GENEL
Taslima Akhterın fotoğrafı neyin fotoğrafı?
Bangladeşin başkenti Dakkada iki hafta önce çöken iş merkezinde hayatını kaybedenlerin sayısı 1000′e ulaştı. Bu vahim olay bugüne kadar dünya ve ülkemiz medyasında yer aldı tabi. Ama ancak bugün manşetlere taşındı.
Bangladeşte çöken binada çalışan 3 bin işçi uluslar arası sermayeye ait büyük tekstil markalarına ayda 30-50 dolar maaşla günde 15 saat çalışarak elbise dikiyorlardı. Bina çürüktü, hiçbir güvenlik tedbiri de alınmamıştı. İşçilerse açıkça köle muamelesi görüyorlardı. Bunlar da yazıldı.
Evet, bu büyük facia ancak bugün manşetler taşındı. Öyle bir manşetlere taşındı ki, bu büyük facia, anında magazinleşti, şimdi herkes Taslima Akhterin çektiği fotoğrafı konuşuyor. Sömürünün, adaletsizliğin, çağdaş köleciliğin resmi, şimdi hazin bir aşk hikâyesine dönüştü. Haber hemen hemen tüm dünya medyasında şu cümlelerle yer aldı:
Bu fotoğraf, enkaz altında yaşanan dramı ortaya koyuyor. Fotoğrafta bir kadın işçi ile bir erkek işçi birbirlerine sarılmış şekilde enkaz altında çıkarılıyor. Erkek işçinin gözündeki tek kandamlası bir gözyaşı gibi duruyor.
Daha şimdiden Pulitzer (ve de bilimum) fotoğraf ödülüne aday olan Bangladeşli foto muhabiri Taslima Akhter bu fotoğrafın öyküsünü Amerikan Time dergisine şu sözlerle aktarıyor:
Bina çöktükten sonra bütün günümü kurtarma çalışmalarını izleyerek geçirdim. Yaralı tekstil işçilerinin enkaz altından çıkarılışlarını kare kare çektim. Dışarıda bekleyen akrabaların korku dolu gözlerini hala hatırlıyorum. Fiziksel ve ruhsal olarak bitkin haldeydim. Gece 02.00 civarında enkazın arasında birbirine sıkı sıkıya sarılmış bir çift gördüm. Gövdelerinden aşağısı beton enkazın altında kalmıştı. Erkeğin gözündeki tek kandamlası bir gözyaşı gibi duruyordu. Bu çifti gördüğümde gözlerime inanamadım. Sanki onları bir yerlerden tanıyordum- kendime çok yakın hissetmiştim. Yaşam mücadelelerinin son anlarında birbirleri için mücadele etmiş, biri diğerini kurtarmaya çalışırken, son nefeslerini vermişlerdi.
Bundan böyle Bengladeşin başkenti Dakkada çöken çürük binanın altında kalarak can veren bin kişi artık bu hikaye ile anlatılacak. Bu hikaye o kadar parlak, o kadar ayartıcı, o kadar renkli ki, o insanların orada ne yaptığı, kimin işini yaptığı, kimin buradan ne kadar para kazandığı, dünya ekonomik sistemi, adaletsizlik, kölelik bütün bu sorular ve sorunların hiç birinin anlamı kalmayacak, hiç kimse, o binaya benzer binalarda, tersanelerde, AVM inşaatlarında, maden ocaklarında aynı koşullarda çalışanlar bile bu soruları sormayacak.
Oysa Bengladeşte ve benzer ülkelerde elbette Türkiyede de- buna benzer yüzlerce, binlerce bina var, milyonlarca, on milyonlarca insan bu binalarda boğaz tokluğuna çalışıyor, dünya markalarına elbise dikiyor. Türkiyede ve dünyanın bir çok yerinde insanlar, çok uluslu şirketlere dev tankerler inşa ediyor, yerin bin metre dibinden altın çıkarıyor, zümrüt çıkarıyor, dev baraj gövdelerine beton döküyor, AVM inşaatlarına ter döküyor
Bengladeşin başkenti Dakkadaki binaya dönelim. Belli ki, binlerce benzeri gibi çürük bir bina, çatlaklar oluşmuş ama aldıran olmamış. Bizde olsa hiç olmazsa çatlakların üzeri sıvanırdı. Binadaki atölyelerde dünyanın ünlü hazır giyim markalarına fason üretim yapılıyordu. Çoğu kadın olan işçiler ise aylık 30-50 dolar maaşla, tanesi bunun iki misline üç misline satılan gömlekler, pantolonlar, elbiseler, ceketler üretiyorlardı.Mango, Primark, Cato, C&A, Bon Marché, Corte Ingles gibi markalarla satılacak ürünler üretiliyordu.Carrefourun giyim markası Texin etiketleri de yıkıntılar arasında bulundu. Benetton da, diğer ünlü markalar da olağan şüpheliler listesinde.
Bu kaza Bangladeşte ilk değil; son altı ayda sadece hazır giyim alanında yaşanan bu üçüncü büyük kaza. 24 Kasımda bir tekstil fabrikasında çıkan yangında 112 işçi ölmüştü. Fabrikada Walmart, Carrefour, C&A için üretim yapılıyordu. Sadece bir yangın çıkışı olsa, bu ölümler olmayacaktı. Bu yangından iki ay sonra, başka bir tekstil fabrikasında çıkan yangında yaşları 16-18 arası olan 7 işçi öldü. Bu binada da acil çıkış yoktu, öyle denildi. Bu fabrikada da Zara, Scott&Fox gibi markalara üretim yapılıyordu.
