EĞİTİM
Üniversitelerin 'Yüksek Lise' Olma Tehlikesi
Ülkemizde siyasi istikrarın yakalanmasıyla birlikte gözle görülür şekilde, ekonomik göstergelerimizde kayda değer oranlarda gelişmeler yaşanmaktadır. Hukuk, sağlık ve ekonomi gibi alanlarda beklenen ve büyüyen problemlerin birer ikişer çözülmesi, gerekli düzenlemelerin ve yeniliklerin yapılmasıyla bir atılım meydana gelmiş ve bu durum yeni hedeflere yönelmeyi de beraberinde getirmiştir. Bunun sonucu olarak da 2023 hedefi ortaya konmuştur. Bu hedefe ulaşabilmek, dünyanın ilk on ülkesi içerisine girmek, ‘birinci lig’de oynayabilmek, hatta ‘süper lig’i hedeflemek ise, bilgi toplumuna ulaşmayı, çağın teknolojisini en iyi şekilde kullanmayı, bunların ötesinde bilimsel-teknolojik icatların ve yeniliklerin yapılmasını zorunlu kılmakta ve bunlara öncülük etmeyi gerektirmektedir.
Bütün ülke sathında üniversitelerin açılması dolayısıyla eğitime yapılacak her türlü yatırım, Türkiye’nin demokratikleşmesine, sürdürülebilir kalkınmasına, istikrarlı gelişmesinin devamına katkı sağlayacak ve uluslararası arenada rekabet gücümüzü artıracaktır. Bunun gerçekleşebilmesi için ise mevcut durumun hedeflere göre yeniden dizayn edilmesi, aksayan taraflarının düzeltilmesi gerekmektedir. Birçok üniversite rektöründen, fakülte dekanlarından ve bölüm başkanlarından dinlediğimiz ve yükseköğretimde çözüm bulunmasında geç kalınmasının telafisi imkânsız sonuçlar doğuracağı ifade edildiği konular bulunmaktadır.
En önemli sorun, üniversitelere kalifiye elemanların gelmemesi, mevcutların ise daha iyi imkanlar sunan başka kurumlara geçmesi. Herhangi bir üniversiteye asistan olarak başlayanların, maddi getirisi daha iyi bir iş buldukça birer ikişer ayrılıyor olmaları. Bir rektörümüz, “20 asistan alındı, altı ay dolmadan sekiz kişi ayrıldı, diğerleri de her an ayrılabilirler” diyor.
Sebep? Sebebi basit: Üniversitelerde başlangıç ücretleri diğer kamu kurum ve kuruluşlarındakinden düşük. Rakamlar ortada. Fakülteden mezun olan bir öğrenci üniversiteye girmek, akademisyen olmak, kendini ilme adamak niyetiyle geldiğinde, işin başında ne kadar ücret alacağını araştırıyor. Karşılaştığı tablo; asistan olursan 2.100 TL. Bir bakanlığa uzman yardımcısı olursan 2.900 TL başlangıç ücreti. Bu durumda ibre başka kurumlara kayıyor. Geçim derdine düşen bir ilim adamı olmayı kim tercih eder ki?
Bir üniversitemizde bölüm başkanının söyledikleri aynen şöyle: “Benim zorlayarak mezun ettiğim, başımızdan gittiğine sevindiğimiz bir öğrenci birkaç yıl sonra ‘asistanlığı kazandım’ diye geliyor. Başka hiçbir işe giremediği için en son çare olarak çalışıp, kendini zorlayarak, ALES’ten istenen notu almak suretiyle, ekmek parası için üniversiteye girmek zorunda kaldım diyor. İlk fırsatta kaçmak için de gözü dışarıda oluyor.”
Böyle bir durumla karşı karşıya olan bir yükseköğretimden, geleceğimizin şekillenmesinde ve dünya ile rekabet edebilirliğimiz açısından nasıl bir katkı ve sonuç bekleyebiliriz. Düşünmek lazım. Biz ülkemizin gelişerek değişimini böyle mi sağlayacağız. Bu şartlarda diğer ülkelerle rekabet gücümüzü nasıl geliştireceğiz. Mevcut şartlardaki hareket tarzımız ve uyguladığımız strateji ile gelecekteki ideal ve iddialarımızın gerçekleşebilirlik yüzdesi kaç olur, iyi niyet göstergelerimizin belirlenmesi açısından bu oranlamayı yapmamız gerekmiyor mu?
2023 vizyonu diyoruz, bu vizyon, acaba üniversite sektörünün gelişmesine bağlı olmayacak mı? Üniversiteleri zayıf olan bir ülkenin savunma sistemi de zayıf kalmayacak mı? Aktif dış politika yapılabilmesi için üniversitelerinizin kuvvetli olması gerekmiyor mu?
