GENEL
Görevlerine Dönseler de Mağduriyetleri Devam Ediyor
GAZETEKAMU / ÖZEL HABER
28
Şubat sürecinde haksız bir şekilde görevden alınan kamu çalışanlarının göreve
döndürüldüklerine ilişkin haberlere rağmen mağduriyeti devam edenlerin olduğu
öğrenildi.
Bakanlığın
tasarrufu ile mağduriyetleri devam eden Sınıf öğretmeni Ahmet Urat’ın adli
sicil kaydı olmadığı ve adli ceza almadığı halde Bakanlık tarafından görevden
uzaklaştırıldı.
Bakanlığın
işlemini dava eden Urat, işlemin iptali için açtığı davayı kazandı ancak
Danıştay 12. dairesi iptal kararını bozdu. Çareyi Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine Başvuruda bulan Urat’ın yıllardır devam eden çilesi, bitecek gibi
görünmüyor.
24
yıllık öğretmen iken görevine son verilen Urat, son günlerde yapılan “28 Şubat
Mağduriyetine son veriliyor” haberlerinin kendisini de umutlandırdığını ancak
konuyla ilgili somut bir gelişme yaşanmadığını söylüyor.
İşte 28 Şubat Mağduru Ahmet Urat’ın MEB’e verdiği mağduriyet hikâyesini içeren başvuru dilekçesi:
TC
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI
İNSAN KAYNAKLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜNE
ANKARA
ŞİKAYET EDİLEN İDARE : Milli Eğitim Bakanlığı
KONU: MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI İLE UZLAŞMA TALEBİ
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ BAŞVURU
TARİHİM : 18.01.2011
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ BAŞVURU NUMARAM : 13952/11
Aşağıda ayrıntılarını anlattığım olay
ile ilgili olarak 04.04.2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na başvurdum. Komisyondan tarafıma
verilen ve ilişikte sunduğum yazılı cevabi yazının uzlaşma önerisi ve
tavsiyesi üzerine
kurumunuza uzlaşma önerisinde bulunuyorum. Şöyle ki:
Mardin İli, Mazıdağı İlçesi Gazi
İlköğretim Okulunda sınıf öğretmeni olarak görev yapmakta iken, 28 şubat
mağdurlarından biri olarak hakkımda dincilik ve yasadışı Hizbullah Örgütü üyesi olmak suçundan Diyarbakır
1 Nolu DGM’de dava açıldığından hareketle, MEB Yüksek Disiplin Kurulu’nca
18.04.2001 Tarih ve 2001/167 sayılı 657 Sayılı D.M.K.’nun 125 E-a Maddesi
gerekçe gösterilerek hakkımda “devlet memurluğundan çıkarılma” cezası verilmiş
olup , adı geçen işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması amacıyla,
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde dava açtım. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi
10.01.2002 gün ve E:2001/904 sayılı kararla yürütme durdurmanın reddine karar
vermiştir. Yaptığım itiraz üzerine Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi idari
işlemi hukuka aykırı görerek 04.03.2002 gün ve 2002/23 sayılı kararla yürütmeyi
durdurdu. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi idari işlemi hukuka aykırı bularak 08.09.2006
gün ve Esas No 2001/906 , Karar No 2006/1239 sayılı kararla iptal etti.
Danıştay 12. Dairesi davalı idarenin temyiz istemine uyarak Diyarbakır İdare Mahkemesinin kararını bozmuş ve
yeniden bir karar vermek üzere dosyayı Diyarbakır İdare Mahkemesine iade etmiştir. Diyarbakır İdare Mahkemesi görevsizlik gerekçesi
ile dosyayı Mardin İdare Mahkemesine göndermiştir. Mardin İdare Mahkemesi Danıştay’a
uyarak 24.11.2009 gün ve Karar 2009/1588, Esas 2009/850 sayılı kararla davayı
reddetmiştir. Yaptığımız itiraz üzerine Danıştay üst kurulunca aleyhime verilen
17.09.2010 gün ve Esas No 2010/1687, Karar No 2010/4237 sayılı kararla
Türkiye’deki iç hukuk yolları bitmiştir.
Adı geçen mahkeme kararları
incelendiğinde hukuka ve AİHS hükümlerine aykırı olduğu açıkça görülecektir.
