GÜNDEM
Postmodern paranoya: 28 Şubat
On binlerce mağduru ve ekonomiye verdiği milyarlarca liralık zarar hiç unutulmadı ve unutulmayacak. Yaralar zor da olsa sarıldı, yargı o donemi soruşturmaya başladı.
İdeolojik bir savaştan ziyade rant ve mevzi mücadelesi olan 28 Şubatın üzerinden tam 15 yıl geçti. Tarihe postmodern darbe olarak geçen bu süreçten sonra da benzer planlar yapıldı ama başarılamadı. 28 Şubatta o güne kadar denenmemiş bir yolla milleti alt edenlerin yeni taktikler geliştirmeyeceğinden emin olamayız.
Post modern darbenin üzerinden 15 geçti. Bir yandan özel yetkili cumhuriyet savcılığının başlattığı soruşturmalar ilerlerken, bir yandan da kamuoyu hafıza tazeliyor. 28 Şubat doğal bir evham mı yoksa paranoya kılığında bir kurgu mu emin değiliz. Herhâlde failler sorgulanıp hesap verdiğinde biraz olsun kafamız netleşebilecek. Berrak olan ise sürecin hedefinin tekliği idi. Diğer darbelerde sağ-sol çatışmalarının yanında garnitür gibi duran irtica tehlikesi burada birinci ve hatta tek düşmandı. Bu açıdan bakıldığında psikolojik harp teknikleri ve toplum mühendisliği konusunda en ileri müdahale diyebiliriz. Sokakların kan gölüne döndüğü zamanlarda toplumu kurtarıcıların gelmesine ikna etmek kolaydı. 28 Şubatçılar soyut bir tehdit üzerinden yönetime el koymayı başardı. Bunu da doğrudan yapmayıp maşa kullanmaları ayrıca takdire(!) şayandı.
Evet, 28 Şubatta asker silahsız kuvvetleri sevk ve idare ederek sonuca gitti. Yüksek yargının başını çektiği Ankara bürokrasisi ve medyanın öncülüğündeki İstanbul sermayesi postmodern darbeyi gerçekleştirdi. Siyaset sınıfına ise piyon vazifesi düşmüştü. Devlet elden gidiyor, irtica her yeri ele geçiriyor illüzyonunun gerçek veçhesi şöyleydi: O güne kadar rekabetçi ortamlardan uzak ve hanedan şeklinde el değiştiren köşe başlarına yeni talipler çıkıyordu. Anadoludan öngörülemeyen ve önlenemeyen bir yükseliş başlıyordu. Ekonomide, sosyal hayatta ve hatta siyasette daha önce görülmemiş simalar arz-ı endam ediyordu.
Bu işgal ordusuna Turgut Özal cesaret vermiş ve yol göstermişti. Siyaset ve ekonomide statükoya yönelen tehdidi ortadan kaldırmak üzere bütün cephelerde savaş ilan edildi. Siyasette gelinen noktadan püskürtmek ve ekonomik gücü ellerinden almak gerekiyordu. Bunun için yargının bütün imkânları seferber edildi. Hukuk artık Genelkurmay Karargâhının günlük talimatlarıydı. Siyasi partileri kapatmak yetmezdi; başbakana bile hakaret edilmeliydi ki bir daha kimse aynı cüreti gösteremesin. Bürokrasideki temizlik ibret-i âlem için Türk Silahlı Kuvvetlerinde başlayacaktı. Hem de kararlılık gösterisi olsun diye bu kişilere devlet ve belediye kesinlikle iş vermeyecek, açlığa mahkûm edecekti.
