EĞİTİM
Osmanlıca dersi zorunlu mu olacak?
Eskişehir'de seçim havası
"Eskişehir'de hava gayet güzel, evvelki gün Eskişehir'deydik, Yunus Emre beldesinde Yunus Emre'yi anma programımız vardı. Daha sonra Sivrihisar'da programlarımız vardı. Eskişehir'de bundan önceki seçimlerde de olduğu gibi, deyim yerindeyse centilmenlik düzeyi biraz daha yukarıda olsun diye hep beraber gayret ediyoruz."
CHP'nin 28 Şubat vaadi
"28 Şubat döneminde 8 yıllık kesintisiz eğitim dayatması vardı biliyorsunuz. Bu, özellikle imam hatip okullarının orta kısımlarını kapatmak üzere icat edilmiş bir formülasyondu. 28 Şubat sürecinde de uygulandı ve imam hatip okullarının yanı sıra meslek okullarının da orta kısımları kapatıldı. Daha sonra imam hatip liseleri ile meslek liselerinin kaynağı da kurutulmuş oldu. Böylece imam hatip okullarını budayacağız diye mesleki eğitimi de budamış oldular. Biz şimdi hala onu telafi etmenin gayreti içerisindeyiz, mesleki ve teknik eğitimde. Ayrıca, sadece 1+8+4'ten ibaret de değil, seçim bildirgelerinde şunu da söylüyorlar: İmam hatip okullarını İmam ve vaiz ihtiyacına göre planlayacağız, yani o sayıya indireceğiz. Sayın Kılıçdaroğlu bunu bilmiyor olabilir, bildirgeye bunu yazanlar bunu biliyor olması lazım. İmam hatip okulları adındaki bütün çağrışımlara rağmen imam ve hatip yetiştirmek üzere eğitim veren kurumlar değil. Şimdi zaman zaman bazı köşe yazarları CHP'ye veya Sayın Kılıçdaroğlu'na destek çıkmak için; 'efendim, aslında imam hatip okulları kurulurken kuruluş yasasında bunlar din hizmetlerinde görev alacak kişileri yetiştirmek üzere kurulmuş kurumlardır ibaresi var' diyorlar. Hayır, sadece o ibare yok; yükseköğretime ve mesleğe hazırlamak diyor veya önce mesleği söylüyor, mesleğe ve yükseköğretime hazırlamak diyor. Yükseköğretim derken de ilahiyat fakültelerini kastetmiyor, yani bunu oraya koyarken zaten o yasanın o şekilde düzenlenmesine ilişkin tutanaklara bakıldığı zaman, oradaki tartışmalardan görülecek. İmam hatip okullarını bitirenlerin, üniversitenin bütün branşlarına girebilmesinin yolunu açmak için o oraya konmuştur. Dolayısıyla zannediliyor ki, bunda imam hatip mezunlarının ve derneklerinin kendilerini tanıtma konusunda yeterince başarılı olmadıkları da düşünülebilir. İmam hatip okullarında okutulan dersler sadece dini dersler değildir. İmam hatip ortaokullarında da, imam hatip liselerinde de diğer ortaokullarda ve liselerde okutulan bütün dersler okutulur, fiziğiyle, kimyasıyla, matematiğiyle, coğrafyasıyla, tarihiyle ortaokullarda da, liselerde de bu dersler okutulur. İmam hatip okulları bunların üzerine ayrıca bazı dini dersler, Kur'an-ı Kerim, hadis, fıkıh gibi onlara da giriş mahiyetinde verilir. Zaten o yüzden Diyanet İşleri Başkanlığı imam atarken ilk düz imam hatip mezunlarını zaten artık imam olarak atamıyor, biliyorsunuz ilahiyat fakültesini bitirme şartı arıyor, hatta artık yavaş yavaş yüksek ihtisas yapmış olma, master yapmış olma gibi şartlar arıyor. Dolayısıyla buralardan imam ve hatip yetişmiyor, imam ve hatip yetiştirmek için çocuklarını buraya imam ve hatip olsunlar diye göndermiyor aileler. Sadece dini eğitim alması için de değil, çocuklarımız normal ortaokul ve lise eğitimlerini alsınlar, ama ayrıca dini kültürlerini de alsınlar. Yani hem üniversiteye girerken, ileride meslek seçerken gerekli olacak bilgileri edinsinler, hem de özellikle mütedeyyin aileler çocuğumuz dinini, diyanetini de ayrıca öğrensin diye buraya gönderiyorlar."