Güçlü sivil toplum ve güçlü üniversitelerin varlığını, aktif dış politikanın vazgeçilmez iki unsuru olarak görmek gerekmektedir. Aynı zamanda güçlü bir üniversite sektörü diğer devlet kuruluşlarının da güçlü olmasının ve iyi çalışmasının sigortası olacaktır.
Çok fazla derse girmek, üniversitelerde araştırmayı zayıflatmakta ve ideal durumdan uzaklaştırmaktadır. Oyunun kuralları, kişileri olması gerekenden uzaklaşmaya zorluyorsa, insanlardan beklentileriniz elbette gerçekleşmeyecektir.
Önemli bir hususu da belirtmek gerekir ki, Maliye bürokrasisinin şöyle bir yanlış okuması ve algısı mevcut: Tıp, sağlık ve hukuk fakülteleri gibi bazı döner sermayeden dişe dokunur pay alan öğretim elemanlarının maaşlarını ileri sürerek, büyük çoğunluğun ihmal edilmesinin fitilini ateşliyorlar. Yıl içerisindeki global ödemeleri, çalışan öğretim elemanı sayısına bölerek herkese kişi başı ödenen ücret gibi göstermeye çalışmaları da doğru bir yaklaşım değildir. Kişilerin şahsi gayret ve çabalarıyla gösterdiği performansa göre aldığı ücretlerin ayrı değerlendirilmesi gerçeği vardır.
Diğer yandan, hükümete karşı, bir hükümet gibi pozisyon alan yükseköğretim kurumu ve üniversiteler kendi bindikleri dalı kesen konuma düşmüştür. Bu sebepten olacak ki, üniversitelerin problemleri yıllardır siyasi iradeye net bir şekilde aktarılamamıştır. ‘Hükümete zarar verelim’ düşüncesi, bütün topluma ve ülkenin geleceğine mal olmuştur. Bugün itibarıyla da olsa, üniversitelerde hükümetle çatışmak isteyenler olabilir, vardır da ama bütün bunlar üniversite camiasının ve ilim yapmak isteyenlerin topyekûn cezalandırılmasını netice verecek bir politikayı haklı çıkarmaz.
Geldiğimiz noktada, her ilde en az bir olmak üzere, 177 üniversiteye ulaşmış bir yükseköğretim kurumunun durumu masaya yatırılmalıdır. Üniversitelerimiz, kalifiye eleman için cazip hale getirilmeli, üniversitelerimizin birer ‘Yüksek Lise’ olma konumuna düşmeleri önlenmelidir.
Bir diğer konu ise, son on yılda kamu çalışanlarına yapılan maaş artışları öğretim elemanlarına aynı oranda yansımadığı rakamlarla ortada iken, ‘iyileştirmeden önce kayıpların telafisi yapılsın’ denilmesinden de alınmamak lazım. Zira 666 sayılı KHK’da (eşit işe eşit ücret) ek ödemeden öğretim elemanları faydalandırılmamıştır.
Netice-i kelam, temel ücretlerde belirli bir iyileşme olmadan, başlangıç ücretlerinde avantajlı durum veya rekabet edebilir denk bir ücret, bu da olmaz ise tolere edilebilir bir ücret artışı sağlanmadan mezunlar içerisinde en iyilerin, hatta iyilerin bile ilim dünyasına kazandırılması çok uzak bir ihtimaldir. Bu ise geleceğin kaybedilmesi demektir.
Bizler bir “sevgi ve ilim” medeniyetinin mensuplarıyız. İlmi elde eden tekniği, tekniği elde eden gücü, gücü elde eden ise hükümranlığı elde ediyor.
Türkiye’nin; hedefleri, vizyonu, misyonu, gelecekte oynayacağı rol açısından kaynakların seferber edilerek ilmi, tekniği ve gücü ele geçirmesi gerekmektedir. Bilimsel-teknolojik icatlar, inovasyon, teknoloji üretimi ve AR-GE konusunda şüphesiz en önemli ve anahtar konumunda olan ve bu işin lokomotifi diyebileceğimiz kurumlar ise üniversitelerdir. İlim dünyasının ihmale tahammülü yoktur. Çünkü mahiyet itibarıyla her şey ilme bağlıdır. Üniversitelerimizin, Türkiye’nin 2023 ve 2071 hedeflerine uygun, dünya ile yarışması, uluslararası arenadaki rekabete ayak uyduracak bir yapıya kavuşması için gereken yapılmalıdır.
Yükseköğretim Kurulu’nda sistem değişmeli, ondan önce ise özlük haklarında iyileşme yapılmalıdır.
Teyfik Yağcı - Eğitim Bir-Sen Genel Başkan Yardımcısı