Şöyle ki;
A-Dava konusu işlemde eksik şekli
unsurlar vardır. Şöyle ki;
Hakkımda, Hizbullah Örgütü mensubu olmak iddiasıyla açılan ceza
davası esas alınarak soruşturma başlatılmıştır. Soruşturmaya esas olan ceza
davasının konusunu teşkil eden ve işlendiği iddia edilen fiillerin 1994 yıllı
ile ilişkilendirilmesi nedeniyle soruşturma zamanaşımına uğradığı kabul
edilmesi gerekmesine karşın kanun hükmünün hilafına olacak şekilde idari yönden
soruşturma açılması 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 127 nci maddesine
aykırılık teşkil etmektedir. Buna karşın açılan disiplin soruşturması sonucunda
düzenlenen soruşturma raporuyla getirilen teklif doğrultusunda İlköğretim Genel
Müdürlüğünün 16.08.2000 tarih ve 9732 sayılı teklif yazısı üzerine, MEB ‘dan
Yüksek Disiplin Kuruluna 17.08.2000 tarih ve 1375 sayılı yazıyla tevdi edilmiş
bulunan soruşturma dosyası, Yüksek Disiplin Kurulunca 18.04.2001 tarihinde
karara bağlanmıştır.
657 sayılı kanunun 127. maddesine göre
“memurluktan çıkarma cezasında 6 ay içinde ve disiplin cezasını gerektiren fiil
ve hallerin işlendiği tarihten itibaren nihayet 2 yıl içinde disiplin cezası
verilmediği takdirde ceza verme yetkisi zaman aşımına uğrar.’’ demektedir.
Oysaki olayda suç tarihi 1994 tür. Yani 7 yıla yakın zaman geçtikten sonra
disiplin soruşturmasının yapılması ve disiplin
cezasının verilmesiyle yasalar ihlal edilmiştir. İptal davasına konu ettiğim
Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu Kararı içeriğinde disiplin
cezasına konu edilen fiil ve eylemlerin hangi tarihte işlendiğinin
belirtilmemesi işlem içeriği anlamında bir eksiklik oluşturduğu gibi 657 sayılı
Kanunun 127 nci maddesinde belirtilen soruşturma ve ceza verme yetkisi
zamanaşımının belirlenmesine ilişkin süreci saptırma amacı taşımaktadır. Bu
çerçevede, idare mahkemesi tarafından karar verilirken bu hususun gözetilmeden
karara varılması eksik incelemeye dayalı hukuka aykırı karar verilmesi anlamına
gelir ki, bu sebep dahi tek başına anılan mahkeme kararlarının hukuka uygun
olmadığının açık göstergesi niteliğindedir.
B-
Mahkeme kararlarında esas yönünden hukuka aykırılıklar:
1- Verilen mahkeme kararında,
tutuklanıp açığa alındığımdan dolayı ideolojik amaçlarla kurumun huzur, sükun
ve çalışma düzeninin bozulduğu unsurlarının doğruluk kazandığı belirtilmiştir.
Gerek iptali talep edilen disiplin cezası kararında gerekse anılan işlemin
hukuka aykırı olmadığı yönünde karara varılan mahkeme kararında işlendiği iddia
edilen Hizbullah örgütü mensubu olmak fiilinin sübuta erdiği varsayımıyla 657
sayılı DMK ’ nın 125/E-a maddesinde belirtilen ideolojik ve siyasi amaçlarla
kurumun huzur, sükun ve çalışma düzeninin bozulduğu fiilinin işlendiği
hususunun sabit olduğu kanaatine varılmıştır. Oysaki bir hukuk devletinde genel
kanaatlere, varsayımlara, tahminlere, vehimlere kesinlikle yer yoktur. Sadece
maddi delillerle ispatlanan maddi gerçeklere yer vardır.
