DİYANET
Ayasofya İbadete Açılacağı Günü Bekliyor
‘‘İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar. Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN.
Azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır Allah’ın azabı onlaradır Allah işitendir, bilendir’’ Bu söylemler Peygamberimiz (sav) tarafından müjdelenen Fatih Sultan Mehmet’in konuşması olmasaydı sanırım ehemmiyet edilmeyecekti.
Bu güne kadar değerlerine bağlılık yemini etmiş olan aydın kişilerin yüreğini parçalayan bu esaret artık yok edilmelidir. Toplumu sadece zincirlerle, sadece engellerle kendi Avrupai zihniyetlerine hizmet noktasında şekillendiren bir takım zihniyetlerin Ayasofya’nın anlamından, öneminden yoksun olduğunu görerek konuya yaklaşmalıyız.
Tarihin tozlu sayfalarında okumaya çekindiklerimiz, bizim şuan ki vefasızlığımızın, şuan ki vurdumduymazlığımızın kalıntıları değil midir? 20.yy başında 1.cihan harbinde İstanbulun işgali sürecinde 6.Mehmed Vahdettin Hazretlerinin kendisini korumakla yükümlü askerlere “Benim hayatımı boş verin, eğer işgalciler İstanbul’un fetih sembolü olan Ayasofya’ya çan takmaya gelirlerse; benden emir beklemeden ateş açın ve son nefesinize kadar Ayasofya Camii için savaşın.”diyerek askerleri Ayasofya Camisini korumakla görevli kılmıştır. Bu örnek ecdadın en zor dönemlerin de bile Ayasofya Camisine verdiği önemi bizlere göstermesi bakımından önemlidir. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ise Türkiye de Batılaşma yolunda reformlar ve devrimler gerçekleştirildi. Harf inkılabı, kılık kıyafet inkılabı, halifeliğin ve saltanatın kaldırışları bunlardan sadece bazıları olarak tarihe geçti. Bunların yaptığı etkileri de günümüzde hissetmeye devam ediyoruz. O dönemde yapılan en büyük yanlışlıklardan biri de 1934 yılında bakanlar kurulunca Ayasofya Camisinin müzeye çevrilmesidir, süreçten sonrada hiçbir hükümet döneminde bu konu gündeme getirilememiş ve bu kanun ortadan kaldırılamamıştır. Her yıl fetih coşkulu bir şekilde kutlanır iken, Ayasofya Camisi hep cemaatsiz kalmıştır.
Türkiye’nin geçmişteki art niyet kalıntılarından sıyrılma çabası içerisinde olduğunu görmek, özerine giydirilmiş olan demir zincirlerden, kendi değer yargılarımızın ve fethin sembolü olan bu essiz mekana vurulmuş kilidin kırılma zamanı gelmiştir. Ayasofya’nın açılısını Sultan Ahmet’e bağlamak zaman kazanmak adına kullanılmış bir söylem olduğunu düşünmek istiyorum. Eğer, farklı bir yaklaşımda kullanılmış cümlelerse cevabımız şu olmalıdır.
Türkiye’de ibadete açılan her cami, diğer camiler dolduğu için mi yapılıyor? Çamlıca etrafındaki camiler dolup taştığı için mi bu cami yapılıyor. Unutmamak gerekir ki Ayasofya’nın bütün camilerden farkı vardır. O bir semboldür, o Avrupa’ya atılan Osmanlı’nın nişanıdır. Eğer biri dolsun diğerini açalım söylemlerinin peşinden yürürsek, son zamanlarda açılmış olan kiliseler için de açıklama beklememiz gerekmeyecek mi? Çok uzağa gitmeden Trabzon’da açılmış olan Ayasofya Camii’nin din hizmeti noktasında açılması Türkiye açısından bir yıkıma sebep olmadığı gibi, ibadet edilen yerlerin sadece müzeler olmadığı da aşikardır. Ayasofya camii açıldığında ziyareti, görselliği vermiş olduğu mesajından bir şeyler eksilecekse biz Türkiye sevdalısı olan bireyler olarak vatana zarar verme arzusunda değiliz.
Korkularla yaşamak yerine insanlığa hizmet noktasında İstanbul’u feth edene verilen müjde gibi, müjdeye sahip olabilen eşsiz padişahın bedduasına son noktayı koymalıyız. Bir bayram namazında, bir Cuma namazında milyonların Ayasofya bahçesinde namaza durmak için engellere rağmen saf tutmasını mı bekliyorsunuz? Çok kolay şekilde müzeden gerçek değerine dönüş neden gerçekleştirilmedi sorularına verebileceğim cevap şudur; Ayasofya Hristiyan ve Müslüman medeniyetleri üstünlük mücadelesinde ‘Psikolojik üstünlük sembolüdür’ tıpkı ezan ve baş örtüsünün sembolik değeri gibi.
Stratejik değere sahip olan Ayasofya 1453 yılında kurtarılmış bölge olan İslam coğrafyasında batıya karşı bir sembol iken, Bağımsız Türkiye’nin en güzel ilinde bir bayrak gibi dalgalanan bu esaret Avrupa’nın üstünlüğünü kabul etmek değil midir. Gayri Müslimlerin mabetlerini iade edebilen bir yapı nasıl oluyor da Ayasofya’nın itibarini iade edemiyor. Türkiye’de diyalog yoluyla hak edilen değerine kavuşan baş örtüsü Memur-Sen ve bağlı sendikaların başarısıyla kazanılmış, artık analar evladının asker yeminine türbanıyla girebilmekte, kızlarımız okullarında kamu alanında özgürce çalışıp okuya bilmekteler. Bu onurun iadesi Ayasofya’ya verileceği güne kadar Ayasofya yetim kalacaktır, Ayasofya nişanesiyken Fatih’in, bedduası olacaktır.
Duanın anlam kazanacağı andan uzak kalacaktır, Ayasofya bir bayrak misali dünyada hak edilmişliğin anlamı olacaktır.