GENEL
Memurlar grev yapabilir mi?
KESK tarafından 4-5 Haziran 2013 tarihlerinde yapılan işe gelmeme eylemi bir kez daha memurlarla amirleri karşı karşıya getirdi ve bundan sonra da getirmeye devam edecek gibi. Yaşanan bu süreçler memurların grev kararını fiili durum haline getirmiştir.
Memurlar için grevsiz toplu sözleşmenin anlamsız olacağını ve grevin eninde sonunda geleceğini konuyla ilgili olanlar bilirler. Daha önce Milli Eğitim Bakanı'nın grev yapan öğretmenler hakkında soruşturma açılmayacak yönündeki açıklaması grev hakkının fiilen tanındığını resmileştirmişti. KESK'in eylemiyle bu durum iyice raydan çıkmış ve anayasal ve yasal düzenleme kaçınılmaz hale gelmiştir.
Bu çerçevede memurların sendikalarca zaman zaman greve katılmaya çağrıldığı ve bu karara uyan memurlar hakkında da çeşitli disiplin cezaları verildiği bilinen bir gerçektir. Danıştay kararları uyarınca, sendikaların eylem çağrısına katılarak işe gelmeyen memurlara verilen disiplin cezaları yargıdan dönmektedir. Danıştay'ın değişik zamanlarda vermiş olduğu bu yöndeki kararları daha önce de tanımladığımız üzere bir anlamda fiilen greve izin veren bir karar halini almıştır.
Öyle ki Danıştay'ın vermiş olduğu bu kararların etkileri bugünlerde çok net bir şekilde görülmeye başlamıştır. Karayolu, sağlık, maliye gibi birçok alandaki grevler nedeniyle memurların işi yavaşlatması veya işin durdurulması nedeniyle büyük mağduriyetler ortaya çıkmakta ve nihayetinde fatura vatandaşa yüklenmektedir.
Öyle tahmin ediyoruz ki KESK tarafından 4-5 Haziran 2013 tarihlerinde gerçekleştirilen bu eylemin etkileri çok daha fazla olacaktır ve ciddi bir tartışma çıkaracaktır. Zira Gezi Parkı eylemi neticesinde gerçekleştirilen bu grev kararı farklı bir boyuta taşınmış ve başkaldırı görüntüsü oluşturmuştur. Yani ideolojik boyutu daha ağır basmıştır.
Konunun yasal boyutu
Danıştay'ın verdiği kararlarla fiili durum haline getirdiği ancak mevcut mevzuatın kanunsuz gördüğü grevle ilgili olarak bir kaç hususu belirtmek istiyoruz.
1982 Anayasası'nda yapılan değişiklikle memurlar ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme yapma hakkı getirilmiştir. Bu çerçevede 4688 sayılı Kanun'da da gerekli değişiklikler yapılarak tolu sözleşmenin esas ve usulleri belirlenmiştir.
Bu çerçevede Anayasa'nın 53'üncü maddesinde sadece memurlar için toplu sözleşme hakkı düzenlenmiş grev hakkı ise 54'üncü maddede sadece işçiler için düzenlenmiştir. Buna göre, memurlar tarafından tertip edilen grev düzenlemesi fiilen var ama lokavt yoktur. Bu iki kavram ise bir birinin tamamlayıcısıdır. Bu çerçevede anayasal düzenleme kaçınılmaz hale gelmiştir.
Diğer yandan, 657 sayılı Kanun'un 125/E-a maddesinde; ideolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükun ve çalışma düzenini bozmak, boykot, işgal, kamu hizmetlerinin yürütülmesini engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak veya bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek veya yardımda bulunmanın memuriyetten çıkarma cezası ile cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır.
657 sayılı Kanun'da yer alan bu kadar açık hüküm karşısında memurları ideolojik amaçlarla grev yapmaya davet etmek tehlikeli bir girişimdir ve gelecekleriyle oynamaktır. Bu tür davranışların da alışkanlık haline getirilerek nasıl olsa bu kadar büyük bir kitleye ceza verilemez denilmesi geri tepebilecek bir yaklaşımdır.