Terör örgütü mensubu olmak fiilinin
gerçekleştiğine ilişkin bir mahkeme kararı mevcut bulunmadığı gibi aksine
anılan davada 4616 sayılı Kanun gereğince hüküm tesisi yoluna gidilmediğinden
bu fiilin gerçekleştiğinin bir vakıa olarak kabulü mümkün bulunmayıp, ancak
iddia kabilinden değerlendirilmesi söz konusu olabilir. Ki bu iddiayı
somutlaştırma ya da bu iddia konusunda kanaat oluşturma yetki ve görevi idare
mahkemesinin ve idarenin görev alanının dışındadır. Diğer bir ifadeyle,
iddiadan öteye gitmeyen ve 4616 sayılı Kanun gereğince adli organlarca karara
bağlanması hukuken mümkün bulunmayan bir konuda idari yargı organlarınca ve
idarece karara varılması yargı açısından görev gaspı, idare açısından ise
kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırılık anlamı taşımaktadır. Kaldı ki, disiplin
cezasının hukuki dayanağını teşkil eden 657 sayılı Kanunun 125/E-a maddesinde
belirtilen siyasi ve ideolojik amaçlarla kurumların huzur ve sükununu bozmak
fiilinin tarafımdan gerçekleştirildiğine dair somut olay, bilgi ve beyan
bulunmaksızın hakkımda açılmış olan ve 4616 sayılı Kanun gereği kesin hükme bağlanmayan
bir ceza davasının içeriğinde yer verilen iddia/yargılama konusu esas alınarak
bu fiilin gerçekleştiğinin kabul edilerek disiplin cezası ile tecziye edilmem,
hakkında ceza davası açılmış olan her kamu personelinin ceza davasının lehine
veya aleyhine sonuçlanıp sonuçlanmadığına bakılmaksızın mutlak surette disiplin
cezasıyla muhatap kılınması anlamına gelir ki, gerek evrensel hukukun gerekse
Türk Anayasasının ve gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin olmazsa olmaz
ilkelerinden olan masumiyet karinesi karşısında bu durumu hukuk ilkeleriyle
açıklama olanağı bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, disiplin soruşturması
kapsamında ifadesine başvurulan ve hakkımdaki
iddialarla ilgili olarak beyanda bulunan ve aynı kurumda çalıştığım kamu görevlilerinin hiç birinin
benden olumsuz olarak
bahsetmemesi ve kurumun huzur, sükun ve çalışma düzeninin bozulduğuna ilişkin
bir fiilinin bulunduğu yönünde beyanda bulunmamasına karşın soruşturma
raporunda ve disiplin cezası kararında siyasi ve ideolojik amaçlarla kurumun
huzur ve sükununu bozduğu kanaat ve kararına varılarak işlem tesis edilmesi
hukuki mesnetten yoksun olduğu gibi, bu şekildeki disiplin cezasının hukuka
uygun olduğu yönünde karara varılan mahkeme kararı da aynı şekilde hukuki
mesnetten yoksun olarak nitelenmek gerekir.
2- 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu,
devlet Memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiillerin neler olduğu tek tek
sayıldığı ve bunlar arasında terör örgütü ya da yasadışı herhangi bir örgüte
üye olmak şeklinde bir fiile yer verilmediği gibi halen yürürlükte bulunan
mevzuat çerçevesinde idarenin ya da idari yargı organlarının bu yönde bir
tespitte bulunmasına ilişkin yetki ve görev hükmüne yer verilmediği halde gerek
idarece gerekse idari yargı organınca bu şekilde bir yetki kullanılarak terör
örgütü mensubu olduğu iddiasıyla disiplin cezasına hükmedilmesi ve bu disiplin
cezasının hukuka uygun olduğuna karar verilmesi anılan mahkeme kararının apaçık
hukuka uymadığına dair yeter bir sebeptir. 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununun 125/E maddesinin “c” alt bendinde, siyasi partiye girmenin
memuriyetten çıkarma cezasını gerektiren bir fiil olduğu hükme bağlanmıştır.
Kanun koyucunun böyle davranmasının sebebi, bir kimsenin yasadışı bir örgüte
üye olup olmadığının idari disiplin soruşturmasıyla anlaşılmasının mümkün
olmadığı, ama siyasi partiye üyelik kayıtlarının devletin sürekli gözetim ve
denetim altında bulunması esasına dayanmasından kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla bir kimsenin terör örgütü veya yasadışı herhangi bir
örgüte üye olup olmadığını tayin ve takdir etme yetkisi, ceza yargılaması
sonucunda Özel Yetkili Kılınmış Ağır Ceza Mahkemelerinin olup, idari
birimlerinin, kişiler hakkında yargı kararı olmaksızın, böyle bir takdirde
bulunması ve bana isnat edilen fiilin sübut bulduğunun ve süreklilik
gösterdiğinin anlaşıldığı şeklinde bir söylem tarzında bulunması, Anayasanın 6.
maddesinde üçüncü fıkrasının son kısmında yer alan “...hiç kimse veya organ
kaynağını Anayasa’ dan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz ’’ şeklindeki
hükmüne açık ve net bir aykırılık teşkil eder.