Bakınız, güvenlik tedbiri almamakla suçlanan Bangladeşli bir atölye sahibi kendini nasıl savunuyor: Gelişmiş ülkelerin ince ruhları önce kendi önlerini süpürsünler. Önünde kuyruk oldukları ünlü giyim markaları bize biraz daha para verseler, biz de işçilerimizin güvenliğini arttıracak harcamalar yapabiliriz. Ama daha düşük fiyat ve daha kısa zamanda teslim, stoksuz üretim için hep bizi sıkıştırıyorlar, sonra iş güvenliğini arttırmamızı istiyorlar.
Hiç kuşku yok ki bu sözler bu aç gözlü atölye sahibinin masum olduğunu göstermez ama bu sözler, bu sömürü mekanizmasının nasıl işlediğini, bu insanlık suçunun kimler suç ortağı olduğunu, en önemlisi bu kölelik sisteminin nasıl bir zihniyetin ürünü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Artık alternatifinin olmadığına herkesin inandırıldığı kapitalizm bu. Hayır, bu değil; bu vahşi kapitalizmdiyeceklerdir şimdi liberallerimiz. Değil; bu kapitalizmin ta kendisidir, kapitalizm budur.
Kapitalizm ötelerlerden bağını koparıp ergin olan, özerkleşen aydınlanmış insanın ürünüdür. Aydınlanma ile başlayan modern zamanlarda insanın iddiası yeryüzü cenneti kurmaktır. İnsan aklı ile her şeyi keşfedecek, dünyadaki tüm sorunları aşacak ve yeryüzünü cennet yapacaktı. Hiç kuşku yok ki, insana bunu söyleten hırsıydı. Bir süre sonra görüldü ki dünyanın kaynakları sınırlı ve tüm insanların hırslarını karşılaması mümkün değildi, yani dünya herkes için cennet olmayacaktı.
Sonrasında tüm felsefe, bilim, teoriler bunun için seferber edildi; defalarca krizler, sıkıntılar, savaşlar yaşandı, sonunda yeni bir egemenlik sistemi kuruldu. Kurulan bu yeni egemenlik sisteminde hiyerarşik bir efendilik/ilahlık modeli işliyor. Burada herkesin kendine göre bir egemenlik alanı var; burada herkes kendisinden güçlü olana kul, zayıf olana efendidir. Herkes aşağıya doğru herkesi ve her şeyi kendi mülkü olarak görür ve o alanda istediği gibi tasarruf hakkına sahip olduğuna inanır, öyle de davranır.
Araçsallaşan aklın ise namütenahi meşrulaştırma seçenekleri vardır. Bakınız ne diyor Bangladeşli atölye sahibi; Yukarıdakiler, ilahlar bu kadar veriyor, ben ne yapabilirim, nasıl daha çok verebilirim, güvenlik tedbirleri için nasıl daha çok harcayabilirim?.
Bu sistemde herkesin bir bahanesi vardır, herkes kendini rahatlatmak için bir yol bulur. Bunun en genel hali seçilmiş kaderciliktir. Herkes, tüm tedbirleri alır, tüm imkanları kullanır, yasaların, uluslararası sözleşmelerin, anlaşmaların tanıdığı hakları kullanır. Bu kurallar da zaten hep güçlüler tarafından ve hep kendileri için yapılır. Serbest piyasa, rekabet, eşitlik, özgürlük lafları dolaşır ama kuralları hep güçlüler koyar ve kural koyarken hep kendi haklarını gözetirler. Kendileri için hiçbir şeyi şansa bırakmazlar, asla kaderci değillerdir. Ama aşağıdakiler için müthiş kadercidirler. Kader işte; onlar şansız, onlar zalim kaderin kurbanları. Kader işte, onlar Çinde, Bangladeşte doğmuşlar.
İşte Bangladeşli foto muhabiri Taslima Akhterin çektiği fotoğraf buna hizmet edecek. İnsanlar bu kader kurbanlarının kaderi olan çürük binalarda ayda 50 dolara çalışma sistemi üzerinden daha çok kazanmaya devam edecek, markaları giymeye de devam edecekler. Ama Taslima Akhterin fotoğrafına hep bakacaklar ve kader işte diyecekler; Ne kadar trajik değil mi? diyecekler, Şu genç aşıklara bak, şunların hali ne kadar üzücü değil mi? diyecekler.
Dahası, bu büyük zulmün, bu büyük haksızlığın, bu küresel sömürü düzeninin resmi olan bu manzara yine bu sistem tarafından kullanılacak. Bu fotoğrafı çeken genç muhabir bu markalardan birkaç tane alabilecek parayı kazanacak ama bu fotoğraf o markaların sahiplerinin olan başka çokuluslu şirketler tarafından pazarlanacak, bundan milyonlarca dolar kazanacaklar. Bu hikaye belgesellere, filmlere, reklamlara konu olacak. Daha başkaları daha çok, daha çok kazanacaklar.
Çok uzak değil mi, bizden çok. Bangladeş neresi Türkiye neresi? Bizde bunlar olmaz değil mi?
Peki, hiç Mertere, Yeni Bosnaya gideniniz var mı, hiç buralardaki hazır giyim atölyelerini gördünüz mü? Bu binaların durumunu biliyor musunuz?
Elbette Bangladeş gibi değil; bizim işçilerimiz en azından 800 TL(400 dolara yakın) maaş alıyor!
Mehmet Bekaroğlu /