SENDİKA
Sendikacılığın Kem Alattan Kemalata Evrilmesi
Batı medeniyetinde sanayi devrimi ile birlikte ortaya çıktığı kabul edilen sendikacılık, günümüze kadar çeşitli mutasyonlar geçirmiştir.
İlk olarak, köle sistemine ve gücü elinde bulunduran işverene karşı mücadele zemininin adı olmuştur sendikacılık. Sermayeyi elinde bulunduran burjuvaziye karşı, emektar insanların haklarının savunulduğu ve birlikteliğin güce dönüştüğü platformlar olmuştur. Ancak süreç, sendikacılık adına olumsuz işlemiş, ideolojiler sendikaları esir almaya başlamıştır.
Kapitalizmin acımasız rekabet ve hak gaspına karşı,sözde mücadelenin adı olan Marksist ve Leninist anlayış, sendikacılığı kendi ideolojileri için odak yapmayı başardı. Bu yönüyle sendikacılık uzun yıllar Marksist olmakla eşdeğer görülmüş, adeta Marksistlik, sendikacılığın ön kabulü haline gelmişti. Bu yetmezmiş gibi, bir de yasadışı örgütler sendika tabelalarını kullanmaya başladılar. İşte bu durum, deyim yerinde ise sendikacılığın dibe vurduğu dönem oldu.
Bir inanç ilkesi olan “HAKKI SAVUNMA VE HAKSIZLIKLA MÜCADELE” ne yazık ki inanç değerlerinden binasip, hatta ateist diyebileceğimiz yapının hâkim olduğu bir karanlık döneme giriyor. Kapitalizme karşı Sosyalizm alternatifini sunan sloganlar ile çalışanlara insan onuruna yakışır bir hayat vaat edilmiş, ancak aradan geçen yüzelli yılda bir arpa boyu yol alınamamıştır. Nasıl alınabilsin ki? Yağmur-Dolu hesabı, her ikisin de de insanı tanımayan, onu hayvandan farklı görmeyen bir zihniyet var. Birinde insan uslu hayvan görülerek sırtında boza pişiriliyor, diğerinde asi hayvan görülüp, teröre malzeme yapılıyor. İnsanın, yaratılmışların en şereflisi olduğu kimsenin aklından dahi geçmiyor.
Mutasyon devam ederken, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, kendi meşruiyetlerini sağlamak adına, sendikacılığı araç olarak kullanmaya başlıyorlar. Bu dönemde sendikalar korsan gemilerin sığındığı limanlar olarak görülüyor.Sendikacılık adına iğrenilecek, utanılacak bu karanlık döneme ülkemizde çok bariz şekilde şahit oluyoruz.
İlk ortaya çıkışında, devlete karşı milletin yanında olan sendikacılık, artık millete karşı devletin(derin devletin) askeri oluyordu. Bu acı tabloyu postmodern darbe sürecinde rahatlıkla görüyor, sendikacılık adına halkın dini değerlerine yapılan saldırılara verilen desteğe(İmam Hatip ve Kuran Kurslarının kapatılmasına destek, başörtüsü vb.) şahit oluyorduk.
Antidemokratik dönemlerin doğal süreci doğrultusunda, Memur Sen ve bağlı sendikalar sayısal tehditlerle kapatılma tehlikesiyle karılaşsa da HAK’kı tutup kaldırmakta en ufak tereddüt yaşamıyor. Karanlık eller yavaş yavaş kırılıyor, günün ışımasıyla birlikte, çalışanlar saflarını yeniden belirlemeye başlıyor. Bir tarafta Memur Sen’in üye sayısı hızla artarken, diğer taraftan referandum, sivil anayasa, başörtüsü gibi dönüm noktalarında sorumluluk almaktan imtina etmiyor.
Memur Sen, “nerede bir mazlum varsa yanındayız” ilkesi gereği, ülke sınırlarını aşan, yeni, hem de yepyeni bir sendika tanımı geliştiriyor. Filistin, Doğu Türkistan ve Mısır mitinglerini, Arakan yetimlerine el uzatarak taçlandırıyor. Bir yetimin başını okşamanın, gözyaşını silmenin, dünyanın en bahtiyar işlerinden biri olduğu bilinciyle, sendikacılığı yeni bir döneme taşıyor.
Bangladeş’in Co’xBazar kentinde Memur Sen yetimhane ve külliyesinin temelleri atıldı. Uluslararası İnsani Yardım Kuruluşu İHH ile birlikte yürüttüğü proje ile dünya sendikacılık literatüründe bir ilki gerçekleştiriyor. Mehmet Akif İnan külliyesinin kurban bayramındaki temel atma töreninde, bizzat bulunmanın bahtiyarlığını, tüm camiamız adına yaşadım. Ve sendikacılığı düşündüm, nereden nereye? Kem alattanKemalata geçişte emeği geçen tüm çalışanlara selam olsun.