Bakın siz de söylüyorsunuz, Yani zorunda kalmasaydınız muhtemelen siz de işte ziraat mühendisi olacaktınız, kimya mühendisi olacaktınız, İngilizce, Fransızca öğretmeni, yani farklı farklı branşlara gidecektiniz. Ve donanımınız gerek ortaokulda aldığınız dersler, gerek liselerde aldığınız dersler bütün bu branşları seçmeye de elverişli bir donanımla mezun oldunuz imam hatip liselerinden.
Ama siz imam hatip mezunları bunu yeterince anlatmıyorsunuz. Her defasında benim gibi imam hatip mezunu olmayan bir adama düşüyor bunları anlatmak ve insanlara; kardeşim, buralar öyle sizin Batıda zannettiğiniz gibi, bir de Batılılarda da öyle bir saplantı var. Zannediyorlar ki buralar Fransa'daki kilisenin işlettiği rahip yetiştiren okulların bir benzeri; hayır, ne alakası var. Evet, anlatmanız gerekiyor, yoksa ikide bir CHP seçim bildirgesine imam ihtiyacına bakacağız, imam hatip liselerinin sayısını da ona göre ayarlayacağız. Diyanetin yıllık imam atama ihtiyacını bilmiyorum, ama diyelim ki 20 bin imam alacaksa o zaman imam hatip okullarından 20 bin mezun yeterli, diğerlerini çevirelim demenin formülünü oraya yazmışsınız zaten."
CHP, imam hatip okulu değil, cenaze hizmeti için on aylık kurslar açtı
"Şimdi diyor ki Sayın Kılıçdaroğlu; imam hatipleri biz açtık, nasıl kapatmayı düşünmüş olabiliriz. CHP döneminde açılan, 1930'dan sonra açılan imam hatip kursları sadece çok elementer, çok gündelik birtakım dini hizmetlerin, en başta da sizin de işaret ettiğiniz cenaze hizmetlerini yürütebilecek evsafta kadın ve erkek görevli yetiştirmek üzere açılmış 10 aylık kurslar. Onlar da yürümemiş zaten, onlar da kapatıldı daha sonra. 1950'den sonra Demokrat Parti döneminde, rahmetli Tevfik İleri'nin zamanında özellikle imam hatip okulları bugün anladığımız anlamda, bugünkü imam hatiplerin atası onlar. Demokrat Parti döneminde açılan, ortasıyla, lisesiyle 7 yıllık okullar. Şimdi o dönemde özellikle şehirlerde, köylerde, kasabalarda hakikaten dini eğitim de yasaklandığı için o tarihlerde bu temel hizmetleri yapacak insanlar bile kalmamış. Bir de o dönemde aşağı yukarı 40'lara doğru gelirken, iyice zirveye çıkıyor, artık tek partiye yönelik ciddi bir infial, vatandaşta zaten Serbest Fırka'nın kapatılmasında onlar var, yani vatandaşta tek partiye karşı bir tepki oluşmaya başlıyor. Bunun en bariz sebeplerinden bir tanesi de; dini hizmetlere ve din eğitimine vurulan darbe. O yüzden vatandaş böyle bir tepki yükselmeye başlayınca halktan, bir de çok temel ihtiyaçlar bile görülemez hale gelince mecbur kalmışlar 10 aylık kurslarla bu işi idare etmeye. Sayın Kılıçdaroğlu'nun biz açtık filan dediği şey o."
4+4+4: Çocukların ilgi ve yeteneklerine göre düzenlenmiş eğitim sistemi
"Sistemin oturduğunu görüyoruz, zaman içerisinde daha da derinleşeceğini ve başlangıçtaki niyetlerimize, tasarımlarımıza daha uyumlu hale geldiğini görüyoruz. Neydi başlangıçtaki niyet ve tasarım? Şu: 8 yıllık kesintisiz eğitime biz niye karşı çıkıyorduk? Şunu söylüyorduk: Bütün çocuklarımızı standart 8 yıllık mono blok bir eğitime sokmak demek, bu çocukların tamamını tek bir kulvarda koşturmak demek. Halbuki hepimiz biliyoruz ki, anneler olarak, babalar olarak biliyoruz, öğretmenler, eğitimciler olarak biliyoruz; her çocuk farklı farklı özelliklere, farklı farklı eğilimlere, tercihlere, yeteneklere sahip. Dolayısıyla biz 4 yıllık ilkokuldan sonra 4 yıllık ortaokul kademesinden başlayarak hem 4 yıllık ortaokulda, hem ondan sonra da 4 yıllık lisede çocuklarımızı kendi ilgilerine, tercihlerine, yeteneklerine göre yönlenebilecekleri farklı kulvarlar oluşturalım; derdimiz buydu ve işte imam hatip ortaokulları da bunun içerisinde. Yani çocuğunu mono blok 8 yıllık bir kesintisiz eğitime vermek istemeyen aileler, yani çocuğum hem normal ortaokul eğitimini alsın, hem de dini bilgiler edinsin denilen aileler için farklı bir kulvar kapatılmıştı imam hatip ortaokulları kapatılarak, onların önünü açtık; bir.
