EĞİTİM
9. Öğretmen sempozyumundan notlar
Anadolu Platformu'nun düzenlemiş olduğu "Yeni dönem, yeni öğretmen, yeni nesil" üst başlıklı 9. Öğretmen Sempozyumu, İstanbul Halkalı'da Bilim Koleji'nde 25 Nisan Cumartesi günü sabah 9.30 da başladı.
Açılış ve sinevizyon gösteriminin ardından, açılış semineri Anadolu Platformu Başkanı Turgay Aldemir'in "Eğitimde Sistem Arayışı" başlıklı konuşmasıyla devam etti.
ALDEMİR: CUMHURİYET DÖNEMİ EĞİTİM PARADİGMASIYLA HESAPLAŞILMALI
Konukları selamlayarak konuşmasına başlayan Turgay Aldemir, eğitim sistemindeki çapıklıklara ve eksikliklere değindi. Aldemir, mevcut eğitim sisteminin batıya göre şekillendiğini ve pozitivist bir yaklaşıma sahip olduğunu belirterek, "Pozitivist düşüncede yasa olan her şeye boyun eğme esastır, böyle bir anlayışın etkisindeki eğitim, ahlaki değerler karşısında sessiz kalan bireyler yaratır. Bizim yeni bilgi elde etmek gibi bir sorunumuz var. Muhakeme gücümüzü geliştirip yeni bilgi elde etmeliyiz. Ufku açık, bakış açısı geniş bir nesil yetiştirmeliyiz. İnşallah iki gün boyunca geleceğe yönelik meselelerimizi açık yüreklilikle konulacağız.Eğitim süreklilik ve yenilik dengesini optimal düzeyde inşa edici bir role sahip olmalıdır. Süreklilik geleneğimiz ve tarihimiz; yenilik ise çağımız ve geleceğimiz demektir. Yeni Türkiye terkibindeki 'yeni' sözcüğü geleneği ötekileştirici, dışlayıcı bir rol üstlenmemelidir. Bu ifade geleceğimiziinşa için geleneğimizi yeniden keşfetmek olarak anlaşılmalıdır.
Bu yeni süreç çok özneli ve tek hakikat merkezli bir anlayış ile ihya ve inşa edilmelidir. Yeni Türkiye'nin eğitim paradigması, Cumhuriyet dönemi eğitim sistemiyle bir hesaplaşmaya girmek zorundadır. Türk Milli Eğitim sistemi amaç, ilke ve yapı olarak Batılı dünya görüşünün eğitim ve öğretim alanındaki yöntem ve hedeflerini benimsemiş bir eğitim sistemidir. Batının eğitim sisteminin dayandığı ilke ise son yüzyıldaki bilimsel yenilik ve gelişmelerin kaynağı ve Aydınlanmanın terekesi olan olguculuk ideolojisidir.
Doğada ve toplumda evrensellik ve yasalar peşinde koşan pozitivist düşüncede, evrensel olana ve yasa durumundaki her şeye boyun eğme esastır. Bu modern dünya görüşü insanı 'doğanın efendisi ve sahibi' görür. Farklılıkları görmezden gelerek, benzerlikleri ön plana çıkarır. Bu düşüncede, olması gerekeni buyuran biricik otorite bilimdir. Böyle bir anlayışın etkisinde şekillenen modern eğitim, öğrencilere karşı ahlaki ve manevi değerler hususunda sessiz kalmayı, hatta bazen dışlayıcı olmayı tercih etmiştir" dedi.
Aldemir sözlerine şöyle devam etti;
"Yeni Türkiye'de bilim ve eğitim elbette bir yönüyle evrensel bilgiyi göz önünde bulundururken; diğer yönleriyle bunların toplumsal, tarihsel ve geleneksel karşılıklarını tayin ve tespit etmek zorundadır. Bilgiyi elde ederken yeni bilgiler üretebiliyor muyuz? Bildiklerimizden yeni bilgiler ortaya koyabiliyor muyuz? Asıl bu çok daha önemlidir. Bilgiyi elde etmedeki asıl hedef, muhakeme gücünü geliştirebilmek, bilgiyi tasnif edebilmek ve yeni bilgiler üretebilmektir. Böylece hayatı anlamak ve anlamlandırmaktır.Hayatı mümkün kılan ve toplum hayatını devam ettiren adalet, merhamet, cömertlik gibi temel ahlaki-toplumsal değerler hangi anlayıştan, hangi kaynaktan ve nasıl beslenecektir? Bu, sadece eğitimcilerin üzerinde düşünmesi gereken bir sorun değil, gelecek neslin eğitim sorumluluğunu hisseden herkesin önünde en temel vazife olarak durmaktadır. Modern eğitim toplumsal problemlerle yüzleştiğinde, sorunun daha geniş olgularla irtibatını kurmaksızın geçici, parçacı ve indirgemeci bir zihniyetle yetinerek çözüm arayışına girmektedir. Modern eğitim uygulamalarının ileri seviyeye ulaştığı ve ekonomik gücün iyi olduğu ülkelerde yoksul öğrencilerin aç olarak okula geldiği fark edildiğinde, okullar hemen yemek tedariki için seferber olmaktadır.