Ayrıca, Danıştay'ın vermiş olduğu karar bağlayıcı olmayıp, değişme riski olan bir karardır. Kaldı ki verilen kararlarda oybirliği bulunmamaktadır. Diğer bir husus da yapılan yeni atamalarla Danıştay'da çok büyük bir değişiklik olmuş ve bunun kararlara yansıyabileceği hususu gözden kaçırılmayarak memurların maceraya atılması doğru değildir.
Fiili hale gelen memur grevinin grev hakkı bulunan işçilerin durumuyla kıyası
Halihazırdaki işçi sendikalarına ilişkin uygulamada, her sektörde grev kararı alınamamaktadır. Örneğin 2822 sayılı Kanun'un 29'uncu maddesine göre ulaştırma hizmetlerinde, 30'uncu maddesine göre ise hastane ve eğitim-öğretim kurumlarında grev kararı alınamamaktadır. Yani, grev hakkı verilen işçiler için grevin nasıl ve hangi şartlarda yapılacağı kanunla açıkça düzenlenmiş ve her sektörde grev yapılamayacağı hükme bağlanmıştır.
Memurların grev ve lokavt uygulamalarının nasıl olacağı anayasal ve yasal açıdan belirtilmemiş olduğundan ve grevin memuriyetten çıkarma gibi ağır bir yaptırımı gerektirdiğinden greve giden memurlar hem kurumlarıyla hem de güvenlik güçleriyle sorunlar yaşamış ve bundan sonra da yaşayacaktır. Bu sorunların asgariye indirilebilmesi amacıyla, sorunun tüm boyutlarını ele alan yeni bir memur sendika yasası ile kamu personel reformunun çıkarılması gerekmektedir. Fiili hale gelen memur grevinin yasal boyuta kavuşturulmaması halinde başka kanunsuzluklara zemin hazırlayacağında kuşku yoktur. Hukuk devletinde her bastıranın fiili durum oluşturması kabul edilebilir bir durum değildir ve olmamalıdır da.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ne diyor?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 21.04.2009 tarihli ve 68959/01 başvuru sayılı kararında bu konularla ilgili şu ifadelere yer verilmiştir: Mahkeme, grev hakkının kati olmadığını ve belirli durumlarda kısıtlamaların söz konusu olabileceğini belirtti. Bununla birlikte, belirli memur sınıflarının grev hakları yasaklanırken, bu yasakların bütün devlet memurlarına ya da sanayi ve ticaret alanlarında çalışan devlet çalışanlarına kadar genişletilemeyeceği bildirildi. Söz konusu durumda ise, yayınlanan genelgenin topluca bir yasağa işaret ettiği söylendi.
Buna ilaveten, 18 Nisan 1996'da düzenlenen eyleme dair yasak olarak nitelendirilebilecek bir kanıt yoktu. Eylemde yer alan sendika üyeleri, sadece, barışçıl toplanma haklarını kullanmışlardı. Mahkemeye göre, genelgeye dayanılarak verilen disiplin cezaları, sendika üyelerinin ve diğerlerinin, üyelerinin çıkarlarını korumak üzere düzenlenen grev veya eylem haklarından caydırma amacı taşımaktadır. Ayrıca, Türk hükümeti, demokratik bir toplumda niçin böyle bir kısıtlamaya gidildiğini açıklamakta başarısız olmuştur.
Mahkeme, genelgenin kabulü ve uygulanmasını gerektirecek sosyal bir ihtiyaç bulunmadığını ve sendikal haklara orantısız bir saldırının söz konusu olduğunu bildirdi. Bu yüzden de
Madde 11'in ihlal edildiğine karar verdi.
Ancak, bu kararın Anayasa değişikliğinden önce olmasını da göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Sonuç olarak memurların 657 sayılı Kanun'un açıkça yasakladığı faaliyetlere teşvik edilmesinin doğru bir yaklaşım olmadığını ve geri tepmesi halinde geleceklerini karartabileceğini düşünüyoruz. Kaldı ki mahkemeye başvurunun 2000 yılında olduğu ve 2008 yılında karara bağlandığı
hususu da dikkate alındığında durum daha iyi anlaşılacaktır.
Ahmet Ünlü / Yeni Şafak