GÜNDEM
Bir bir idam ediliyorlar!
Bangladeş Cemaat-i İslami’nin Genel Sekreter Yardımcısı Abdulkadir Molla’nın önceki gün haksız, hukuksuz bir şekilde darağacına gönderilerek idam edilmesi, ümmetin sessizliğini bir kez daha gözler önüne sererken, akıllara idam ve suikastlara kurban edilen şehit Müslüman liderler ve mollalar geliyor…
İSLAM tarihindeki bu baskı ve zulümler ilk değil. İlk günlerde bile önceki gün şehit olan Bangladeşli Molla gibi ‘Yalnız Allah’a boyun eğerim’ diyenler de kızgın güneşin altında şehit edilmişti. İslam’la şereflenen Yasir ailesi bunun acısını ilk yaşayan Müslümanlardı. Ammar Bin Yasir ve annesi Hz. Sümeyye cahiliye dönemine baş kaldırdıkları için, yalnız ve yalnız Allah’a boyun eğdikleri için şehit edilmiş, ruhları cennete gitmişti. Asr-ı Saadet’te başlayan baskı ve zulümler uzun bir dönem yerini İslam adaletine bıraktıktan sonra son iki yüzyılda yaşananlar ise akıllara cahiliye dönemlerini tekrar hatırlattı.
Ahmet AÇIKAY
Ümmetin son iki yüzyıldır tarihi hep bu acılarla dolu. Adalet nizamının yok edildiği, hak hukuksuz Batı’nın dünyaya hakim olmaya başladığı ilk günlerden bu güne İslam coğrafyaları hep kan kokuyor. Ümmet hep birlikte hareket edeceğine bir o yana bir buyana savrulurken, islam coğrafyalarında hüküm süren hizipler, gruplar birbirlerine karşı silah çekip, birbirini hunharca katlederken, Bangladeş’ten gelen şehadet haberi ise yüzlerdeki karamsarlığı bir kat daha arttırdı.
Türkiye’nin Telefonları İşe Yaramadı
Sıfır sorun politikası ile iktidara gelen AKP iktidarının dış politika algısı gelinen süreçte nelere mal olduğunu açıkça gözler önüne seriyor. Bengladeş iktidarını telefon üstüne telefonlarla arayarak, idam cezasını durdurmaya çalışan Türkiye’nin derinliği olmayan dış politikası sonucu da böylelikle ortaya çıkmış oldu. Özellikle Suriye konusunda yapılan yanlışlar, Libya ve Irak ile ilgili yaşanan süreçler Türk Dış Politikası’nın Ortadoğu’da etkinlik artırma yerine etkisizleştirme yoluna gittiği gözleniyor. Abdulkadir Molla’nın idamı sırasında da yaşananlar dikkate alınınca Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nın Ermenistan’a değil Bengladeş’e bir ziyaret gerçekleştirmesi gerekiyordu yorumlarına sebep oluyor. Hem Türkiye’nin etkisiz adımları hem de yaşananlar gelinen nokta açısından içler acısı bir durum olarak ümmetin önünde duruyor.
İslam tarihindeki bu baskı ve zulümler ilk değil. İlk günlerde bile önceki gün şehit olan Bangladeşli Molla gibi ‘Yalnız Allah’a boyun eğerim’ diyenler de kızgın güneşin altında şehit edilmişti. İslamla şereflenen Yasir ailesi bunun acısını ilk yaşayan Müslümanlardı. Ammar Bin Yasir ve annesi Hz. Sümeyye cahiliye dönemine baş kaldırdıkları için, yalnız ve yalnız Allah’a boyun eğdikleri için şehit edilmiş, ruhları cennete gitmişti. Asr’ı Saadette başlayan baskı ve zulümler uzun bir dönem yerini islam adaletine bıraktıktan sonra son iki yüzyılda yaşananlar ise akıllara cahiliye dönemlerini tekrar hatırlattı.
İşte son yüzyılda İslam coğrafyasında şehadete ulaşan birkaç önderi
Bir Kaplan Yüreğine Sahip Adam: Molla Abdulkadir
Önceki gün islam ümmetini yasa boğan haber Bengladeş’ten geldi. 1971 yılında Bengladeş’in Pakistan’dan ayrılmasına karşı büyük mücadeleler veren, Hindular ve İngiliz oyunlarına karşı büyük direnişler gösteren Cemaat’i İslam’ın liderlerinden Abdulkadir Molla, siyasi bir dava sonucunda hukuksuz ve harksız bir gerekçe ile idam edilerek şehit oldu. Bütün ümmetin gözleri önünde adım adım gerçekleşen şehadet sürecinde ümmetin içindeki sessizlik ise karamsar yürekleri bir kez daha karamsarlığa boğdu.
İçinde taşıdığı yürek ile bir Bengal Kaplanı gibi boynunu eğmeyen, yüreğini ümmeti kucaklayacak kadar geniş tutan Abdulkadir Molla, gülen yüzü ve mübarek sakalıyla, Allah’a olan özleminde şehadet şerbetini içmeye nail oldu. Molla, soyadındaki anlam ile adeta ümmete öyle bir mesaj yolladı ki, söylediği sözlerle de ümmeti dik durmaya, yalnız ve yalnız Allah’a boyun eğmeye çağırdı. Son sözleri sorulduğunda, ‘Suçum; Allah’tan başkasına kulluk etmemektir. Bana kulluk et dediler, ben de asın dedim’ diyerek dar ağacına giden Molla, bu duruşuyla bile ümmete İslam’ın o en vazgeçilmez çağrısını da şehadetiyle yaptı.