'VİCDAN, MERHAMET VE ADALETTEN YOKSUN BİR EĞİTŞM SİSTEMİMİZ VAR'
Sorunun genel bir sistem sorunu, gelir dağılımındaki adaletsizlikten kaynaklandığı sorgulanmamaktadır.İnsan olma değerini koruyan temel unsurlardan "vicdan", "merhamet", 'adalet' gibi 'ahlaki değerlerden yoksun olan postmodern eğitimden geçenlerin, "camit nesneler" olarak gördüğü "öteki" insanlara zevkle işkence yapmakla kalmayıp, onların seyirlik fotoğraflarını çekip arkadaşlarına gönderdiklerine şahit oluyoruz." Çağımızın en büyük sorunlarından birisi de hiçbir şeyin kalıcı olmamasıdır. Tarihin geçiş dönemlerinden birini yaşıyoruz. Aynı zaman diliminde yaşamasına rağmen insanlarımız, farklı çağları yaşayabiliyor. Nitelikli birçok insan unutuluyor, projeler akim kalıyor ve antlaşmalar yok oluyor. Bu geçiş dönemini başarılı bir şekilde geçmek için geçmişimizle bağlarımızı kuvvetlendirerek sürdürülebilir bir hafıza oluşturmamız gerekmektedir. İnsanlık tarihinde her toplum bilgiye bağımlı kalmış, ona dayanmış geleceği kontrol altına almak için bilginin verdiği gücü elinde bulundurmak istemiştir. Bugün bu gerçeği görerek hareket etmeliyiz. Sadece bilgiye sahip olmamalı aynı zamanda onu değerlendirebilecek bir zihne de sahip olmalıyız"
EĞİTİM FELSEFESİ DERSİ SÜREKLİ ISKALANDI
Programın ilk oturumu İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız'ın selamlama konuşmasıyla başladı. Özel Öğretim Kurumları Müdürü Ömer Faruk Yelkenci'nin moderatörlüğünü yaptığı, "Yeni Dönem" başlıklı birinci oturumda ilk olarak Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Doğan konuştu. Doğan, "Cumhuriyetten Günümüze Eğitimi Serencamı" başlıklı konuşmasında şu açıklamalarda bulundu; Eğitimdeki, "eğitim felsefesi" sürekli ıskalanmıştır. Eğitim fakültelerinden eğitim felsefesi dersi, eğitim sosyolojisi kaldırıldı. Sadece eğitim psikolojisi var. Birey sadece bireysel olarak mı kendini bilmelidir? Öğretmen Sempozyumunda ele alacağımız temel noktalardan biri de eğitim fakültelerinin durumudur".
Doğan'ın ardından Artvin Çoruh Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Ayık ,"İdeolojik Eğitimden Yeni Paradigmaya Doğru Eğitim" başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Ayık, "Biz maalesef İslamın ahlakını paranteze aldık. Batının ahlakını da anlamadık. Hiç olmazsa batının rasyonel ahlakını anlasalar ve işlerini doğru düzgün yapsalar. Nereye baksanız hile ve torpil görebilirsiniz. Ülkemizde yıllardır bir eğitim programı var ama bu eğitimin ortaya koyduğu birşey yok. Batıya serzenişte bulunurken şuna da dikkat etmek lazım, tüm teknolojimiz batı kaynaklı. Batının bize teknolojik olarak bu kadar hakim olmasının temelinde çıkar ahlakı vardır" dedi.