3- Kaldı ki 22.01.2000 tarihinde Hizbullah örgütüne mensup olmak, örgüt adına
faaliyette bulunmak, yardım ve yataklık yapmak suçlaması ile Mardin Cumhuriyet
Başsavcılığınca gözlem altına alındığım beş gün boyunca şiddetli işkencelere
tabi tutuldum. İlgili sorgulandıktan
sonra ciddi ve tutuklamayı gerektirir bir delil bulunmadığından savcılıkça
mahkemeye bile sevk edilmeden serbest bırakılmıştır. Müvekkil hakkında
Diyarbakır 1 Nolu DGM’ (Yeni adıyla 4. Ağır Ceza Mahkemesi)de açılan E.2000/75
sayılı dava dosyasında yapılan yargılama sonucunda 13.09.2004 gün ve E:2000/75
, K:2004/267 sayılı kararı ile müvekkil hakkında açılan davanın 4616 sayılı
yasa gereğince kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar
verilmiştir. 2
adet İŞKENCE raporum mevcuttur. Bu işkencelere rağmen
soruşturmanın hiçbir aşamasında suçlamaların hiç birini kabul etmedim. Bu
işkenceci polisler hakkında şikayetçi oldum. Bu polisler Mardin Ağır Ceza
Mahkemesinde yargılandılar. Sorgulandıktan
sonra tutuklanmayı gerektirecek ciddi bir delil bulunmadığından savcılıkça
mahkemeye bile sevk edilmeden serbest bırakıldım.
.Hakkımdaki ceza yargılamasında Diyarbakır .5. Ağır Ceza Mahkemesinin 07.12.2007
günlü E. 1993/391, K. 2007/451 sayılı kararı ile765 sayılı TCK , nin 169.
maddesinin kapsamında kalan silahlı çeteye yardım ve yataklık etme eyleminden 5
yıllık zaman aşımı süresine tabi olduğu, bu nedenle açılan davanın ORTADAN
KALDIRILMASINA karar verilmiştir. Dolayısıyla hakkımda açılan kamu davası ORTADAN KALDIRILARAK
kesinleşmiş bulunuyor. Bundan böyle idari yargılamanın ret kararını vermesi
usul ve yasaya aykırıdır.
Anayasanın 38 / 4 fıkrasında “
suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. Hükmü yer
almaktadır. Halbuki olayımızda, örgüt
üyeliğinin sabit olduğuna dair Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilmiş bir yargı
kararı mevcut değildir. Bu durumda asıl olan suçsuz
olmamdır.
Yasadışı örgüt üyesi olduğuma dair
Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilmiş ve kesinleşmiş bir yargı kararı yok iken,
idari bir birim olan davalının yetkilerini aşarak ve kendini yargı organlarının
yerine koyarak, sırf hakkımda yasadışı örgüt üyeliğinden dolayı soruşturma
açıldığından hareketle, bana 657 sayılı DMK ‘nun 125 / E-a gereğince
memuriyetten çıkarılma cezasının verilmesi kararının doğruluğunun kabulü
mahkemenin takdir yetkisini keyfi olarak kullandığını göstermektedir.
4- 657 sayılı kanunun 125 / E-3.
fıkrasında “Geçmiş hizmetleri sırasındaki çalışmaları olumlu olan, iyi veya çok
iyi derecede sicil alan memurlar için verilecek cezalarda, bir derece hafif
olanı uygulanabilir” denmektedir. Olayımızda ise, memuriyet hayatı boyunca
sürekli olumlu sicil almış ve teftiş notlarından sürekli doksanın üzerinde
olarak yüksek not almış, TAKDİR ve TEŞEKKÜR belgelerimin olduğu 24 yıl ve 10
aylık öğretmenlik mesleği hayatımda hiçbir disiplin cezası almadığımdan,
suçluluğumun sabit olmadığı bir durumda, 657 sayılı kanunun 125 / E-3.
fıkrasının uygulanmayarak, memuriyetten çıkarılma cezasının uygulanmış olması,
davalı idarenin, takdir yetkisinin keyfi olarak kullandığının başka bir
göstergesidir.
