye tepki oluşturması amacıyla 'Eğitime Büyük Darbe' başlığıyla manşetine bir haber metni taşıdı ve bu haber metnini 'Sıkıyönetim Uygulaması Gibi' provoke edici ara başlıklarla da iyice süsledi. Hemen bir gün sonrasında aynı yayın organı 'Böyle Bir Yasa Darbe Döneminde Bile Uygulanamadı' başlıklı haberini sayfalarına taşıdı. Maksat çok açık ve belliydi: iktidarı darbeye mahsus eylemleri gerçekleştirmekle suçlamak ve karalamak. Hedefteki kişi, haberin ilk cümlesinde de ismi geçen, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Sayın Yusuf Tekin.
Hâlbuki hedefteki kişi aslında Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı'nın tam kendisi olmalıydı, değil mi? Ama değildi; çünkü Sayın Avcı 1987-1988 yıllarında bu haberi yayımlayan gazetenin Genel Yayın Danışmanlığını ve yazarlığını yapmış birisi. Bu nedenle, ona dokunmak pek mantıklı olmazdı. Ya da dershanelerle ilgili yasal bir düzenlemenin yapılması talimatını en başından veren Başbakan hedefe konulmalıydı. Ama o da yoktu haberde. Hâlihazırdaki siyasi gücünden ötürü Sayın Başbakan'a dokunmak da mantıklı olmazdı. Dolayısıyla, tamamıyla siyasi bir olayı konu edinen bir haberde hedefe siyasi bir güce sahip bir figür değil, sadece memuriyet derecesinin en üstünü temsil eden ve hiçbir siyasi gücü bulunmayan bir bürokrat konuldu. Kanımca bu hem etik değildir, hem de hakkaniyete sığmayan bir şeydir.
ÜSLUP MESELESİ
Tam da bu noktada, buna benzer iktidar aleyhine bir saldırının zamanında başka medya organlarınca yine kendisi bir bürokrat olan MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden yapıldığını hatırlamakta fayda var. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Sayın Yusuf Tekin'in daha sonra bir televizyon kanalına yaptığı açıklamalarından kendisinin bu şekilde hedefe oturtulmasını doğru bulmadığını, kendisinin haksızlığa maruz bırakıldığını öğrendik. Zaman Gazetesi yazarlarından Bülent Korucu ise attığı bir tweet ile kendisi için durumun ne anlam ifade ettiğini ifade etmiş oldu. Sayın Korucu attığı tweet mesajında şu ifadeyi kullandı: 'İnsanlar iyi bir şey yaptıklarında bilinsin isterler. MEB Müsteşarı Yusuf Tekin isminin yazılmasından neden rahatsız?' Böylesi bir şey, benim için, kelimelerle ifade edilebilecek bir durum olmaktan çıkmışlığı belirtmektedir. Bu sebeple, bunun nasıl yorumlanması gerektiği yönündeki mülahazaları saygıdeğer okurlara bırakmayı daha doğru buluyorum.
Bu yazıya konu edilen husus dershanelerle ilgili yapılması düşünülen çalışmaların doğru mu ya da yanlış mı olduğuyla ilgili değildir. Bu yazının kendisine dert edindiği husus üslup meselesinde kilitlenmektedir. Bu yazı bir tarafa yamanmak için yazmıyorum; bilakis, bir zamanlar teşrik-i mesaide de bulunduğum ve bu sebeple az ya da çok tanıdığım bir camiayı temsil eden bir medya organının böylesi bir habere nasıl imza atabildiğini yaşadığım şaşkınlıkla beraber sorguluyorum.
Her Pazartesi günü kendisine tam bir sayfa ayrılarak yayımlanan yazılarında Türk medyasının hadiselere yaklaşımını eleştiren ve daha birkaç gün öncesinde Başbakan ile birlikte Avrupa seyahatinde yer alan Sayın Ekrem Dumanlı'nın bizzat genel yayın yönetmenliğini yaptığı bir gazetede böyle bir haberin yayımlanmasına izin vermiş olması nasıl açıklanabilir, bilemiyorum. 'Demek ki böyle şeyler de olabiliyormuş!' şeklinde bir kabullenme belirten cümleyi buraya eklemeden edemiyor insan. Böylesi bir sonucu tek başına toplu bir akıl tutulmasının neticesi olarak göremiyorum. Bunun, aynı zamanda, toplu bir vicdan tutulmasının da akıbeti olarak ortaya çıkmış olabileceği kanaatini taşıyorum.
BU NE YAMAN ÇELİŞKİ!
Zamanında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bazen kendi imzasıyla kaleme aldığı birkaç yazıyı (10 Mart 2004 tarihli Zaman Gazetesi Yorum Sayfasında yayımlanan yazı bunlardan bir tanesidir) bazen de yaptığı konuşmaları derleyerek yorum sayfalarına taşıyan gazete ile dershanelerin kapatılması hususunda hükümete karşı bugün bu fütursuz kampanyayı başlatan gazete aynı. 15 Kasım 2013 günü Zaman Gazetesi'nde yayımlanan bir haberde Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 'yaşlı başlı adamlar böyle orada hesap verince ciğerim yanıyor benim. Elimden bir imkân olsa ben onların hepsine serbestsiniz; nasıl yani, Efendimiz'in Kâbe'yi fethettikten sonra dediği gibi 'gidin hepiniz serbestsiniz' derim.' sözleri aktarıldı. Ama ne gariptir ki aynı yayın organı ve onunla aynı paralelde yayın yapan Samanyolu TV yıllarca Ergenekon Terör Örgütü ve Balyoz Darbe Planlarını manşetlerinden düşürmediler. Hal böyle olunca, 'Bu ne yaman çelişkidir, Ya Rabb!' demeden edemiyor insan.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 'Hacet namazı kılın!' şeklinde açıklamaları gibi daha birçok değinilebilecek hususlar olmasına rağmen, yazıyı burada sonlandırmayı daha doğru buluyorum. Hakkaniyet anlayışım böylesi bir durum karşısında susmamı, suskun kalmamı engellediği için bir şeyler karalamak zorunda hissettim kendimi. Gezi Parkı protestoları sırasında gösterilen 'yazılı ve sözlü' üslup hatasının dershanelerin kapatılması hususunda kendisini daha da katmerleştirerek tekrar ettiğini görmek beni derinden sarsmış durumda.
Görmüş bulunmaktayım ki bu üslup hatasıyla bir yerlere varabilmek pek mümkün görünmüyor. Bu yazı, dershanelerin kapatılması veya dönüştürülmesi yönünde atılması planlanan adımın ne derece doğru bir adım olduğunu tartışmak için yazılmadı. Bir yayın organının belli bir olay karşısında kendisinden beklenmeyecek bir şekilde fütursuzca davranmasına tepki olarak yazıldı. İşin özeti budur.
HAMDİ ALİ SERDAR - RECEP TAYYİP ERDOĞAN ÜNİVERSİTESİ ARŞ. GÖR. / Yeni Şafak