Modern eğitim sistemini eleştiren Ayık, "Kopya çekmek bizde sanattır. Öğrenciye gel kapıda bedava diploma veriyorum dersen, hemen alır. Osmanlı eğitim sistemine baktığınız da ise böyle birşey yok. Geleneği koparmanın bir sonucu olarak bunlar karşımızda duruyor. Medreseye tüh dediler. Halbuki medrese bir birikim ve özverinin sonucudur" açıklamasında bulundu.
Birinci oturumun son konuşmacısı ise "Değişen Türkiye'de Yeni Eğitim" başlıklı konuşmasıyla Eğitimci Mehmet Irmak oldu. Irmak, "Her insan bir dünyadır, önemli olan bunun farkında olmaktır. Bu çok önemli bir düsturdur. Her insanın nasıl parmak izi farklıysa kişiliği de farklıdır. Öğrenme kapıları içten açılan ve anahtarı da öğrenmek isteyende olan bir kanaldır. Bu sebeple rızasını almadığınız insanı eğitemezsiniz" dedi.
Programın "Yeni Öğretmen" başlıklı ikinci oturumu İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız'ın moderatörlüğünde başladı. Yıldız, çocukların ve gençlerin teknolojiyi ve sosyal medyayı, yetişkinlerden çok daha iyi kullandığını belirterek, "biz eğitimciler olarak çok zor bir döneme girdik" dedi. Yıldız, "Eğitiminden öğretiminden sorumlu olduğumuz çocuklarımız teknolojiyi bizden daha iyi biliyorlar. Dolayısıyla bu konuda bizlere büyük görevler düşüyor. Özveriyle çalışan sizlerin şahsında tüm eğitimcilerimizi, öğretmenlerimizi tebrik ediyoruz, teşekkür ediyoruz" diyerek sözlerini sonlandırdı.
Programda "Medeniyet Tasavvurunda Öğretmen ve Okulun Yeri" başlıklı bir konuşma yapan Esra Erdoğan Albayrak, şu açıklamalarda bulundu;
"İslam medeniyet tasavvurunda eğitimin amacı, insanı insan makamına taşımaktır. İnsan, çevre ve toplum üçgeninde medeniyet inşa edilir. Medeniyetten söz edebilmek için topluma ihtiyaç vardır. Nerede bir sosyal hayat varsa orada medeniyet mümkündür. Öğretmenlik peygamber mesleğidir. Zira Hz. Peygamber, ben insanlığa muallim olarak gönderildim, buyurmaktadır. Öğretmen, müderris, hoca... Ne dersek diyelim. Öğretmenin misyonu şahsiyet oluşturmaktır. Ruhu biçimlendirmek, zihniyet ve kimlik inşa etmektir. Eğitimin amacı öncelikle kişilik terbiyesidir."
Nasıl bir okul? Nasıl bir öğretmen? Her iki soru da esasında temel bir başka soruya yönlendiriyor bizi- nasıl bir insan??
Aslında tarihsel olarak da okul ve öğretmen insana yüklenen misyon etrafında şekillenmiştir. Her medeniyet insana yüklediği varoluşsal anlam ve misyon çevresinde bir eğitim ve terbiye metodu geliştirmiş farklı modellemelere gitmiştir.
Dolayısıyla eğitim ile medeniyet arasında hep yakın bir ilişki olmuştur. Her medeniyet kendi ideal insanını yetiştirmek üzere bir eğitim sistemi inşa etmiştir. Sözgelimi Batı medeniyetinin ideal insan tanımı, rekabet edebilen, başarıya odaklı, bir hedefe kilitlenmiş, akıl merkezli bir profilken, Doğu medeniyetlerinde sabır, erdem, ahlak gibi manevi değerleri merkeze alan, hedeften çok yola odaklanmış bir insan tipi tasavvur edilmiştir. İslam medeniyetinde ise
Yaratıcısının yaratılmışların en şereflisi olarak tarif ettiği, yeryüzünde kendine halife olarak seçtiğini buyurduğu yüce bir emaneti yüklenmiş insan yetiştirmek için kurgulanmıştır eğitim...
Bu mantık içinde ögretmen bir yol gosterici, nasihat edici olmustur herseyden evvel... Ogretmen butuncul bicimde talebesine yaklasan ve onu bir müşteri gibi degil insan olarak akil- beden- ahlak uclusunu gozeterek dunya ve ahiret imtihanina hazirlayan kisi olarak gorulmustur.
İslam medeniyeti tasavvurunda ise eğitimin temel amacı insanı ihsan makamına çıkarmaktır. Her an Allah'ı görüyormuş gibi, Allah'ın tecelli eden tüm sıfatlarını okuma gayreti içinde olan bir hal lisanı hakimdir bu eğitim modelinde.