Hasan El Benna’da Şehadete Ulaşmıştı
Abdulkadir Molla’nın şehadeti islam coğrafyalarındaki ilk şehadet haberi değil. İslam coğrafylarında milyonlarca Müslüman hiç sorgusuz sualsiz, mermilerin hedefi olurken, kadınları çocukları adeta sömürgeci, lejyon askerlere peşkeş çekilirken, önderlerimiz de bir bir şehadet şerbetine nail oluyor. Son dönemin en dikkat çeken idam ve suikastlerinin başında tabiî ki Mısır’da yaşayan ümmete birlik çağrısını yineleyen, en önemli isim Hasan El Benna idi. İngiliz sömürgesi altında ilk çocukluk yıllarını geçiren Hasan El Benna, sömürgeye karşı başlattığı İhvan Hareketi bu gün dünyanın dört bir yanında yer alıyor. İşbirlikçi diktatörlere karşı yürütülen çalışmalar neticesinde Hasan El Benna gizli emelleri olan Siyonist bir yapılanmaların bombalarına hedef olarak şehadet ayı olarak bilinen bir Şubat günü 1948 tarihinde şehit edildi.
Başına Şapka Değil, Boynuna İp İstedi
Müslüman liderlere yönelik idam ve baskı girişimleri sadece diğer islam coğrafyalarında değil, ülkemizde de yaşandı. Türkiye’nin Osmanlı sonrası ilk yıllarında Batı yanlısı politikaları ve din ve ırklara karşı tavrı, büyük acılar ve hüzünleride beraberinde getirmişti. Ankara’daki Ulucanlar Caddesi bile bunun en bariz örneğini teşkil ediyor. İskilipli Atıf Hoca da şehadet mertebesine ulaşan bir başka önder. Şapka Kanunu’ndan 2 yıl öncesinde yazdığı bir risale yüzünden İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak Hakim Kılıç Ali tarafından idama mahkum edilen İskilipli Atıf da örnek duruşu ve vakur tavrı ile de bu günlere ışık saçtı. Başına Batı’yı temsil eden şapkayı koymayacağını söyleyen Atıf Hoca, başına koymadığı o şapka yüzünden boynuna dar ağacının ipi sarıldı. 4 Şubat 1936 günü Ankara’da idam kararı infaz edilen İskilipli Atıf Hoca’nın naşından da korkan dönemin rejimi, bilinmeyen bir yere gömdü. Yıllar sonra başarılı bir çalışma ile ortaya çıkan Atıf Hoca’nın naaşı Ankara’dan bir parkta alınarak, memleketi İskilip’e defnedildi. İslam coğrafyalarındaki bu idamlar sadece bu isimlerle sınırlı kalmadı. Sonraki yıllarda Arap Baharı adı altında ortaya çıkan gerilimler ile birlikte Libya’da Muhammer Kaddafi, daha önce Irak’ta Saddam Hüseyin öldürülmüş ve son olarak Mısır’da Muhammed Mursi’de hala Kahire’de idamla yargılanıyor.
Çölün Aslanı Da Aynı Sehpaya Çıkmıştı
İtalyan sömürgesine karşı direnen bir islam lideri de herkesin önünde saygıyla eğildiği, adı anıldığında bir oh çektiği, dirençli, kararlı bir lider Ömer Muhtar’da idam edilerek şehadet şerbetini içenlerin başında geliyor. Lejyon askerlerine karşı başarılı bir direniş ortaya koyan Çöl Aslanı Ömer, gayri nizami harp usulleriyle ve ortaya koyduğu irade ile halkını, İtalyanlara karşı örgütledi. Osmanlı’nın son yıllarında imzalanan Uşi anlaşması sonrası savaşma kararı alan Ömer Muhter, 1923 yılında ilk harekatı başlattı. 1931 yılına kadar on yıl boyunca savaşan Muhtar, aynı yılın 11 Eylülü’nde yaralanarak, İtalyanlara esir düştü. Savaş mahkemesinde yargılanarak idama mahkum edilen Muhtar, Libya’da bulunan Saluk kentinde şehadete ulaştı. Sonrasında Libya’da yine aynı senaryo yaşandı. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türkiye’ye yardım eden Kaddafi’de öldürülmüştü.
Bir Kutup Gibi Parladı
Mısır’da yükselen şehadet haberleri sadece Hasan El Benna ile sınırlı kalmadı. Daha sonra ümmete yazdığı kitaplarla yol işaretleri koyan Seyyit Kutup’da bir yıldız gibi şehadet ışığıyla parladı. 1954 yılında Kahire zindanlarına konulan Kutup, 15 yıl boyunca Medrese-i Yusufiye’de dersler verdi. Burda Fizila’il Kuran ve Yol İşaretleri kitaplarını kaleme alan Kutup daha sonra serbest bırakıldı. 1966 yılında hakkında idam cezası verilen Kutup, aynı yıl 29 Ağustos günü şehadet mertebesine ulaştı. Devlet Başkanı’ndan ‘af dile’ sözlerine ise Kutup şu tarihi cevabı vermişti: “Eğer Allah kanunu ile mahkum edilmişsem ben Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkum olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah’a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım.Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem.Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır” (Milli Gazete)