5-Verilen karar gerekçeli olmayıp,
davamın hangi sebeple reddedildiği hususu belli değildir. Anayasanın 141.
maddesinin 3. paragrafı “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.” hükmü yer almaktadır. Oysaki mahkeme kararlarında, ileri
sürdüğüm hukuka aykırılıklar üzerinde hiç durulmamış, kararda gerekçe
açıklanmamıştır. Yürütmesinin durdurulması ve temyiz incelemesi sonucunda
bozulması talep edilen yerel mahkeme kararında; “… adli yargıda devam eden
yargılama sonucunda verilen bu tür kararların, idari bir işlem olan disiplin
cezası yönünden idareyi bağlamayacağı yargısal içtihatlarla kabul gördüğünden
bakılmakta olan dava dosyasının ayrıca incelenmesi gerektiği
değerlendirilmektedir.” ifadesine yer vererek iptal davasının esasına yönelik
cevaplanması gereken hususu bu şekilde belirlemiştir ki, bu belirleme gerek
Danıştay içtihatlarına gerekse evrensel hukuk ilkelerine aykırılık
oluşturmaktadır.
Her ne kadar 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu kapsamında adli kovuşturma ile disiplin kovuşturmasının
birbirinden bağımsız olduğu hüküm altına alınmışsa da bu bağımsızlık mutlak
mahiyette bir bağımsızlık olmayıp adli kovuşturmada verilen kararların mutlak
anlamda idareyi/idari yargıyı bağlayıcı niteliğinin bulunduğu kararlarının
bulunduğu tartışmasızdır. Diğer bir ifadeyle, hakkımda terör örgütü mensubu
olmak yönünde bir hükme varılmasının 4616 sayılı Kanun gereğince ertelenmesi
karşısında yargı organı tarafından kullanılamayan bu yetkinin idare tarafından
da kullanılamayacağı, idarenin de bu yönde hüküm tesis etmek konusunda yargı
organı gibi hareketsizlik alanında bulunması gerektiği kaçınılmazdır. Bu
noktada idare mahkemesi tarafından cevaplanması ve davanın esasına yönelik
olarak çözümlenmesi gereken husus, görev yaptığım hizmet alanında 657 sayılı
Kanunun 125/E-a maddesinde sıralanan fiilleri işleyip işlemediği hususu olup,
bu konuda soruşturma raporunda gerek görev yaptığım kurum mensupları gerekse
diğer kamu görevlileri tarafından her hangi bir olumsuz beyanda bulunulmadığı
soruşturma raporunda açık olarak görünürken soruşturma raporunda yer verilen bu
bilgilerin hilafına olarak tesis edilmiş disiplin cezası işleminin hukuka
aykırı olmadığına karar verilmesi mahkeme kararının hukuka aykırılığını ortaya
koymaktadır.
Yerel mahkeme kararının sonuç
bölümünde kararın esasına dayanak olarak kullanılan; “Dava dosyası ve
soruşturma raporunun incelenmesinden terör örgütünün İstanbul Beykoz’da bulunan
belgeler arasında davacıya ait özgeçmiş raporunun bulunması, Mardin Emniyet
Müdürlüğü’ne verdiği ifadeleri ve Mardin DGM ‘si Cumhuriyet Başsavcılığının
iddianamesinden bu kişinin terör örgütü üyesi olduğu…şeklindeki ifadelerinin
kararın gerekçesini teşkil etme niteliği bulunmamaktadır. Zira mahkeme
tarafından cevaplanması gereken husus iptali talep edilen disiplin cezası
işleminin sübuta erdiğine yönelik olarak idare tarafından kullanılan ifadelerin
mahkeme tarafından aynen karara alınması gerekçe niteliği taşımaz.
Zira tarafımdan hiç kimseye özgeçmiş
raporu verilmemiştir. Söz konusu özgeçmiş raporunun bana ait olmadığını
mantıklı ve somut delillerle kanıtlamış bulunmaktayım. Yine işkencelere rağmen
Mardin Emniyet Müdürlüğü’nde aleyhime
verdiğim ifadeler, yoktur. Ve
yine yerel mahkemenin gerekçe olarak sıraladığı ‘…..Mardin DGM’si Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın iddianamesi….’iddiası hukuki bir gerekçe olamaz.Zira adı
üzerinde, savcının iddiası.