Cuntacılar, mevcudu yok etmenin çözüm olmayacağının farkındaydı. Asıl maksat yeniden üremenin önüne geçmekti. 18 maddelik yol haritasına baktığınızda o psikoloji kendini ele veriyor. Eğitim kurumları birinci hedefti. Özel okul, yurt ve benzeri kurumlara el konması emrediliyordu. Kuran kursları ve imam hatip liseleri hem budanacak hem de yaş sınırı yükseltilerek eğitim imkânı sınırlanacaktı. Bürokrasideki hanedan ve aşiret yapılanmasını tehdit eden Anadolu liseleri de payına düşeni alacak, güdükleştirilecekti. Sermaye ve siyaseti hedef almış gibi intiba veren 28 Şubatın en kalıcı uygulamalarını eğitim konusunda gerçekleştirmesi tesadüf değildi. Yine eğitim deyince akla ilk gelen camia olan Fethullah Gülenin tavsiyeleriyle harekete geçen Hizmetin linç kampanyasına maruz kalması da rastlantı değildi. Yeni aydın kadroyu ortaya çıkarabilecek bütün hayat damarları kesilmeye çalışılıyordu.
Post-modern darbenin öncesinde ve sonrasında yaşananların kısa özeti:
REFAH PARTİSİ'NİN HAZMEDİLEMEYEN ZAFERİ
Her şey Refah Partisi'nin sandıktan birinci parti çıkmasıyla başladı. Türkiye, Aralık 1995'te yapılan seçimlerde bir ilki yaşamıştı. Milli Görüş'ün lideri Necmettin Erbakan sandıktan zaferle çıkmış, yüzde 21 oyla Meclis'teki 550 sandalyenin 158'ini kazanmıştı.
Uzunca sayılan bir sürecin ardından Refah Partisi ile DYP koalisyon kurmuş Necmettin Erbakan ise Başbakan olmuştu.
YAŞ YEMEĞİNDE PAŞANIN RAKI KRİZİ!
Huzursuzluğun ilk sinyali Ağustos 1996'daki YAŞ'ta belirmeye başladı. Erbakan'ın YAŞ üyelerine verdiği yemekte Oramiral Güven Erkaya'nın garsona 'bana rakı getirin evladım'demesi gazete manşetlerine taşınmıştı.
BİR ANDA ORTAYA ATILAN "ŞERİAT VE LAİKLİK" GÜNDEMİ
Bu gelişmelerin ardından demeçler birbiri peşine gelmeye başladı. Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen ile Yargıtay Başkanı Müfit Utku, adli yıl açılışındaki konuşmalarında şeriat ve laikliği gündeme taşıdılar.
2 hafta geçmemişti ki bu defa da TÜSİAD'ın açıklamaları gündeme oturdu. TÜSİAD, erken seçim talebini dile getirdi.
Gerekçeleri ise ekonominin kötüye gitmesiydi.
Erbakan'ın önce İran gezisi ardından Ekim 1996'daki Mısır, Libya ve Nijerya üçlüsüne yaptığı ziyaret eleştirilmeye başlandı.
Hatta Libya gezisi için mecliste Erbakan hakkında gensoru verildi ancak kabul görmedi.
MÜSLÜM GÜNDÜZ VE FADİME ŞAHİN OLAYI
23 Ekim 1996'da meydana çıkan Aczimendilerle işin boyutu başka yöne kaydırıldı. 2 ay sonra da Fadime Şahin olayı patlak verdi. Aczimendilerin lideri Müslüm Gündüz Fadime Şahin'le bir evde basıldı. Operasyon ise adeta canlı yayınlandı. Medyada bu olay günlerce tartışılırken dindar insanlar töhmet altında bırakıldı. Sonrasında ise sahte şeyh Ali Kalkancı televizyonlara çıktı. Tabii o da operasonlara dahil edildi.
3 Kasım'da meydana gelen Susurluk kazası ve Erbakan'ın bu olay için 'fasa fiso' demesi kendisini siyasi anlamda etkiledi. Bu olayın ardından İçişleri Bakanı Mehmet Ağar istifa etti, yerine Meral Akşener getirildi.
Tarih 7 Aralık'ı gösterirken Ankara DGM savcısı Nuh Mete Yüksel, Başbakan Erbakan, Çalışma Bakanı Necati Çelik ile bazı milletvekilleri hakkında suç duyurusuna bulundu.