İki; çocuğun spora ilgisi olabilir, sanata ilgisi olabilir, farklı bilim dallarına ilgisi olabilir, bunların olabildiğince erken yaşta tespit edilmesi ve çocuklarımızın da gerçekten ilgi duydukları, gerçekten yetenekli olduklara alanlara yönlendirilmesi için bu 4+4+4 düzenlemesi yapıldı. Şimdi seçmeli derslerin sayısını artırarak eğer okul türlerini, bir yandan okul türlerini azalttık, çünkü program olarak açılması gereken şeyler okul türü olarak açılmıştı. Meslek okullarında, normal ortaokul ve liselerde, Anadolu liselerinde, sosyal bilimler liselerinde, fen liselerinde çocuklarımızın kendi ilgilerine, yeteneklerine uygun kulvarlar bulabilmesinin yolunu açtık. 4+4+4 temelde budur. Bunun da çok büyük faydası olduğunu, çocukların ortaokulda seçtikleri derslerden görüyoruz, seçmeli derslerden görüyoruz, lisede seçtikleri derslerden görüyoruz, ailelerin tercihlerinden görüyoruz. Bu seçenekleri daha da artırmamız lazım. Şimdi bakın Türkiye büyük bir ülke, 78 milyonluk bir ülke, farklı farklı bölgelerimiz, coğrafyalarımız, köylerimiz, kasabalarımız, şehirlerimiz, farklı kültürel iklimlerimiz, şimdi bütün bu çeşitliliği mono blok seçim şansı tanımayan 8 yıllık bir eğitim sistemine hapsetmek zulümdür. Bütün çocukların körelmesi anlamına gelir. Onun için biz çocukların önünü mümkün olduğu kadar, çocukların ve ailelerin, çünkü ortaokulda çocuklar kendileri çok fazla da tercih yapabilecek durumda olmazlar, lisede yapıyorlar da, ortaokulda daha çok aile tercihleri, ailelerin yönlendirmesi rol oynuyor. Çocuğun müziğe eğilimi var, bu çocuğun resme yeteneği var, bu çocuk sporda başarılı olabilir...
Çocukların temel beceri ve yeteneklerini ölçmeye yarayan testler var, fakat bunlar ülkeden ülkeye farklı uygulanma yöntemleri var. Yani Almanya'daki bir testi aynen alıp Türk çocuklarına uygulayamazsınız...
Yaptık, maalesef ve o yüzden de iyi sonuçlar alamadık. Ankette de böyledir, yani herhangi bir sıradan bir anket yaparken bile şimdi seçim zamanı olduğu için oradan örnek vereyim. Amerika'da seçmen eğilimlerini belirlerken kullanacağınız anket teknikleri, soru teknikleriyle Türkiye'de seçmen eğilimlerini belirlerken kullanabileceğiniz anket teknikleri, soru teknikleri aynı olmaz. CHP'nin seçim kampanyasının hali de aslında biraz buradan kaynaklanıyor, yani çok Amerikan varsayımlarına göre tasarlanmış olduğu anlaşılıyor. Neyse, o ayrı bir konu. Ama demek istediğim şu: Çocuk yeteneklerini ölçen testlerde de ulusal özellikleri, mahalli kültürleri, farklı aile yapılarını dikkate almanız gerekir. Onun için biz o testleri de ciddi paralar ödeyerek aldığımız o yetenek ölçme testlerini de millileştiriyoruz. Bir uzmanlar heyeti tarafından bunlar Türk çocuklarına sorulabilir hale getiriliyor ki iyi neticeler alabilelim. Şimdi onları uygulamaya başladık yavaş yavaş."