Bu makam tek başına bireyi baz almaz, bireyin toplumla ve çevreyle olan ilişkisini de düzenler. İnsan-çevre-toplum üçgeninde medeniyet inşa edilir. İbn Haldun'a göre medeniyetten sözedebilmek için toplum gereklidir. Nerede bir sosyal hayat varsa, orada medeniyet vardır. Medine'nin bir toplumsal sözleşme üzerine inşa edilmesinin esprisi de budur.
Oysa Batı için medeniyet, ilerlemeci tarih anlayışının dayattığı bir basamaklar silsilesidir. İlk basamağı ilkellik temsil eder. Nihai nokta ise bugün batının temsil ettiği liberal kapitalist sistemdir. 'Tarihin sonu' tezi bu nedenle ortaya çıkmıştır. Batı kendi dışındaki dünyanın, yani doğunun nihai hedefinin batının bugün ulaştığı nokta olduğunu iddia eder. Bu tez zımnen, batı medeniyetinin ideal bir düzeni temsil ettiğini söyler. Batının medeniyet algısı içinde, teknoloji merkezi bir konumda yer alır. Sanayi devriminden bu yana tüm teknolojik gelişmeler batı zihniyetinin taşıyıcısı, ama aynı zamanda dönüştürücüsü olmuştur.
Oysa İslam medeniyeti şefkat, merhamet ve tüm bunların özünü oluşturan aşk medeniyetidir. Ve kaynağı ilahidir. Eğitimden, gündelik hayata herşey bu kaynaktan beslenir.
'Medeniyet tasavvurunda öğretmen ve okulun yeri' konusu da, bu çerçevede ele alınması gereken bir konudur. Daha spesifik olarak öğretmen ve okul meselesine odaklanacak olursak, biraz geleneksel eğitim tarihine gözatmak gerekir. Herşeyden önce okul konusu, fiziki mekan, müfredat ve içindeki hoca ve talebeden oluşan insan unsurunu birlikte düşünmemizi gerektirir. Medeniyetimiz içinde eğitimin tarihini Hz. Peygamber'den başlattığımızda, Peygamber mescidinin eğitimden ibadete ve hatta tüm sosyal karşılaşmalara mekan olduğunu görürüz. Tamamen olmasa da, medresenin camiden ayrı bir mekan halinde örgütlenmeye başlaması hicri 3.yy'dan itibarendir. Bu süreç zarfında İslam dünyasında eğitim-öğretim müstakil bir kurum olmak yerine mescidler, alimlerin evleri gibi yerlerde gerçekleştirilmiştir. ve eğitim için müstakil bir yapıya ihtiyaç duyulmamıştır.
İlk kurumsallaşmaların sünni dünyada biraz da Fatımi egemenliğindeki Mısır'da, Şiilerin propaganda merkezi olan darül-ilimlere tepki olarak gerçekleştiği görülür. Ve zamanla 'okumak' anlamındaki, 'derese' kökünden gelen medrese, yani 'ders okutulan yer'ler oluşmaya başlar. Medreselerin camiden ayrı resmi bir kurum olarak ortaya çıkışları 10.yy. Karahanlılar dönemine rastlar ve Selçuklular döneminde Nizamülmülk ile zirveye ulaşır. Osmanlı medreseleri ise İslam medeniyetinin en olgun eğitim kurumlarının örneklerini ortaya koyar.
Osmanlı medeniyet tarihinde genel olarak eğitim kurumları sıbyan mektepleri ve medreseler olarak iki türlü ele alınabilir. Sıbyan mekteplerinde çocuklara Kuran okuma, namaz kılma, dua etme, yazı yazma yanında hesap yapma, coğrafya ve tarih gibi temel bilgiler verilir. Medreselerde ise kelam, mantık, belagat, lügat, nahiv, hendese, hesap, heyet, felsefe, tarih, coğrafya yanında Kuran-ı Kerim, hadis, fıkıh gibi ilimler birlikte okutulmaktadır. Miftah medreselerinden sonra dereceleri ifade eden kırklı, hariç, dahil medreseler ardarda gelmekte, yüksek öğretimi ifade eden sahn-ı seman medreseleri en üstte bulunmaktadır.
