GENEL
Atatürk’ü kurtaran o saat nerede?
İşte Bahadıroğlu'nun "Atatürk'e "Müşir" rütbesi ve "Gazi" unvanı niçin verildi?" başlıklı yazısı;
"Gazi" olmak, savaşta yaralanmak anlamına geliyorsa, Atatürk hiçbir savaşta hiçbir yerinden yaralanmadı…
Gerçi Çanakkale savaşları sırasında göğsüne gelen bir kurşunun saatini parçaladığını kendisi anlatıyor, ama bu olayın belgesine rastlanmamıştır. Bu durumda herkes kendince yorumlamakta özgürdür. Tarihçi de"yok" farz etmekte mazurdur!
Kendisi, son derece dramatik bir biçimde bu olayı şöyle anlatıyor:
"10 ağustos 1915. Conkbayırı'nı almak ve bütün boğaza hâkim olmak için ingilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzereydi. 8. Tümen komutanı ve diğer subaylarını çağırdım. 'Mutlaka düşmanı mağlup edeceğinize inanıyorum, ancak siz acele etmeyin, evvela ben ileri gideyim, size ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız.'
"Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücum baskın tarzında olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20-30 m. yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı'nda çıt çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstünde kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 04.30'da kıyametler kopmuştu. İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. 'Allah allah' sesleri bütün cephelerde, karanlıkta gökleri yırtıyordu…
"Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hâkim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi gülleleri büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet beyden başka kimse görmemişti. Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması bütün cepelerde panik yaratabilirdi.
"Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu şarapnel vücudumda, kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı. Aynı gün gece, yani 10 ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi ordu komutanı Liman von Sanders Paşa'ya hatıra olarak verdim. Çok şaşırmış, heyecanlanmıştı. Kendileri de altın cep saatini bana hediye ettiler. Bu hücumlarda ingilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve Çanakkale'nin geçilemeyeceğini iyice anlamış oldular."
Son cümle şöyle okunmaya da pekalâ müsait bir cümledir: "Sayemde düşman Çanakkale'yi geçemedi!" Kemalistler de zaten böyle okuyor...
Çanakkale savaşlarındaki rolüne daha sonra temas edeceğimizden dolayı, şimdilik teğet geçip o saate gelelim…
Atatürk, Liman von Sanders'in hediyesi olan saati saklamış (şimdi Anıtkabir Müzesi'nde sergileniyor), Liman von Sanders neden saklamamış acaba?.. Hâlbuki askerler savaş hatıralarına meraklı olurlar, en küçük bir objeyi bile kaybetmezler…
Neyse: Ortada "delil" olmadığına göre, bu sadece bir "iddia"dır. Tarih iddialar üzerinden değil, belgeler üzerinden yazılır.
Başka bir rivayet de şöyle: Mustafa Kemal, 12 ağustos 1921'de Polatlı'daki cephe karargâhına giderek ordunun başına geçti. Cephede teftiş yaparken, attan düşerek birkaç kaburga kemiği kırıldı."
"Atatürk Araştırma Merkezi" şu bilgiyi veriyor: "Mustafa Kemal Paşa, başkumandanlığa geçmesinin hemen ardından yayınladığı tekalif-i milliye emirleri ile halkı ordunun donatılması için seferberliğe çağırdı. 12 ağustos'ta Polatlı'da teftiş yaparken, attan düştü ve kaburga kemiği kırıldı."
Bu bilgiyi, ölümüne kadar Atatürk'e doktorluk yapan Mim Kemal Öke de doğruluyor:
"Mustafa Kemal Paşa'nın Sakarya Savaşı'ndan önce cepheyi teftiş ederken, hayvanının ürkmesiyle kaburga kemikleri kırılmıştı. Murat Bey arkadaşımla birlikte onu Çankaya'nın mütevazı bir odasında muayene ettik. Röntgeni alınmak üzere Cebeci Askeri Hastanesi'ne birlikte gittik."
Bu ilginç hikâyenin devamı bir sonraki yazıya kaldı.