EĞİTİM
Alim Öğretmenin Annesine Sosyal Devleti Anlatın Bakalım
İntiharlar karşısında çoğumuz intihar edenin içinde bulunduğu psikolojik durumunu sorgular, bunun üstüne ahkâm keserek “olacağı belliydi” deriz. Maalesef değerli bir insanın, Alim öğretmenimizin ardından da aynı şeyler yaşanıyor.
Aramızdan ardında bir dram bırakarak ayrılan Alim KOÇ için de kimileri son zamanlarda psikolojisinin iyi olmadığını dile getiriyor. Bazı haber siteleri, gazeteler tenezzül ederse ve izin alabilirse bazı televizyon haber programları da sadece bu yorumları dillendiriyor sahte, hüzün kokan tavırlarla…
Leş kokan medyanın aksine, intiharın bireysel bir olay olmakla beraber toplumsal bir olgu olduğu gerçeğini çok iyi anlamamız gerekir. İntihar olaylarında, toplumsal yaşamda ortaya çıkan değişmelerle orantılı bir şekilde artma ya da azalma görüldüğü istatistikî verilerle ortaya konuyor. İntiharın sadece ruhsal hastalıklarla açıklanamayacağını hepimiz bilmeliyiz. Büyük acılar, finansal kayıplar, ruhsal gerilim gibi birçok neden sağlıklı olan herhangi birimizi de bu noktaya taşıyabilir.
Bir insanı intihara yönelten her nedenin altında yatan toplumsal dinamikleri ve bunları yaratan politik dünyayı görmezden gelemeyiz. Nedenleri toptan intihar eden kişiye ve onun ruhsal durumuna bağlamak sorunların üzerine bir örtü örtmekten başka bir şey değildir.
Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformunun verilerine göre atanamadığı için bunalıma girerek hayatına son veren 37 meslektaşımız var. Bu rakamı kötümser ve yanlı bulanlar da var kuşkusuz. Bu 37 canı sınıflarına, kadroya, düzenli bir maaşa, güvenli bir geleceğe kavuşturmuş olsaydık hayatta olurlar mıydı sorusuna HAYIR diyebilmek mümkün mü dersiniz?
Günümüzde küresel çapta yaşanan ekonomik durağanlıklar ve hatta geri yönelişler, sermayenin yeni anlayışlarla kendisini savunmaya dönük postfordist uygulamaları hayata geçirmesine yol açıyor. Devletlerin de sermayenin bu yöndeki taleplerini karşılamak için canhıraş bir şekilde çalıştığına tanıklık ediyoruz. Batı Avrupa ülkeleri gibi ülkeler geçtiğimiz yüzyıldaki sosyal devlet uygulamalarından birer birer vazgeçmektedir. Bugün bize çok şirin gösterilen esnek çalışma modelleri taşeronluğun bile ötesine geçen, çağımıza ait; ama insanlığın gerisinde kurnazlıklardan öte uygulamalardan ibarettir.
Siyasilerin şekerli bir sakız gibi sürekli çiğnedikleri, giderek de tadı kaçan sosyal devlet kavramı ücretsiz ders kitapları, dağıtılan kömürler, mültecilere yardımlar ile mi sınırlı acaba? Sosyal olmasından geçelim bir devletin öncelikle yaşam hakkını, tedaviye, eğitime, adalete ücretsiz ulaşma hakkını koruması gerekmez mi?
Artık bütün dünyada sermaye ve politik erkin güç birliği kendini gösterir hale geldi. Küreselleşmeyi benimseyen ülkemizde de politika bu değirmene su taşımaktan geri kalmıyor ve “önce insan” deme cesaretini gösteremiyor. Var olan üniversitelerinize yeterince yatırım yapmadan ve onları küresel çapta söz sahibi hale gelecek önlemlerle desteklemeden olur olmaz her yere üniversite açan politik tercih, maalesef işgücü-istihdam dengesini planlamaktan acizdir. Bu acizlik bilgisizlikten değil tercihlerden kaynaklanmaktadır. Üniversite sayısı ve üniversiteli sayısı gibi nicel değişkenlerle meydanlardaki görsel şovlarını destekleyenlerin “sandıkta mı” yoksa “yükseköğretimde mi” başarı hedefledikleri, yanıtı açık bir soru olarak önümüzde durmuyor mu?
Artık aklın ve vicdanın hakim olduğunu, sadece şirketlerin değil sıradan insanların taleplerinin de dikkate alındığını, gerçek sosyal devletin yaratılması kararlılığını görmek bir hak değil midir? Bu bağlamda; ücretli öğretmenlik ayıbına derhal son verilmeli, popüler anlayıştan vazgeçilerek her yere eğitim fakültesi açmaktan ve kontenjanların şişirilmesinden dönülmeli, öğretmen atamalarında alan adaleti sağlanmalı, eğitim fakültesi mezunları hakkında geribildirimli takip sistemi oluşturulmalı ve işsiz öğretmenlerin bir an önce istihdamı sağlanmalıdır. Unutulmamalıdır ki; öğretmen atamalarından yapılan tasarruf yurttaşların eğitim hakkının gaspıdır. Bugün gencecik evladını toprağa veren bir anneye sosyal devletinizi anlatmak mümkün değil ama torunlarına yaşatmanız mümkün olur belki.
Bahanenin Milli Eğitim Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı arasında geri alanda yapılacak oyalayıcı paslaşmalar olacağını da elbette biliyoruz. Ama öğretmensiz okullara döşenen kilometrelerce kablo, akıllı tahtalar ve tabletler ile 500.000 Suriyelinin ihtiyaçları için yaratılan ödenek, 310.000 evladımızın işsizlik ve karamsarlık pençesinden kurtarılması için de pekala yaratılabilir.
Nihayetinde üzüm var ama bağcının niyeti bozuk!
Serkan AVCI
AES Genel Sekreteri