Mahkeme tarafından bu noktaların hangi
bilgi ve belgelerle belirlendiği, “bu
iddiaları doğrulayan somut vakıa, tanık beyanlarıyla ortaya konulup
konulmadığı” , davalı idarenin 10 Eylül 2001 tarih ve 29862 sayılı 1.
savunmasında davacı hakkında yasa dışı Hizbullah örgütü üyesi olduğu ve bu
örgüt adına faaliyetlerde bulunduğu, ideolojik ve siyasi amaçlarla kurumun
huzur, sükun ve çalışma düzenini bozduğu… şeklindeki suçlamalar hayal ürünü
ve salt iddialar oldukları
hususlarında sorgulama yapılması gerekirken bu sorgulamalar yapılmadan bu
iddiaların bütününü somut bilgi ve belge olmaksızın doğru kabul edilmek
suretiyle karara varılması eksik incelemeye dayalı karar verilmesi anlamına
gelir ki bu durum İYUK’nun da açık bir bozma sebebi olarak gösterilmiştir.
Bu nedenle, iptali talep edilen
disiplin cezası işleminin dayanağını teşkil eden disiplin soruşturması
sonucunda düzenlenen soruşturma raporundaki beyanları gerçekleşmiş bir vakıa
olarak değerlendirmek suretiyle karar veren yerel mahkemenin, Bölge İdare
Mahkemesinin yürütmenin durdurulmasının reddine itirazımızın kabulüne ilişkin
kararda belirtilen hususları da göz ardı ederek vermiş olduğu kararın disiplin
soruşturmasının mutlak doğru olduğu kanaatine dayanan kararının yargılamaya ilişkin
usul ve esaslarla bağdaşmadığı açıktır.
Bu noktada, iptali talep edilen
disiplin cezasının siyasi ve ideolojik amaçlarla kurumların huzur ve sükûnunu
bozmak ve benzeri fiilleri gerçekleştirmek fiiline dayandırıldığı göz önüne
alındığında, tartışılması gereken hususun kamu hizmeti gördüğüm sırada bu yönde
fiillerde bulunup bulunmadığımın saptanması olduğu açıktır. Bu çerçevede, bu
yönde bir saptama yapılmayan ve aksine soruşturma kapsamında ifadesine
başvurulanlar tarafından uyumlu ve özverili çalışma kimliğiyle tanımlandığım
halde hakkımda tesis edilen disiplin cezasını hukuka uygun bulan mahkeme
kararının hukuka uyarlığından söz etmek olanağı bulunmamaktadır.
6-Verilen mahkeme kararıyla davalı
idarenin ileri sürdüğü gerçek dışı iddiaların dikkate alındığı görülmektedir.
Oysa ki, Yüksek Disiplin Kurulu Kararının isnat olunan fiil kısmında “Yasadışı
Hizbullah Terör örgütü üyesi olmak ve bu örgüt adına faaliyette bulundukları,
ideolojik ve siyasi amaçlarla çalıştıkları kurumların huzur, sükun ve çalışma
düzenini bozdukları” şeklinde suçlamalar yer almaktadır.
Bu suçlamaların tamamı ispatı mümkün olmayan, hukuki dayanaktan
yoksun iddialar şeklindedir. Zira davalı idarenin suçu işlediğime dair hiçbir
delilin dava dosyasına sunulmadığı görülmektedir. Yine, idari soruşturmayı
yapan ilköğretim müfettişlerinin tanzim ettiği raporlar kesin - bağlayıcı – tartışılmaz kabul
edilecekse yargı sürecinin bu konudaki işlevini anlamak mümkün değildir.
7–Tarafıma isnat edilen disiplin fiilinin
sabit olup olmadığı ve söz konusu fiilin 657 sayılı kanununun dava konusu
işleme dayanak alınan 125. maddesinin E bendi hükmü çerçevesine girip girmediği
konusu tartışılmadan karar verilmiştir. Şöyle ki;
Disiplin Hukuku: bir kurum veya
kuruluşun faaliyetlerini sürdürürken, kurum çalışanlarının uymaları gereken
genel ve soyut nitelikli kurallar ile kurumun düzenini sağlayan bu kuralların
ihlal edilmesi durumunda, ihlal eden eylemleri yapan kimselerin karşılaşacağı
yaptırımları düzenleyen bir hukuk dalıdır.