Dershanelerin özel okula dönüşüm süreci
"Yasa gereği 1 Eylül 2015 tarihi itibariyle dershane adı altında faaliyet gösteren kurum kalmayacak. Bunlar ya anaokulu olacak, okul öncesi eğitime yönlenecekler, ya ilkokul olacaklar, ya ortaokul olacaklar, ya meslek lisesi olacaklar yahut Anadolu lisesi olacak, yani özel eğitim kurumları olacaklar. Özel lise, özel ortaokul, özel ilkokul, özel okul öncesi veya özel başka kurslar, yabancı dil kursu, yazılım kursu, meslek edindirme kursu, bunlar olabilirler. Ama bir üst eğitim kurumuna hazırlamak üzere, yani ortaokuldan liseye geçecek çocuklara yönelik test eğitimi veren dershanecilik yapamayacaklar, liseden üniversiteye gidecek çocuklara test eğitimi veren dershanecilik yapamayacaklar. En önce dönüşmeyi kabul edenler, en önce dönüşüm için müracaat eden ve müracaatları kabul edilenler daha çok teşvikten yararlanacaklar, zaman içerisinde teşvikler, yani son dakikada değişmeye karar verenler daha az teşvikten yararlanabilecekler. Bugün itibariyle 2.206 dershane dönüşüm için müracaat etmişti, müracaat edenlerin içinde bugünlerde bir-iki tane daha eklenmiş olabilir, 2.174 tanesinin müracaatları kabul edildi, yani dönüşüm programına alınmıştı. Tamam, sen şimdi şu şu şartları yerine getirirsen bu teşviklerden yararlanabilirsin, özel eğitim kurumuna dönüşebilirsin dediğimiz 2.174 civarında kurum var. Şu anda dönüşüm sürecini tamamlamış, gerekli bütün şartları yerine getirmiş ve ruhsat almış kurumların sayısı da 118, diğerlerinin incelemesi devam ediyor. Bu incelemeler sırasında eğer herhangi bir yasa dışı faaliyetle bağlantılı olduğu görülürse herhangi bir dershanenin-kurumun, ya yasa dışı bir faaliyetle irtibatlı olduğu tespit edilirse veya bir mali zorluk yani öğrenci alıp yarın ben iflas ettim, mali yapım buna müsait değil deme riski olanlar, hakkında mali soruşturma olanlara izin vermiyoruz. Bunu yapmak zorundayız, çünkü bunlar bir özel eğitim kurumuna, ister ilkokul, ister ortaokul, ister liseye dönüştüğü zaman bu çocukların sorumluluğunu üstlenmiş olacaklar. 4 yıl boyunca bu sorumluluğu, eğer ilkokulsa 4 yıl, ortaokulsa ortaokulu bitirene kadar, liseyi bitirene kadar bu süre içerisinde bu çocukların sorumluluğunu bihakkın yerine getirebilmeleri gerekiyor, onun için her biriyle ilgili her türlü araştırma, değerlendirme yapılıyor, bu sorumluluğun verilebileceği kurumlara da lisans veriyoruz."
Paralel yapının yurt dışındaki okulları
"Maarif Vakfı vasıtasıyla... Şimdi yurt dışında 2 binin üzerinde bu tarz okullar var, ama bunların hepsi paralel yapıyla bağlantılı değil farklı farklı vakıfların, derneklerin açtığı kurumlar da var. Bir de bizim Milli Eğitim Bakanlığı olarak açtığımız, bize bağlı, doğrudan denetimini yaptığımız, öğretmenini gönderdiğimiz, bütçesini verdiğimiz elçiliklere bağlı, daha çok Türk vatandaşlarının yoğun olarak yaşadığı Suudi Arabistan gibi, Türkmenistan gibi, Azerbaycan gibi ülkelerde açtığımız Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarımız var. Diğerleri, yani değişik vakıflar veya dernekler tarafından açılmış olan kurumlar da kendi içinde çeşitleniyor. Hem Türkiye'de kiminle bağlantılı olduğu meselesi bakımından, Türkiye'deki bağlantıları açısından farklı bunlar, farklılaşıyorlar. Hem de ülkeden ülkeye hangi statüde açıldıkları da farklı. Yani öyle ülkeler var ki orada her türlü diyelim bir vakıf kurarak bir okul açmanız mümkün veya bir dernek üzerinden bir okul açmanız mümkün. Ama öyle ülkeler de var ki orada ister yerli, ister yabancı vakıf okul açamıyor, doğrudan eğitim bakanlığına bağlı ancak okullar açabiliyorsunuz. Bunların da işte buna göre açılmış farklı farklı okulları var. Yani bazıları oradaki yerel otoritenin izniyle açılmış, bazıları bir vakıf üzerinden açılmış, bir Türk vakfı üzerinden açılmış veya oradaki bir sivil toplum kuruluşunun kurumu gibi açılmış. Her birinin dolayısıyla dönüştürülmesi süreci bulunduğu ülkeye ve statüsüne bağlı olarak farklı farklı özellikler gösteriyor. Onun için zaten biz bütün bunları doğrudan Milli Eğitim Bakanlığı marifetiyle değil her bir ülkenin özel şartlarına uyum sağlayabilecek bir vakıf üzerinden, bir sivil kuruluş üzerinden yapmanın doğru olacağını düşündük; Maarif Vakfı budur. Maarif Vakfı bakacak hangi ülkede hangi statüyle hangi okullar açılmış, bunlardan hangilerinin dönüşme iradesi var, iradesi veya talebi var. O da şöyle oluşuyor: Pek çok ülkede bu okullar vakti zamanında bizzat Türkiye Cumhuriyeti'nin de referansıyla açılmış, yani ya oraya giden bir devlet yetkilisi; cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, elçilikler, evet burada bir eğitim kurumu, biz bu eğitim kurumlarının gerçekten eğitim kurumu olduğunu düşünüyoruz, size de yararlı olacağını düşünüyoruz diye referans vererek açılmış kurumlar. Ama son 2 yıldır Türkiye'de ortaya çıkan manzara sadece burada değil her yerde ne oldu-ne olmadığı görülüyor. Dolayısıyla zamanında Türkiye Cumhuriyeti'nin referansıyla özellikle okul açmış olan ülkeler şimdi Somali'de mesela Cumhurbaşkanımıza diyorlar ki; efendim okullara siz referans olduğunuz için bunlara izin verdik. Ama görüyoruz ki orada farklı şeyler dönüyor, dolayısıyla biz bundan şimdi rahatsızız. Referansınız devam etmiyorsa biz bunları ya kapatacağız veya gelin siz devralın. Bunu söyleyen ülkelerde de aynı şey Maarif Vakfı üzerinden yapılacak."
