GENEL
Prof. Dr. Osman Öztürk vefat etti
Alınan bilgiye göre, bir süredir kalın bağırsak ve kolon tümörü hastalığı nedeniyle tedavi gören Başbakanlık Başmüşaviri Prof. Dr. Osman Öztürk (72), tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.
Başbakanlık Başmüşaviri, YÖK Üyesi, Kırklareli Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Öztürk'ün cenazesi'nin yarın Fatih Camisi'nde kılınacak cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verileceği öğrenildi.
Prof. Dr. Osman Öztürk kimdir
1944 Tarsus doğumlu olan Öztürk, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı fakültenin tarih bölümünde doktorasını tamamladı. Hacettepe, Marmara, Sakarya, Dokuz Eylül, Kırklareli Üniversitelerinde görev yapan Öztürk'ün yayınlanmış 15 kitabı, 120 civarında Türkçe-Arapça-İngilizce makalesi ve milletlerarası bilimsel toplantılara sunulmuş tebliğleri bulunuyor. Evli ve dört çocuk babası olan Öztürk, Arapça, Farsça ve İngilizce biliyordu.
BUGÜN “OSMAN HOCA SOHBETİ” VAR
İstanbul’a öğretmen olarak tayin olduğum 1995 yılının, okulların açıldığı ilk Cuma günüydü. Arkadaşlar: “Bugün ‘Osman Hoca Sohbeti’ var,” dediler. Daha sonraları öğrendim ki, bu bir davetti. Çünkü “Osman Hoca Sohbeti” ne böyle davet edilirdi. 29 yıldır bu, böyleydi. Okulların açık olduğu her ayın ilk ve üçüncü cuması “Osman Hoca Sohbeti.” Saat 7-9 arası. Bu hiç şaşmaz. Dakik ve istikrarlı. İstanbul’u tanıyınca, dakikliğin; 28 Şubat’la da istikrarın önemini anladık.
Her şeyden önce bir terapiydi, “Osman Hoca Sohbeti”. Evet, evet tam bir terapi. Öğretmenlere, öğretmenlik aşkını yeniden, yeniden aşılayan bir terapi. Çünkü öğretmenlik onda bir tutkuydu. Öğretmenliği hangi gerekçeyle olursa olsun, terk eden herkese hınçlanır, hiçbir mesleği ona tercih etmezdi. Unutulmaz sohbet sahnelerinden biridir: sohbetin müdavimlerinden bir öğretmen arkadaşımız, İstanbul’un en büyük ilçelerinden birine belediye başkanı olmuştu, ’94 seçimlerinde. Takdir cümleleri beklenir, ama Osman Hoca, “Yazık etti mesleğine” diyordu.
Öğrenciyi sevmeyi ondan öğrendik. öğretmenliğin, öğreticiliğin ötesinde olduğunu da. Öğretmene saygıyı öğrendik; O, Mahir İz hocasını her anlattığında. Abdulaziz Bekkine, Ali Yakub, Ali Haydar hocalar gibi, İstanbul’un son devir manevi mimarlarını da, onunla tanıdık. Aynı dünyayı paylaşan önden gidenlerin bir araya gelişlerini, oluşturdukları birliktelikleri de o anlattı.
Sıkıntılarımız, mesleğimizden sevgimizi aldığında, O, öğretmenlik adına bir meşale olup, mesleğimizi yaldızlayıp, sevdamızı yeniledi. Öğretmenliğin, bütün sıkıntıları aşan bir aşk mesleği olduğunu sundu, bize. Eski edebiyatı, Divan Şiiri’ni, Çanakkale mahşerini yeniden, yeniden yaşattı, hepimize. Safahat hafızı olunabileceğini Ömer Çam hocayla gösterdi. Hepsi birer şaheser olan okuduğu kitapları bizlere tanıtıp, onları ucuz yoldan temin etti arzu edenlerimize. Bazen kadim dostları Ali Nar’ı, M. Ertuğrul Düzdağ’ı, Enver Baytan’ı…getirirdi sohbetlere.
Güzel günlerimizde, hastalığımızda, kederimizde, bütün sıkıntılarımızda yanımızda bildik hocamızı.
“Osman Hoca Sohbeti” ne gelenlerin sayısı, onu hiç ilgilendirmedi. 40 kişi de gelse, 140 kişi de gelse aynı şevkle anlattı konularını. Temposu düşmeyen heyecanıyla yorumladı gündemi. Yurt dışında olduğu zamanların dışında, hiç aksatmadı “Osman Hoca Sohbeti”ni. Hastalık bir gerekçe oluşturmadı, “Osman Hoca Sohbeti”ni ertelemeye. 24 yıldır hiç özel işi çıkmadı. Herkesin ürktüğü, bir yerlere kaçıştığı dönemlerde; O, hep yerinde durdu. Dostlarının savruluşlarını gördükçe, kahırlandı; ama hep ümit aşıladı. “Şey burada bu toplantıları yapmanız, bize sıkıntı veriyor” denilip de, yeni mekân arayışlarında sohbete çok üzüldü; ama belli etmeme yolunu seçti. Biz katılımcılara bu yer değişikliklerinin sebeplerini açmadı. Biz de bilmedik, fakat biliyorum ki, her yer değişikliği onun içinde fırtınalar koparıyordu ve o fırtınaların; muhatapları üzerinde, nasıl tezahür ettiğini de tahmin edebiliyorduk.