Bu tanımdan açıkça görüleceği üzere disiplin suçu sayılan
fiillerin taşıması gereken nitelikler :
a) Kurumda çalışan kimseler tarafından eylemin kurum içinde
gerçekleştirilmesi,
b ) Eylemin, kurumun müesses düzenini ihlal etmesi
c ) Disiplin suçu sayılan eylem ile bu eylemin karşılaşacağı
yaptırımın mevzuatta (Kanun, tüzük, yönetmelik) düzenlenmiş olması olarak
ortaya çıkmaktadır.
Ancak memurların suç niteliğindeki bir kısım eylemleri hem ceza
hukuku hem de disiplin hukuku bakımından suç sayılırlar. Bu sebeple memurların
suç sayılan eylemlerini ceza hukuku ve disiplin hukuku karşısındaki durumları
itibarı ile de değerlendirmek gerekir.
Bana isnat edilen suç niteliğindeki
eylem ise idari kanunlarda suç olarak tanımlanmayan, ceza kanununda suç olarak
tanımlanmış eylemlerdir. Bunların hukuksal neticeleri itibarı ile devlet
memurları hakkında disiplin işlemi tesisi söz konusu olamaz. Bu tip eylemler
nedeni ile yargılanan ve hüküm giyen memurlar aleyhlerine verilen hüküm nedeni
ile 657 sayılı DMK’ da memuriyete alınmada aranan şartlardan olan 48. maddenin
A-5 bendi hükmünde öngörülen şartlardan birini kaybederse, bu durumda ilgili
memurlar hakkında aynı kanunun 98. maddesinin b bendi hükmü uyarınca işlem
tesis edilmesi gerekir.
Tarafıma isnat edilen “Hizbullah Terör
örgütüne üye olmak” fiili disiplin suçu niteliğinde bir eylem olmayıp genel
ceza hukuku çerçevesinde bir suçtur. Bu suçun işlenip işlenmediğinin tayin ve
takdir yetkisi idare organlarının olmayıp TCK’nın 168. maddesi çerçevesinde
yapılacak yargılama sonrasında Ağır Ceza Mahkemelerinindir.
Hizbullah Terör Örgütü üyesi olduğum
gerekçesi ile, Devlet Güvenlik Mahkemesinde hakkımda açılan dava ile üzerime
atılı suçu, işleyip işlemediğim yargı kararı ile henüz tebeyyün etmediği bir
anda memuriyetten çıkarma
cezası uygulaması usul ve yasaya aykırıdır.
8- Türk Yargı kararları da davamın reddinin hukuka aykırı
olduğunu kanıtlamaktadır. Şöyle ki;
“DANIŞTAY Onikinci Daire Esas NO 2003/01474 Karar No :
2003/03079 Polis memuru olan davacının yargılandığı hırsızlık suçuna ilişkin
davanın, 4616 sayılı Kanun kapsamında kalması sebebiyle davanın kesin hükme
bağlanmasın ertelenmesi, bu suretle hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararının
bulunmaması ve suç kaydının adli sicilden silinmiş olması sebebiyle görevine
son verilemeyeceği..... “ şeklindedir.
9- Evli ve 7 çocuklu bir aile
babasıyım. Bu verilen haksız kararla benim ve ailemin ekonomik özgürlüğü
kısıtlanmış olmaktadır.
10 - Yukarıda açıklanan nedenlerle, Gerek İdare Mahkemesi ve gerekse T.C. Danıştay 12. Dairesine sunduğumuz savunma ve beyanlarımıza rağmen, adil bir yargılama yapılmadığından isteklerimize olumsuz yanıt verilerek haklı olan davamız Türk Mahkemelerince haksızca reddedilmiş; haklarımın kaybına ve mağduriyetimin devamına sebep olunmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.maddesi uyarınca, T.C. Diyarbakır İdare Mahkemesi ve T.C. Danıştay 12. Dairesince taraf olduğumuz uyuşmazlık ile ilgili yargılamanın adil yapılmadığı ve haklarımın adeta gasp edilerek mağdur edildim. Başvurumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 34.maddesi uyarınca kabul edilmesini dilerim.
Yapılacak inceleme sonucunda maruz
kaldığım işlem ve bu işleme ilişkin yargılama yönünden:
l. Sözleşmenin 5. maddesinde düzenlenen ‘’Özgürlük ve Güvenlik
Hakkı’’ ihlal edilmiştir.