REKTÖRLERDEN DEKLARASYON
10 Aralık'ta toplanan Rektörler komitesi yayınladığı deklarasyonda, hükümete susurluk ve basına baskı konusunda sert uyarılarda bulundu. Deklarasyonu YÖK Başkanı Kemal Gürüz okudu.
2 hafta sonra ise, oluşan kaygan siyasi zeminde DYP'li bazı vekiller istifa ederek Hüsamettin Cindoruk Liderliğinde Demokratik Türkiye Partisini Kurdu.
BAŞBAKANLIKTA İFTAR YEMEĞİ
11 Ocak 1997'de "Meşhur İftar" yemeği gerçekleşti. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, 11 Ocak 1997 Cumartesi günü, Başbakanlık Konutunda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar yemeği verdi.
İRTİCA MANŞETLERİ
Medyada da art arda çıkan "Taksim'e cami", "Ayasofya ibadete açılacak", "500 tarikat 5 bin şeyh", "Defileler yasaklanıyor" gibi manşetler askerleri de harekete geçirdi.
Bu olaylar üzerine yüksek rütbeli subaylar Gölcük'te irtica toplantısı gerçekleştirdi. Gazetelerde bu toplantıyı orgeneral rütbesindeki 9 komutanın 72 saat boyunca üst üste toplantı yaptı şeklinde duyurdu. Yüksek rütbeli subayların Gölcük'te toplanarak irticanın iktidarda olduğunu tartıştıkları yazılıp çizildi.
Tarihi MGK'ya 1 ay kala artık manşetler iyice irtica haberleriyle süsleniyordu.
KUDÜS GECESİ
30 Ocak gecesi Sincan Belediyesi'nin düzenlediği ve İran Büyükelçisi Ali Rıza Bugheri'nin de katıldığı Kudüs Gecesi düzenlendi. Gecede sahneye konulan "Cihat" oyununun manşetlere taşınması adeta bardağı taşırdı.
Belediye başkanı Bekir Yıldız, İran büyükelçisinin misafir olduğu gecede sahneye konulan cihad oyunu basında tepki oluşturdu. Star muhabiri Işın Gürel saldırıya maruz kaldı. Bekir Yıldız tutuklandı, mahkûm edildi.
Ertesi gün önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Siyasi Partiler Kanununa aykırı davrandığı için RP'yi uyardı. Ardından dönemin başsavcısı Vural Savaş Erbakan'ın ülkeyi iç savaşa sürüklediğini ileri sürdü.
DEMOKRASİYE BALANS AYARI
Demokrasiye balans ayarı tanklarla yapıldı. Bu çerçevede Ankara Sincan'da tanklarla geçiş yapıldı.
4 Şubat'ta Sincan'da askerler 20 tank ve 15 zırhlı araçla geçiş yaptı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya 'irtica, PKK'dan daha tehlikeli' dedi.
SİYASİLERİN "KAOS" DEMEÇLERİ
Şubat ayının başlarında dönemin ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz "Türkiye kaosa gidiyor. Güçbirliği yapmaya hazırız."açıklaması yaparken, Cindoruk "RP düzeni silahla değiştirecek" beyanını verdi.
5 Şubat'ta Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Erbakan'a birkaç mektup gönderdi.
Başbakan Erbakan karşılığında "Ordu da, Demirel de bizden çok memnun" dedi ancak 5 Şubat'ta Demirel'in gönderdiği uyarı mektubu herşeyi özetliyordu.
ANKARA'DAKİ KADIN YÜRÜYÜŞÜ
11 Şubat'ta Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü Ankara'da yapıldı.
Korku senaryolarıyla ilgili her gün ekranlarda haberler yapılıyor, gazetelere manşetler atılıyordu. Muhalefet, sendikalar, iş dünyası aynı korkulardan bahsediyordu. O korkunun adı "İrtica"ydı.
TARİHİ MGK TOPLANTISI
Ve Tarih 28 Subat 1997... En uzun Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından Başbakan Necmetin Erbakan'a yapılan baskılar iyice arttı. O MGK'da "bin yıl sürecek" denilen süreç için önemli bir viraj dönülüyordu.