Seçim ataması gibi popülist bir yaklaşım olmaz
"Şimdi diyelim bir öğretmenimiz A iline tayin oldu, Ordu'ya tayin oldu veya Trabzon'a tayin oldu. Ama eşi Eskişehir'de bir işte çalışıyor, devlet memuru değil ama sigortalı özel bir işte çalışıyor. Eskiden eş durumundan, yani benim eşim Eskişehir'de, ben onun yanına gitmek istiyorum dediği zaman bir kamu görevlisi, ona şu soruluyordu: Eşin ne zamandan beri, en az 1 yıl orada sigortalı çalışıyorsa bu tayini isteme hakkınız vardı. Bu genel kural, bütün devlet memurları için yürürlükte olan bir genel kuraldı. Daha sonra Başbakanlık yönetmeliğiyle bu genel kural üç yıla çıkartıldı. Çünkü, küçümsenmeyecek sayıda suiistimaller olduğu da görüldü. Yani sırf eşini yanına aldırabilmek için bir yıllık sigorta parası ödüyor, sigortalı görünüyor ve eşini yanına aldırdıktan sonra o iş bitiyor. Böyle şeyler olduğu için Başbakanlık yönetmeliğinde bir değişiklik yapıldı ve kamu çalışanlarının eş durumundan tayin isteyebilmeleri için eşinin herhangi bir yerde üç yıl kesintisiz sigortalı çalışıyor olma zorunluluğu getirildi. Yani Trabzon'daki bir kamu görevlisi diyelim bir hanım, Eskişehir'deki kocasının yanına gelmek istediği zaman ona Eskişehir'de eşinin en az 3 yıldır sigortalı olarak çalışıyor olma şartı getirildi. Ne zaman? Geçen sene. Ve bütün kamu kuruluşları, bütün bakanlıklar kendi yönetmeliklerini de buna uydurmak zorunda, uyarlamak zorunda, çünkü o üst yönetmeliktir, Başbakanlığın yönetmeliği, Devlet Personel'in yönetmeliği üst yönetmeliktir. Biz de bakanlıklar olarak, kamu kuruluşları olarak kendi yönetmeliklerimizi ona uyarlamamız gerekiyor. Biz bu sene biraz da zorlamayla bu uyarlama sürecini geciktirerek, geçen yıl müracaat etmiş olanları mağdur etmemek için bu şartı, geç uyarladık. Bu arada da 1 yıllık sigortalı çalışanların bile atama şeylerini yaptık, eş durumundan tayinleri yaptık. Hiç olmazsa 1 sene onları o genel kuralın dışında tutmuş olduk öğretmenlerimizi. Ama artık onu yapacak durumda değiliz, çünkü yasal olarak o üst yönetmeliğe uymak zorundayız uyduk. Şimdi 3 yıl böyle bir zorunluluğumuz var.