Kızdığında, sözlükteki “öteki kelimeleri” de “Osman Hoca Sohbeti” adabında kullanması bizimde hoşumuza giden, beklediklerimiz arasındaydı. Mazlumun yanında, zulmünse, ne pahasına ve kimden gelirse gelsin karşısında oldu. İhtiyatın bir silah olduğunu da hiç unutturmazdı. İnsanın hukukuna hep saygıyı esas alır, bunun bizlere öğüdünde bulunurdu. Çok kızdığı, eleştirdiği insanların da hakkını teslim etmeyi bilirdi.
Hep kıskanılacak kadar şık oldu. Laf aramızda, bu şıklığının farkındaydı da. Çünkü O, bunu mesleğinin bir gereği sayıyordu. Traşının yetersiz, elbiselerinin ütüsünün eksik olduğunu hiç görmedik; hangi rengin, hangi renkle uyumlu olabileceğini, onun üzerinde gördük. Buna karşın, kimin eliyle olursa olsun israf ve lüksün hep karşısında olduğunu da dile getirmekten hiç uzak durmadı.
Bizleri kendisine bağlayan bazı özelliklerinin irsi olduğu kanaati, bende, birkaç yıl önce vefat eden babasını tanıyınca oluştu. Perşembe Pazarı esnaflarından olan baba, her türlü hayır işinin içerisinde yer almış. Evet babadan oğullara, bütün aile bir vakıf. Rabbim vermiş, onlar da değerlendirmişler. Kardeşi Ömer Öztürk MTTB’nin 1971, 50. dönem başkanlarından. MTTB’ye bağlı bugün de faal olan Fatih Gençlik Vakfı, onun döneminde kurulmuş. Vakfa bağlı öğrencilere ucuz kitap temini için makineler alıyor, matbaa kuruyor.
İyi öğretmen, başarılı öğretmen, sevilen öğretmen olmanın damıtılmış şifasını damla damla yazdırdı. Hiçbir mesleğin gücünün öğretmenlikle kıyas kabul etmeyeceği, O’nda bir fikr-i sabitti. Sınıfta olmayı, öğrencilere ders anlatmayı hep hasretle andı. Bazen kendisini sınıfta sandı. “Herhalde, Osman Hoca yeniden sınıfa dön, deseler, sakalını bile keser’ sınıflara dönebilmek için” demiştim yıllar önce. Rabbim O’na sakalını kesmeden de öğretmenlik nasip etmiş. Şimdi bir üniversitemizde haftada birkaç saat ders veriyormuş, arkadaşlar müjdelediler.
O yıllarda bir şeyi eksik bırakmıştı; hem de önemli bir şeyi: Yazmayı. Evet, bizim hakkımız olan bu şeyi, bizden sonrakilere, O’na ulaşma şansına sahip olamayanlara vermek zorunda olduğu bir şeyi, “yazmayı” eksik bırakmıştı. O eksiğini de giderdi. Son yıllarda birbirinden güzel eserler yazdı, yayınladı. Rağbet Yayınları, sağ olsunlar, O’nu teşvik etti.Bir Nefes Sıhhat / Biricik Önderim Peygamberim Efendim / Genç Adam İmanı, Heyecanı, İdeali, Kimliği ve Hedefleriyle / Hac ve Umre Rehberi / Hocalık Sanattır Öğretmene, Öğretmen Olmak İsteyene ve Tüm Eğiticilere Kılavuz/ Hz. İbrahim'in Duası, Hz. İsa'nın Müjdesi Hz. Muhammed (s.a.v)'in Sesi İslam / Kur'an-ı Kerim'de Örtü/ Müslümanın Değişmez Mesleği Kulluk/ Siyaset Üstü Siyaset / Sosyal Davranışlarda Ölçüler gibi birbirinden değerli eserler yazdı. Herkese ulaşması için, piyasanın çok çok altında fiyatlar kondu üzerlerine. Bir çok dost, bu eserlerden daha çok kişinin faydalanması için birden çok alıp, eşine dostuna dağıttı.
Bazen, dünyanın, kendi yaşadıklarımızla, sınırlı olduğunu zannederiz. Bende de öyle oldu. Yıllar sonra öğrendim ki, “Osman Hoca Sohbeti” sadece öğretmenlere özgü değilmiş. Belediye çalışanları da, iki haftada bir; birbirlerine, “Bugün ‘Osman Hoca Sohbeti’ var.” diyorlarmış.
Bu sene oğlum İstanbul’da bir üniversiteye başladı. Kaldığı yurdun sitesinde görmüş, geçen gün beni aradı; “Perşembe günleri yurtta, akşam 7-9 arası ‘Osman Hoca Sohbeti’ var” dedi.
5 yıldır İstanbul dışındayım, “Osman Hoca Sohbeti”ne hasretim. Her 15 günde bir, arkadaşlardan, asla saati değişmeyen “Osman Hoca sohbeti”nde yaşananları öğreniyorum.
Gelecek cuma “Osman Hoca Sohbeti” var.
Ondan sonra, ondan sonra ki cuma’da…
Binlerce öğretmen, binlerce itfaiyeci, binlerce üniversite öğrencisi geldi geçti o rahle-i tedrisattan.
Binlercesi daha geçecek.
Allah sağlıklı, huzurlu uzun ömürler versin Osman Hocam.
Bu ülkenin Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK’e ihtiyacı var.
Bu ülke eğitiminin, genç kuşakların, ihtiyacı var size, Hocam.
26 Kasım 2009 Erol Battal