Esra Erdoğan Albayrak'ın ardından Prof. Dr. Muhittin Ataman, "Toplumsal Duyarlılık ve Eğitimci"başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Ataman, "Eğer bir toparlanma sürecine gireceksek bu kesinlikle eğitimden, yüksek eğitim düzeyinden, üniversiteden başlamak zorunda" dedi. Ataman, insani yönden zayıf ancak eğitimli bireylerin "aydın cehaleti" tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını söyledi. Ataman, bu durumun modern eğitim kurumlarının bir sonucu olduğunun altını çizdi.
Programın 3. Oturumu Eğitim Bir-Sen Genel Başkan Vekili Latif Selvi'nin moderatörlüğünde başladı.
Selvi, öğretmenlerin alan sınavı, kpss, hizmet içi eğitim gibi pek çok sınavdan ve aşamadan geçirildiğini belirterek, "merkeze öğretmenin alınması güzel ancak eğitimin tüm sorunları öğretmenlere yüklenmemelidir" dedi. Batıya karşı şiddetli bir eleştiri, geçmişe karşı aşırı bir öykünme olduğunu vurgulayan Selvi, "Geçmişte güzel şeyler yaptık. Ancak beşeri olan hiçbir şey mükemmel değildir" dedi. Medeniyet de beşeri bir kavramdır ve tüm medeniyetler de bir şekilde birbiriyle etkileşimde bulunmuştur. Dolayısıyla eleştirilerimizi sıralarken mevcut sorunlarla ilgili çözüm önerimiz de olmalı" dedi.
Selvi'nin ardından, "Akademik Başarı Kıskacından Yeni Nesle" başlıklı bir konuşma yapan Ahmet Taşkesen, günümüz gençliğinin idealsizleştiğini vurgulayarak, "Gençler genellikle fazla iyimser bir tavır içinde, çok başarılı olmak, çok para kazanmak hatta mümkünse şöhret de olmak gibi hayallere sahipler. Bugün artık birçok aile çocuklarını terbiye etmenin onlara zarar vereceğini düşünüyor. Terbiye mekanizması çoğunlukla ıskalanıyor. Bir zamanlar çocuklardan itaatkar, dine bağlı bir çocuk olması istenirken, bugün çocuklardan başarılı ve özgüveni yüksek olmaları bekleniyor. Derslerinde gereken başarıyı gösteremeyen çocuğa ailesin tutumu da değişiyor. Ebeveynler çocuklarının bu amaçlara ulaşması için de varını yoğunu harcıyor. Ergenlere verilen en önemli tavsiyelerden biri de, "kendin ol, halbuki eskiden bu "kibar ol, efendi ol, haddini bil" gibi tavsiyelerdl. Bu eğitim sisteminde "başarı" odak bir kavram haline geldi. Öğretmenler, ebeveynler tüm çabalarını çocukların yüksek notlar almasına bağlamamalı" dedi.
"Yaşam Becerileri Eğitimi" başlıklı konuşmasında Mehmet Dinç, gençlere kazandırılması gereken yaşamsal becerilerini anlattı. Dinç, "Gençlerde gördüğümüz çok ciddi bir sıkıntı var; tutunamıyorlar. Hayata tutunamıyorlar. Geçen yıl sosyal medyada en çok paylaşılan içeriklerden birisi, merhaba intihar edelim mi, başlıklı bir mektuptan size bahsetmek istiyorum. Mektubu yazan kişi 24 yaşında. En başından itibaren hayatını anlatıyor; İkokuldan, üniversiteye kadar. Mezun oldum ama bir türlü istediğim gibi bir iş bulamadım. Sonunda, bir göz odanın kirasını verebilecek bir işi zar zor buldum. Keşke doğalgaz faturasını da ödeyebilseydim. Ve her gün ağlıyorum, diyor. Esasında yaşadığı şeyler bir felaket değil, açlık, kıtlık yada savaş yaşamıyor. Ama buna rağmen bir insan bu kadar hayata küsmüşse, bu kadar dayanıksızsa, hayatla bağlarını bu kadar gevşek bağlamışsa, burada bir problem var ve bunun üzerinde durmamız gerekiyor. Dolayısıyla yaşam becerisi, şairin dediği gibi; Yaşamak umurumdadır. Evet, yaşamak umurumuzda olmalı. Aldığı her nefesin hesabını vereceğini bilen insanlar yetiştirmek zorundayız. Kazandıracağımız ilk becerinin bu olması lazım" açıklamasında bulundu.