2. Sözleşmenin 6/1-a. maddesindeki “adil yargılanma hakkı” ihlal
edilmiştir.
3. Sözleşmenin 6/1 .maddesinin Bağımsız ve tarafsız yargı yerinde
yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.
4. Gerekçeli Karar İlkesi açısından Sözleşmenin 6/1.maddesi
ihlal edilmiştir.
5.Sözleşmenin 6/l. maddesinin Savunma Hakkının Kullanılmasının
“Adil Muhakeme” (fair hearing) Engellenmesi açısından ihlal edilmiştir.
6.Sözleşmenin 6/2. maddecinin “ Masumiyet ilkesi" yönünden
ihlal edilmiştir.
7. Sözleşmenin 7/1. maddesinde düzenlenen “Cezaların Yasallığı
ilkesi” ihlal edilmiştir.
8. Sözleşmenin l3.maddesinde düzenlenen “Etkili Başvurma Hakkı”
ihlal edilmiştir.
9.Sözleşmesin 14. maddesinde düzenlenen “Ayrımcılık Yasağı”
ihlal edilmiştir.
10. Sözleşme ve Ek Birinci Protokolün I. maddesindeki “ Mülkiyet
Hakkı" ihlal edilmiştir
Mardin İdare Mahkemesinin Esas No 2009/850, Karar No 2009/1588 sayılı kararının temyizine
ilişkin talebim Danıştay 12.Dairesi Üst Kurulunca 17.09.2010 tarih ve Esas No
2010/1687, Karar No 2010/4237 Sayılı kararı ile de Kararın düzeltilmesi
talebimiz reddedilmiştir. Bu karar vekilime ve bana 21.10.2010 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
Bu karar tarafımdan iç hukukta alınan
son karar olup, başvurulmamış başka bir mercii kalmadığından dolayı 18.01.2011
tarihinde mecburi olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne 13952/11
başvuru numarası ile başvurdum. AİHM’deki davam halen devam ediyor.
Memuriyet görevimi tam ve eksiksiz bir
şekilde ve her hangi bir olaya karışmaksızın yürütmeme karşılık ispatlanmamış bir iddiaya
dayalı olarak kamu görevinden çıkarılmam sonucu uğradığım zarar ve ziyanımın
tazminini, kaybetmiş olduğum memurluk statüsünün eski hale iadesinin teminini,
insan haklarının tam ve eksiksiz uygulandığı, adil yargılanma hakkımın güvence
altına alındığı, insanların her nevi ayrımcılığa ve kanunsuz cezalara maruz
bırakılmadığı bir hukuk düzeninin kurulmasına katkıda bulunacağı inancında olup
bu hususlarda engellemelerin kaldırılacağını olumlu düzenlemeler
yapılabileceğini düşünmekteyim..
Ekte sunduğum Diyanet İşleri Başkanlığının 28.02.2013 tarih ve 94013213-903.02 sayılı Abdullah MUĞUÇ ile ilgili yazısı incelenip dikkate alınmalıdır. Çünkü Abdullah MUĞUÇ ile benin durumum tıpatıp aynıdır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, aynı iddialarla ikimiz hakkında açılan davada aynı kararı vermiştir. Yani ikimiz için de Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince ‘Açılan kamu davasının ortadan kaldırılması’ kararı verilmiştir. Ekte sunduğum Diyanet İşleri Başkanlığının yazısından anlaşılacağı gibi ilgili kurum Abdullah MUĞUÇ hakkında olumlu görüş belirttiğine göre MEB Yüksek Disiplin Kurulu Hukuk Müşavirliği’nin de hakkımda olumlu görüş belirtmesi gerekir. Şu anda resen emekli oldum. Ancak gururum kırıldığından bakanlığınıza hakkımda verilen kararın kaldırılması gerekir. Hakkımda verilen karar kaldırılmazsa hukuk müşavirliğini bizzat Sayın Bakan’a şikayet edeceğim. Bu nedenlerle;
SONUÇ VE TALEP: Benim de içinde bulunduğum binlerce mağdur memurun yararlanması amacı ile, hem adli hem de idari yönden yargılanıp adli her hangi bir cezası ve sabıkası bulunmayan ve görevlerine idari birimlerce son verilen bütün memurların da: TBMM ‘ ye sunulan memur disiplin affı tasarısında kapsam dışı bırakılmamak hususunda sizlerden yardım istirham ederiz.