Öğretmen atamalarını ben müteaddit defalar açıkladım. Bir kere daha üzülerek açıklayayım, çünkü bu konuda çok beklenti içinde olan gençler olduğunu biliyorum. Ama aynı zamanda Temmuz ayında yapılacak olan KPSS sınavını bekleyen, belki onlardan çok daha fazla sayıda ilk defa bu sınava girecek gençlerin de olduğunu biliyorum. Şimdi aslında biz yasa gereği Temmuz ayında yapılacak olan KPSS sınavlarıyla öğretmen adaylarını alıyoruz. Temmuz ayı başında KPSS sınavı yapılıyor, bazı branşlar için de ayrıca alan sınavı yapılıyor. Sonra oradan alınan puanlara göre Ağustos ayında atamalar yapılıyor. Geçen sene nasıl yaptık? Geçen sene yine aynı şekilde Temmuz ayında KPSS ve alan sınavları oldu, o sınavlardan alınan puanlarla biz Ağustos ayında atamaları yaptık. Yetmedi, yine 2014 KPSS'si sınavından alınan puanlarla Şubat ayında da atamalar yaptık, 15 bin de Şubat ayında yaptık. Yani 2014 sınavıyla 50 bin öğretmen adayı aldık 2014 sınavıyla. Şimdi 2015 sınavını bekleyen yeni mezun olacak veya geçen sınavda başarılı olamadığı için tekrar sınava girecek binlerce öğrenci var, binlerce aday var. Onlara şunu söyleyemeyiz: Biz önümüzdeki Temmuz'daki sınavla değil yine 2014 sınavıyla alacağız dediğimiz zaman bunlar ayaklanırlar haklı olarak. Şimdi önümüzde 1 ay sonra, 2 ay sonra sınav var. Kaldı ki 2014 sınav sonuçlarına göre hala Nisan'da veya Mayıs'ta öğretmen alınsın ne demek? Bizim Haziran'da zaten okullar tatile giriyor, yani yıl sonunda okullar kapanırken öğretmen alın demiş oluyorlar. Tamam, çocuklar da şöyle bir şeyle kendilerini biraz daha meşrulaştırmaya çalışıyorlar: Tamam bizi şimdi alın da, Eylül'e kadar maaş vermeyin, Eylül'de biz göreve başlayalım; bu olmaz. Şimdi 2015 sınavı Temmuz ayında yapılacak... Bir de seçim geliyor, dolayısıyla seçim için. Böyle popülist şeyler olmaz seçim ataması falan, hele öğretmen atamasında. 2015 Temmuz'unda, yani 2 ay sonra KPSS sınavı yapılacak, o sınavın sonuçlarına göre de Ağustos ayında aday öğretmenlerimiz atanacaklar."
Öğrenmede bireysel farklılıklar
"Şunu demek istiyorum: Bazı çocuklarımız hızlı öğrenir, bazı çocuklarımız geç öğrenir, ama öğrenir. Her bir çocuğun kendine göre bir öğrenme temposu vardır. Öğretmen kalabalık bir sınıfta bunu ayırt edemeyebilir, her çocuğun temposuna göre... Şimdi mesela biz müfredatı ayarlarken onu da yapmaya çalışıyoruz, yani sınıfları ona göre oluşturalım ki aynı tempodaki çocuklar bir arada olurlarsa belki daha verimli olur. Ama şunu yapmaya çalışıyoruz: Çocukların hepsini her dersten aynı oranda başarılı olacaklarmış gibi şartlandırmanın manası yok. Bazı çocuklar bazı derslerde çok başarılı olurlar, bazı derslerde biraz daha geride kalırlar. O zaman bizim yapmamız gereken, niye bu derste geride kalıyor onu anlamaya çalışalım; sevmediği için mi, yeteneği olmadığı için mi, sınıfın temposuna ayak uyduramadığı için mi, öğretmeniyle iyi iletişim kuramadığı için mi, bütün bunları bilebilirsek o zaman her çocuğumuzu severek ilerleyeceği kulvarlara yönlendirebiliriz. Ama bunun için de öğretmenlerimizin de ayrıca iyi yetişmesi gerekiyor, yani bu bayağı bir sanat."