Gazeteler günlerdir birinci sayfalarında işaret ettiği tarihi MGK toplantısı yapıldı. Alınan karalar hükümete bidirildi, laiklik konusunda yasaların uygulanması istendi.
4 Mart'ta Başbakan Erbakan, MGK kararları yumuşatılmazsa imzalamayacağını söyledi ve imzalamadı.
13 Mart'ta 5 günlük direncin ardından Başbakan Necmettin Erbakan, MGK kararlarını imzalamak zorunda kaldı. Erbakan daha sonra bu kararları imzalamadığını sadece ön yazıyı imzaladığını söyledi.
MGK kararlarını uygulama komitesi kurularak ülke çapında irticacı avı başlatıldı.
VURAL SAVAŞ'TAN RP'YE KAPATMA DAVASI
21 Mayıs'ta Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, ''Ülkeyi iç savaşa sürüklediğini'' söyleyerek, RP'nin kapatılması için dava açtı.
FİŞLEMELER VE GÖREVDEN UZAKLAŞTIRMALAR
Olayları fişlemeler takip etti. Akademisyenler, subaylar ve yöneticiler görevlerinden uzaklaştırıldı.
ÜNİVERSİTEYE GİRİŞTE KATSAYI ENGELİ
Meslek liselerinin ortaokul kısımları kapandı. Bazı öğrencilerin üniversitelere girişi, katsayı uygulaması ile engellendi.
3 Haziran'da Susurluk Davası 7 ay aradan sonra DGM'de başladı.
GENELKURMAY'DAN FİRMALARA AMBARGO VE YARGI ORGANLARINA BRİFİNG
7 Haziran'da Genelkurmay, irticai faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği firmalara ambargo koydu.
10 Haziran'da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri Genelkurmay Başkanlığı'na çağrılarak kendilerine irtica konusunda brifing verildi.
BAŞBAKAN ERBAKAN İSTİFA ETTİ
18 Haziran'da Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti. İstifasının nedeninin başbakanlığı Tansu Çiller'e devretmek olduğunu belirtti.
DEMİREL'İN GÖREVİ YILMAZ'A VERMESİ VE ANASOL-D HÜKÜMETİ
19 Haziran'da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini o sırada arkasında TBMM çoğunluğu olan DYP lideri Tansu Çiller'e vermeyip, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a verdi.
30 Haziran'da Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk'la birlikte ANASOL-D Hükümeti'ni kurdu.
28 ŞUBAT SONRASI GELİŞMELER
Eski Genelkurmay Başkanlarından Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu "28 şubat bin yıl sürecek" demiş olsa da Türkiye'nin toplumsal ve siyasi ortamındaki büyük çaplı değişimler daha güçlü çıktı; yaklaşık 5 yıl sonra kararların hedefindeki siyasi oluşumun bünyesinden çıkan Recep Tayyip Erdoğan ve partisi hükümet oldu.
Yıllar sonra ortaya çıkan bilgi ve belgeler 28 Şubat sürecine yeni bir boyut kazandırdı. Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları 28 Şubat'a kadar uzandı.
2012 yılında TBMM, darbeleri araştırma komisyonu kurmuş ve 28 Şubat başta olmak üzere askeri darbeleri araştırmaya başlamıştır. Bu sürecin yargılanması ise 28 Şubatta etkin rol oynayanların tutuklu yargılanması ile başlamıştır.
2 Ekim 2012 tarihinde Dönemin Başbakan Yardımcısı ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller 'mağdur' sıfatıyla ifade vermiştir.
Bugün dönemin kudretli paşalarının 28 Şubat soruşturması kapsamında sorgulanmalarına devam edilmektedir.
vikipedi
28 ŞUBAT MANŞETLERİ İÇİN - TIKLAYINIZ
28 ŞUBAT BELGESELİ İÇİN - TIKLAYINIZ
kaynak: milligazete