Öğretmenler için performans değerlendirmesi
"Çok polemik konusu yapılan, aday öğretmenlerin... Eskiden şöyleydi: Bir öğretmen adayı göreve başladığı zaman, ilk atandığı zaman 1 yıl stajyer statüsündedir, bütün devlet memurlarında da böyledir. 1 yıl çalışır, ondan sonra 1 yılın sonunda sicil amiri tarafından uygun görülürse asaleti tasdik edilir; eski uygulama bu. Bu ne demek? Sicil amiri tarafından, yani kimin emrinde çalışıyorsa onun takdiriyle asaleti onaylanıyor veya onaylanmıyor. Şimdi biz bunu öğretmenler için değiştirdik, şöyle yaptık: 1 öğretmende aranması gereken 50'ye yakın kriter belirledik. Bunun içinde mesai saatlerine riayet ediyor mu, meslektaşlarıyla iyi geçiniyor mu, velilerle diyalogu nasıl gibi, branşı ne olursa olsun her öğretmende aranması gereken asgari şartları belirledik ve 50'ye yakın kriter haline getirdik. Bu kriterlerle öğretmenlerin performansını değerlendirelim dedik yönetmeliğimizde. Peki, kim değerlendirecek, sicil amiri mi? Hayır. Bir tane kurum yöneticisi, okul müdürü, bir de kıdemli öğretmen onun mentorü diyoruz, ustası gibi, o takip edecek, Maarif müfettişi, yani üç ayrı makamdan veya muhataptan bu kriterlere ilişkin değerlendirmeler alalım dedik ve şu şartı da getirdik: Eğer siz müfettiş olarak bir öğretmeni değerlendirirken şu konuda bu öğretmen adayımız çok zayıf diye olumsuz bir kanaat belirtmişseniz onu kanıtlamak zorundasınız, onun somut şeyini de dosyaya ekleyeceksiniz. Yani kafadan mesaiye riayet etmiyor demeniz yetmez. Yani araya mümkün olduğu kadar duygusal sempatiler-antipatiler girmeden, objektif değerlendirilebilsin diye, olumsuz değerlendirmelerin de kanıtlanması şartını getirdik. 1 yıllık süreyi de başarısız olanlar için 2 yıla çıkardık. Yani 1 yılın sonunda bir öğretmen adayı 100 üzerinden, bunların ortalamasıyla 100 üzerinden 50'nin altına düşmüşse, 50'nin altında bir puan almışsa, o zaman ola ki bu öğretmen o sosyal çevrede, o arkadaş grubuyla o okulda imtizaç edemediği için başarısız olmuş olabilir, onu alalım, başka bir okulda bir kere daha deneyelim, 1 yıl da o okulda deneyelim. Sonrakilerin performans değerlendirmesi de ayrı, onları da ayrıca. Zaten meslekte olan öğretmenlerimizin de başarılarını, varsa eksiklerini, onları da hizmet içi eğitimlerde takviye edebilmek için bilmemiz lazım. Yani bir öğretmenimizin sınıfı diyelim matematik öğretmeni, işte bu TEOG sınavları o yüzden çok işimize yarıyor, yarayacak ileride de bu birikim sağlandığı zaman. Diyelim önümüzdeki 4 senenin sonunda bir matematik öğretmenimizin sınıfı bütün TEOG sınavlarında dökülüyor, orada bir sorun var demektir. O zaman o öğretmenimizi belki yeniden eğitmemiz gerekiyor. Veya çok başarılı, onu da ödüllendirmemiz gerekiyor. Onun 4 senelik birikimine bakıyoruz TEOG sınavlarında diyelim veya diğer sınıflardaki performansına da, bu öğretmenimizin bütün çocukları da, bütün öğrencileri de çok başarılı, 4 yıl boyunca hepsi çok başarılı, ha çok iyi bir öğretmen demek ki, tamam onu da ödüllendirelim. Bakın eğitimdeki bütün uygulamaların, bütün düzenlemelerin neticelerini tam tartabilmek için gerçekten zamana ihtiyacımız var.
Osmanlıca dersi zorunlu mu olacak?
"Hayır, Osmanlıca dersi daha önceden de sosyal bilimler liselerinde zorunlu olarak vardı, sosyal bilimler liselerinde başarıyla uygulanıyordu. Daha sonra ne yaptık? Oradaki örneklerden yola çıkarak imam hatip liselerinde de bu dersi seçmeli olarak uygulanmasını sağladık. Geçen seneden itibaren normal Anadolu liselerinde de seçmeli ders olarak Osmanlıca derslerini koyduk. Niye seçmeli? Çünkü bütün Anadolu liselerinde talep olsa bile o kadar sınıf ve öğretmen bulma şansımız şu anda yok. Dolayısıyla altyapısı, yani hem fiziki altyapısı, hem beşeri altyapısı, yani öğretmen kapasitesi elverişli olan okullarımızda seçmeli olarak bu dersleri veriyoruz ve ciddi rağbet de görüyor, Osmanlıca dersi zorunlu değil şu anda Anadolu liselerinde.
"Enformatik Cehalet"
"Enformatik Cehaletin devamını sosyal medyayı da içerecek şekilde yazmam gerekse, onun adı enformatik zır cehalet olurdu.
Şimdi Enformatik Cehalet'in yazıldığı zaman orada söz konusu edilen mecralar işte gazeteler, radyolar, televizyonlar; internet bile yok henüz. Orada gelmekte olana işaret olarak var da, böyle bir geliyor filan diye. İlk baskı 90.
Şimdi 90'larda henüz Türkiye'de internet filan o kadar yaygın değildi, dolayısıyla o kitabın yazıldığı tarihte olmayan pek çok yeni mecra bu işe eklendi, bunların başında da işte Facebook, Twitter gibi sosyal medya mecraları geliyor. Oradaki düzeyi de siz de görüyorsunuz zaten. Yani herkes için, bütün sosyal medya kullanıcıları için söylemiyorum...
Veya kameraman arkadaşlarımız gibi veya bu sohbeti izleyen seyircilerimiz gibi bunu yerli yerince kullanan, gerçekten anlamlı paylaşımlar yapan insanlar var tabi, ama bu havuzun o kadar geniş olmadığını da biliyorum.
O yüzden ben bir kere daha söyleyeyim, hala benim adıma açılmış sahte hesapları benim zanneden insanlar var. Benim Twitter'da adıma açılmış, benim açtığım hiçbir hesap yok. Benim adıma açılmış 3-4 veya 5 tane sahte hesap var, onların bizimle alakası yok. Bizim Basın Müşavirliğimiz ciddiye aldıklarını takip ediyor, ama herkesi zaten takip etmeniz mümkün değil. O yüzden, düzeysizleri bir kenara ayırarak söylüyorum, ortak ilgileri olan insanların bu mecralar üzerinden birbirlerine yararlı paylaşımlarda bulunma ihtimallerini göz ardı etmiyorum, ama bunun... Kafka'nın çok güzel bir sözü var, su yayıldıkça sığlaşıyor. İşte en sonunda sosyal medya dediğimiz olguyla iyice...
Bir de, sosyal medya çok sanki bireysel seslerin yükseldiği veya kendini duyurabildiği bir alanmış gibi takdim ediliyor ama, değil. Sosyal medya çok denetimli, örgütlü kampanyaların da mecrası olarak kullanılıyor. O yüzden sosyal medya kullanıcıları o yanılsamadan kurtulsalar iyi olur, kurtulamayacaklarını biliyorum da, yani sanki 10 bin kişi aynı şeyi söyleyince bir hakikati söylemiş olduklarını zannedebiliyorlar, halbuki o 10 bin kişi bir yerden manipüle edilerek aynı sesi çıkarmaları sağlanabiliyor, artık bunun teknikleri olduğunu hepimiz biliyoruz."
Almanca dersiyle ilgili ortaokul müfredatı
"Şimdi bu soru sadece Almancacılardan gelmemiştir, diğerleri sonra size kızabilirler, Fransızcacılardan da geliyordur, Osmanlıcacılardan da geliyordur. Her branştan arkadaşlarımız, öğretmen adaylarımızın atanma talepleri vardır. Onlara ayrılan, önümüzdeki dönem diyelim veya Şubat'tan örnek vereyim, 15 bin yeni öğretmen alacağımızı duyurduğumuz zaman, 5 bin İngilizceye verin, 5 bin Almancaya verin, işte 3800 tane Fransızcaya verin gibi örgütlü talepler oluyor. Bunları topladığınız zaman, bütün alanların kendileri için istedikleri kontenjanları topladığınız zaman 200 bini filan bulur, çünkü biz yüzlerce branşta öğretmen alıyoruz. Yani meslek liselerimizdeki branşlar, onların alt bölümleri filan, onları hesap ettiğiniz zaman çok sayıda branşımız var ve her branş kendisine en yüksek sayıda kontenjan verilmesini istiyor, Almanca öğretmencilerimiz de.
Ama biz şuna bakıyoruz: Hangi branşta ne kadar ihtiyacımız var, ne kadar eksiğimiz var. Yani diyelim Almanca branşındaki norm kadronun yüzde 1'i kadar daha ihtiyacımız var, o zaman mevcut atamanın içinden yüzde 1'i onlara ayırıyoruz, onu sonra illere göre dağıtıyoruz, her ilin hangi branştan ne kadar ihtiyacı var. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da çok büyük dengesizlikler vardı, onu son 2 yıldaki yaptığımız atamalarla çok ciddi manada dengeledik. Şu anda Doğu'da ve Güneydoğu'daki öğretmen doluluk oranımız Türkiye ortalamasının üzerinde, bunu rahatça söyleyebilirim.
Ama siz sormadan onu da söyleyeyim; oralara hep yeni başlayan öğretmenlerimizi gönderiyoruz, dolayısıyla oradaki çocuklarımız tecrübeli öğretmenlerle muhatap olmuyorlar. Onu da düzenlemek için şimdi yeni bir sistem üzerinde çalışıyoruz, öğretmenlerimizin Doğu'da ve Güneydoğu'da, özellikle 29 vilayette en az 3-4 yıl kalarak aldıkları öğrencileri bitirecekleri kadar, yani ilkokulda 1'de aldığını mezun etsin, ortaokulda aldığını. Bu tür düzenlemeler için, tecrübeli öğretmenlerimizi oraya yönlendirebilmek için bazı teşvikler üzerinde çalışıyoruz."